Erdoğan’ın Kadına Biçtiği Hayat: Evde Otur, Bolca Çocuk Doğur, Kaderine Razı Gel! – Derya Koca
Diktatör yine bayramlık ağzını açtı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın düzenlediği “Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi”nde bir kez daha kadın ile erkek eşitliğinin olamayacağını savundu. Konuşmasında “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir… İş hayatında hamile bir kadını erkekle aynı şartlara tabii tutamazsınız. Çocuğunu emzirmek zorunda olan bir anneyi, bir erkek ile eşit konuma getiremezsiniz” ;“Bizim dinimiz kadına bir makam vermiş: Annelik makamı. Bizim dinimiz cenneti annenin ayakları altına sermiş. Dolayısıyla annenin ayağının altı öpülür. Ben annemin ayağının altını öperdim. Ayağını çekme, orası cennet gibi kokuyor, derdim. Bunu feministlere anlatamazsın!”;“Kadınları, erkeklerin yaptığı her işte çalıştıramazsınız, komünist rejimlerde geçmişte olduğu gibi. Eline ver kazmayı küreği, çalışsın. Olmaz böyle bir şey. Onun narin yapısına ters düşer.” şeklinde skandal sözleri peş peşe söyleyen ve AKP’li kadınların doldurduğu salondan alkış alan diktatör AKP rejiminin özgürlük düşmanı, muhafazakâr ve dinci fikriyatını bir kez daha gözler önüne serdi. Elbette diktatörün fikri ne ise zikri de o. Niyetini açıkça söylüyor. İstiyor ki kadın evde otursun, kulukça makinesi gibi ucuz emek cennetine haline gelmiş ülkede geleceksiz, güvencesiz çalışmaya talip yeni işçi kuşakları doğursun. İstiyor ki kadınlar toplumsal yaşamın aktif unsurları haline gelip kendi koşullarını biraz daha iyileştirmesin; boşanma talep etmesin; kürtaj isteyecek durumu olmasın; kreş diye sesini yükseltmesin.
Soma’da, Ermenek’te, Şırnak’ta kaybettikleri oğulları ve eşlerinin ardından çaresiz ortada bırakan bir rejimin lideri olan Erdoğan elbette kalkıp da eşitlikten bahsedemez. O ister ki geriden kalan kadınlar ağlamaya, acı çekmeye mahkum olsunlar; “narin” bedenleri ile kaderlerine razı olsunlar. Oysa bu topraklarda Yırca’da zeytinliklerini kestirmemek için, Soma’da kaybettikleri eş ve oğullarının hesabını sormak için, dereleri satılmasın diye HES yaptırmamak için direnen nice emekçi kadın var. Erkek ile omuz omuza vererek emeklerine ve insana sahip çıkanlar var. Gezi direnişinde “diktatör istifa” diyerek özgürlük talebi ile sokaklara çıkan çok büyük bir kadın nüfusu var. Ancak Erdoğan’ın özlemini duyduğu dünyanın kadınları onlar değil. AKP rejiminin istediği kadın, “eşitsiz” konumunu kabul edip doğurmak, susmak, kaderine razı gelmek durumunda.
Erdoğan, bu projenin önünde engel olarak gördüğü kadın özgürlük mücadelesinin öznelerini, feministleri, sosyalistleri diline doluyor. Kadınların her türden baskı ve eşitsizliğe karşı mücadele eden bir özne görmek istemeyen muhafazakar zihniyet kadının narinliğinden dem vuruyor. Tıpkı sosyalizmin gerçekleşmesi imkansız bir hayal olduğunu söyleyen burjuva fikirlerin sebep olarak insan doğasını göstermesi kadar temelsiz ve diyalektikten yoksun bu bakış açısı kadınları da bugün evde gerici fikirlerle baş başa kalmaya iten düzenin bu durumu ne büyük kurnazlıkla kullanmaya çalıştığını gösteriyor. Kadını duygularına yenik düşen, iradesiz ve mantıksız/akılsız insan olduğu iması ile sinsice ortaya sürülen bu argümanlar burjuva toplumun yarattığı kadın tipine rağmen yine de emekçi kadınların gerçekliğiyle uyuşmuyor. Emekçi kadın savaşmak, didinmek, söküp almak zorunda. Erdoğan’ın kazma kürekle çalışamaz dediği kadınlar ise bugün Türkiye’de acımasız koşullarda tekstil atölyelerinde, tarlalarda, hatta inşaatlarda sömürüyü en yoğun haliyle yaşayan kesim. Türkiye’de kayıt dışı çalışan kadın toplam 4.032.000 civarında!
25 Kasım ve Kadına Şiddet
25 Kasım 1960’ta, Dominik Cumhuriyeti’nde Trujillo diktatörlüğüne karşı özgürlük mücadelesi veren, Candestina hareketinin öncülerinden olan üç kız kardeş olan Patria, Minerva ve Maria Mirabel’in rejim güçleri tarafından tecavüz edildikten sonra katledilmişti. 25 Kasım tarihi 1981’den bu yana kadına yönelik şiddete karşı mücadele günü olarak kabul edildi.
Kapitalist dünyada her türden eşitsizlik içinde bir başka yakıcı eşitsizlik olan cinsiyet eşitsizliği, özellikle muhafazakarlık ve yoksullukla mücadele eden ülkelerde çok daha yakıcı olarak yaşanıyor. 2013 yılında dünyada kadınların %35’i şiddet görürken, yaşam boyu en az bir kez şiddet gören kadınların oranı %70! Türkiye’de ise 2014 Ocak ayından bu yana en az 207 kadın cinayete kurban gitti. On binlerce emekçinin iş cinayetlerinde kurban gittiği Türkiye’de kadınların kapitalist toplumun her alanı şiddet ile yaşanmaz kılan dünyasında mağdurlarının büyük çoğunluğunu emekçi kadınların oluşturduğu bu cinayetlerden kurtulmak ise kapitalizmden top yekün kurtulmakla mümkün olacak. Kadına yönelik şiddete karşı mücadele de sınıf mücadelesi ile mümkün olabilecek kadının özgürleşmesi temelinde çözüme kavuşacaktır.
Ancak bugünden bütün diktatörlere haddini bildirmek ve özgürlüklerimizi savunmak üzere sokaklarda olmak zorundayız. Patria Mercedes’in “Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetişmesine izin vermeyeceğiz. Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyimi vermeye hazırım gerekirse hayatımı da” diyen özgürlük mücadelesi diktatörleri susturacaktır!
Erdoğan’ın 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü”nün arifesinde, kendi döneminde kadın cinayetlerini %1400 arttırmayı “başarmış” bir diktatör olarak kadın ve adalet başlığında konuşması ise bir ironisi olarak tarihe geçecektir.