Devrimci Atılımın Yeni Çağı (V.U. Arslan)

15 Ekim, 2014

 

Genel olarak sol ve bilhassa da devrimcilik, ilhamlarla ilerler. Sömürüye, savaşlara ve türlü türlü haksızlıklara meydan okuyarak yeni bir dünya için kolları sıvamak ve riskler almak, tabiyatıyla heyecan gerektirir. Milyonlarca genç işçi, işsiz, öğrenci, orta sınıf ve hatta kendi sınıfına ihanet eden üst sınıf kökenli gençler, devrim umuduyla mücadeleye atıldılar ve kayıplar vermekten çekinmediler. İlhamlar ve heyecanlar çağı, Paris Komünü’nden (1871), Lenin ve Troçkilerin Ekim Devrimi’ne ve belki de son olarak da Che Guevera’dan 68’in Deniz Gezmiş gibi kahramanlarına dek sürdü. Hayaller gerçekleşmedi, emperyalizm ayakta kaldı. İlhamlar ve heyecanlar çağı, ardında hayal kırıklıkları ve yenilgilerle kapanacaktı. Bunun miladı da kuşkusuz 1989-91 arasında Doğu Bloku ve SSCB’nin çözülmesidir.

 

Neredeyse dünyadaki herkes için sosyalizmin yaşayan ifadesi sayılan SSCB’nin yüz kızartıcı suçları eşliğinde hiçbir direniş olmadan ve üstelik işçi ve emekçilerin eylemleriyle dağılması, sosyalizm idealine ağır bir darbe indirdi. Bu büyük iflasla neticelenen ilhamlar ve heyecanlar çağının neden ve nasıl sönümlendiğini incelemek, 21.yy’da yeni bir dalga yaratmanın ön koşuludur. Zira dünya tarihinde SSCB öncesi ve sonrası diye keskin bir ayrıma gitmek, hiç de abartılı bir yöntem olmayacaktır.

 

İlhamlar çağının kapanışında serbest piyasanın azgın hükmü başladı. Bir çok eski tüfek, pişmanlık duydu, dönek oldu. Bencillik zirve yaptı, çılgın tüketim kültürü egemen oldu. Tüm dünyayı kapsayan mücadele duygudaşlığı ve enternasyonalizm geriledi, milliyetçilik-dincilik-mezhepçilik-cemaatçilik aldı yürüdü. İlham bitince sanat da geriledi, dünyanın her yanını serbest piyasacı basitlik ve yozluk kapladı.

 

Sovyet Sonrası Dönemde Mücadele Durmadı

 

Kuşkusuz post-sovyet dönemde herşey bitecek değildi. Nitekim 2000’lere girilirken işin rengi belli olmuştu. Sloganlaştırıldığı gibi hiç de tarihin sonunun geldiği felan yoktu. Mücadele sürüyordu. “Küreselleşme karşıtı hareket” diye bilinen emperyalist kapitalizmin küresel kurumlarına karşı başlatılan protesto dalgasında olduğu gibi. Ya da Latin Amerika’da büyük toplumsal hareketler ve arkasından iktidara gelen solcu reformist liderler örneğinde olduğu gibi. Sınıf mücadelesi sürdüğü müddetçe direnişler kaçınılmazdır. 2008’de patlak veren dünya ekonomik krizinin etkileri halen atlatılmış değil. Kapitalizm kendi sonunu hazırlayan felaketleri, toplumsal krizleri ve savaşları yaratmaya devam ediyor. 2008’deki krizin etkisinde olarak önce gıda fiyatlarındaki artışlara karşı bir küresel protesto dalgası başladı, ardından ABD’deki mortgage kriziyle insanlar Wall Street’i işgal et sloganıyla occupy hareketini başlattılar. Konutları ellerinden alınan ailelerin direnişi halen devam ediyor. Ardından Occupy hareketinin tüm ülkeye yayıldığını hep beraber gördük. Mısır ve Tunus’taki devrimler ise kuzey Afrika’daki milyonlarca gencin iyi bir gelecek nasıl da sert kavgalara hazır olduğunu ortaya koydu. Tahrir bir şeyi daha gösterdi: Ortadoğu’nun kalbi Mısır, gençliği içerisinden solcu bir öncü tabaka yetiştirmeyi başarmıştır. Tahrir ruhu Mübarek’ten sonra Müslüman Kardeşler’i de yıksa da örgütsüz ve öncüsüz olan kitle hareketi bu noktada nefesini tüketerek soluklanma sürecine girmiştir. Bu süreçte Avrupa’nın güneyinde de isyanlar başgöstermiştir. Yunanistan başta olmak üzere tüm güney Avrupa’da büyük sosyal yıkıntı paketleriyle emekçiler ayağa kalksa da burada önderliksizlik nedeniyle mücadele başarıya ulaşamamıştır. Ve tabi ki bu özet listeye Türkiye ve Gezi’nin dahil edilmesi gerekir.

 

Yeni bir ilham için…

 

Görüldüğü gibi mücadele sürüyor. Tüm dünyada ve Türkiye’de emekçiler ve gençler içerisinden yeni kuşaklar, mücadeleye atılıyorlar. Diğer taraftan kapitalist sömürü ve geleceksizliğin zorladığı bu hareketler, doğal bir eğilim olarak sosyalist bir perspektife yönelmiyor. Kızıl rengin kitle hareketine temerküzü otomatik bir biçim kazanmıyor. Bu da bir yandan örgütsüzlük, bir yandan da kafa karşıklığı ve perspektifsizlik demek. Kaçınılmaz sonuç, kitle hareketinin gidebildiği yere kadar gitmesi ve ardından tıkanıp sönümlenmesi oluyor. Açık ki sosyalizmin altın çağında değiliz. Sosyalist ilhamlar, yeni kuşaklar için kaçınılmaz bir cazibe merkezi değil. Peki, devrimci atılımın yeni çağını başlatmak için ne gibi çabalar içerisinde olmak gerekir?

 

Sosyalizmi yeniden geniş kitleler için çekim merkezi haline getirebilmek için heyecan yaratmak gerekir. Heyecan yaratmanın yolu da bir takım başarı öykülerinden geçiyor. Toplumsal hareketlerin SSCB sonrası döneminde her örneğinde gördük ki kitleler, neye karşı olduklarını gayet iyi biliyorlar, ama statükonun yerine ne koyacaklarını ve bu dönüşümü nasıl elde edeceklerini bilmiyorlar. Örneğin Tahrir İsyanı’nda kitleler önce Mübarek’e karşıydılar, sonra Mursi’ye karşıydılar; iyi bir gelecek ve özgürlük istiyorlardı, ama bu nasıl bir şeydi ve nasıl mümkün olacaktı? Sonra son derece örgütsüzlerdi. Derken Mursi ve İhvan’dan kurtulma telaşında Sisi darbesiyle sona gelindi. Gezi’de de Occupy Hareketi’nde de Brezilya’da da Avrupa’da da durum buydu. Dolayısıyla perspektifsizlik ve örgütsüzlük nedeniyle çıkmaza giren hareketlerlerin özneleri, her seferinde karamsarlığa sürüklendiler. Bu karamsarlığı kıracak başarı öyküleri, kafalardaki çözümsüzlüğü aşacak ve aynı zamanda net bir doğrultu ve perspektif sağlayacaktır. Sosyalist aktörler de bu şekilde öne çıkacaktır. Büyük başarılar dünya çapında etki yaratacakken büyük başarı öyküleri de ancak daha mütevazi yerel kazanımlardan doğru sağlanabilir. Yani, yerel ölçekte mevziler elde etmeden bu büyük ölçeğe çıkmak pek olası değil.

 

Türkiye Sosyalist Solunun Pozisyonu

 

Türkiye devrimci yetiştirmek konusunda verimli bir ülke olduğu halde sosyalist hareket, belirgin bir tıkanıklık içerisindedir. Bu durum geçen yüzyılın bize bıraktığı bir miras ve aşılması gerekiyor. Sosyalist solun başat gelenekleri ve onların yöneticileri, en azından 40 yıldır çok az değişim gösterdiler. Hem bağlı bulundukları uluslararası gelenekte hem de kendi örgütsel yaşantılarında büyük yenilgiler yaşansa da çok az bir sorgulama ve eleştirellik sergilendi.

 

Son çeyrek yüzyılda 1968-78 süreçlerinde ortaya konan kahramanlıkların mirasının yendiği bir süreç yaşandı. 1990’lardaki varoş hareketi, liderliğini sosyalist solun yaptığı kamu emekçileri hareketi, mimar-mühendis-tabip odaları, işçi sendikalarının bir kısım şubeleri, Dersim gibi bölgeler, Gazi gibi mahalleler, İstanbul Üniversitesi Beyazıt kampüsü gibi kampüsler, özetle sosyalist solun çıkış yapabileceği yani başarı öykülerine imza atabileceği alanlar tüketildi. Kürt ulusal hareketine karşı doğru pozisyonlar alınamadı. Ya Kemalist refleksler öne çıktı ya da ulusal öncelikleri olan bir harekete kuyrukçuluk ilişkisi geliştirildi.

 

Kendi içsel zaafları yüzünden egemen sınıfın baskısına ve yükseltilen şoven havaya direnemeyen Türkiye sosyalist solu, 2000’lere son derece marjinaleşmiş bir şekilde girmişti. 2010’lara ise AKP karşıtı toplumsal muhalefetin enerjisi ile daha avantajlı giren sosyalist hareketin bu fırsatı kullanabildiğini söylemek güç. Gezi İsyanı’nda sosyalist sol, belirli roller üstlense de kitleselleşme ve toplumsallaşma yaşayamadı. Çünkü kitlelerin mücadelesine politika üretemedi, engelleri aştıramadı, kendisini tekrar etti ve sıradanlaşarak adeta kendi çapını ortaya koymuş oldu.

 

Tıkanıklığı Aşmanın İlk Aşamaları

 

Bu tıkanıklığı aşmak, başarı öyküleri ortaya koymak için yapılması gerekenleri şu şekilde ortaya koymamız gerekir.

  1. 20.yy’ın muhasebesinin yapılması şarttır. Geçmişten dersler çıkarmadan geleceğe uzanamayız. Bu çerçevede Marksizmin yöntemi olan eleştiriyi çekincesiz, sınırsız bir şekilde kullanmamız gerekir. Gerek 12 Eylül, gerekse de SSCB’nin dağılmasında kendisini açığa vuran ideolojik ve politik yenilginin sağlam bir muhasebesi çıkarılmalıdır. İnandırıcı, dürüst ve çekincesiz bir özeleştiri sürecinden sonra gelecek için politik bir çıkış noktası oluşturulabilir. Devrimcilik adına Stalinizmin köhnemiş formülasyonlarıyla yola devam edilemez.
  2. Toplumsal muhafet üzerinde ciddi etkisi olan burjuva ideolojisinin sızmalarına karşı mücadele edilmelidir. Batılı entelijansiya ve akademik çevrelerden işçi sınıfı merkezli Marksist mücadelenin gününün geçtiğine dair yapılan yaygın bombardıman, sol üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Bunlar, sınıf mücadelesi yerine kimlik eksenli bir toplumsal muhalefetin savunusunu yapmakta ve iktidar perspektifini devre dışı bırakmaya çalışmaktadırlar. Sınıf perspektifini reddeden, emperyalist kapitalizmi hedef tahtasına koymayan ve iktidar perspektifinden uzak yaklaşımlar terk edilmelidir. Bunun yerine sınıf perspektifini değişen koşullara göre yeniden uygulayan, büyük toplumsal altüst oluşlar için iktidar hedefini önüne koyan bir politik rota tutturulmalıdır.
  3. Bu noktada ideolojik netleşmenin önemini vurgulamak gerekir. Sosyalist hareketin pratikteki yükselişi, teorik-politik kavrayıştaki bir sıçrama olmadan düşünülemez. Çünkü asıl yenilgi, fiziki yenilgi değil; ideolojik-politik yenilgidir. Devrimci hareket, hayatı açıklayan bir anahtara ve yönteme sahip olmanın avantajına sahip olmak durumundadır. Devrimci kadrolar ancak bu özgüvenle mücadele içerisinde varolabililrler. Tersten ve daha açık bir şekilde ifade edecek olursak “ya Stalinizmle yüzleşmeye yanaşmayacaksınız, ya da yenilik adına burjuva düşüncesinin radikal demokrasi gibi kavramlarıyla hayatı açıklamaya çalışacaksınız…” Bir tarafta kör dogmatizm, diğer tarafta tarihsel maddeci görüşün rafa kaldırılması var. Dünyayı değiştirecek fikirlerin eleştirellikten ayrılmaması ve burjuva düşüncenin hegemonyasına meydan okuyabilmesi gerekir. Devrimci hareketin burjuva düşünceden bağımsız, kendi entelektüel çekim alanını yaratması ve bunu genişletmesi elzemdir. Bu olmadan ilerlemek mümkün olmayacaktır.
  4. Bir kere teorik-politik çıkış noktası elde edildikten sonra devrimci pratik üzerine odaklanmak gerekir. Ne de olsa hayat kağıt üzerinde yaşanmaz. Sosyalist soldaki ataletin ve yaygın olan uyuşukluğun atılması olmazsa olmazdır. İş yapan, çalışkan kadrolar üzerine yükselen istikrarlı örgütsel yapılar yaratmak büyük tarihsel bir kazanımdır. İnşa sürecinin sürdürülmesi ve güçlenmenin devam etmesi gerekir. Tarihsel bilinci ve politik altyapısı olan, devrimci inancı sağlam bir kadro ağı ile işçi sınıfının ve gençliğin her mücadelesine müdahil olmak, çok büyük farklar yaratacaktır. Başarı öykülerinin gelişeceği zemin, bu zemindir. Bu yüzden yeni kadrolarla bir birikim yaratmak, bunlar arasından liderler çıkarmak ve bu toplamla burjuva toplumun sinir uçlarına yerleşmek, tarihsel atılımın temelleri olacaktır. İşte, bu durumda sosyalistler için kitleselleşme ile beraber toplumsallaşma da yakalanacaktır. Zira bu toplam, kendisini geliştirdiği gibi genelin çıkarlarını da geliştirecektir. Bu da mayanın tutması anlamına gelir.
  5. Sosyalist solun eski geleneklerinin bugünlere taşıdığı eski hastalıkların aşılması, büyük önem taşımaktadır. Bu hastalıkların başında da dar grupçuluk ve sekterlik salgını gelmektedir. Gerçekten de durum, salgın halindedir. Kendi dar çıkarlarını genelin çıkarlarının önüne koyan, bu şekilde ilerleyebileceğini zanneden bir sol gelenekten bahsediyoruz. Tabi ki burada politik zeminleri olan ilkesel farklılıklar ve ayrışmaları kastetmiyoruz. Diğer taraftan ortaklaşılan konularda yapıcı çalışmalar ve birleşik cepheler oluşturamayan, sekterliği alışkanlık haline getirmiş bir sol gelenekten bahsediyoruz. Sosyalizme büyük zararlar veren sol içi çatışma kültürü ne yazık ki geçmişin kötü bir anısı değil. Bu yüzden sosyalist sola yeni bir gelenek ve kültür gerekmektedir. Ortak iş yapabilecek, elinden iş çıkan, dinamik, politika-sanat-edebiyat, felsefe alanlarında da topluma ağırlığını koyabilecek yeni bir sol kültür ve yeni bir devrimci gelenek oluşturmak gerekiyor. 
KATEGORİLER
ETİKETLER