AKP’ye Bir Çelme de Ekonomiden mi Gelecek? – Güneş Gümüş
AKP’yi bir Eylül korkusu almış gidiyor. Arınç’tan Tayyip’e hepsinin ağızlarında Eylül’de başlaması olası yeni bir direniş dalgası. Çeşit çeşit önlemler (maçlardan üniversitelere) şimdiden alınmış durumda; dillerde ise büyük tehditler.
Eylül korkusunun temelinde Haziran günlerinin en canlı unsurlarının (üniversite gençliği ve futbol taraftarları) etkin olacağı üniversite ve sahaların açılacak olmasının ötesinde AKP’yi zora sokan genel bir kötü gidiş var. Bir yandan cemaat paçadan çekiyor, diğer yanda uluslararası destek geriliyor; ama en önemlisi AKP’nin yüzde 50’lik desteğini alıp götürebilecek bir ekonomik kriz tehlikesi. Ekonomik göstergelerdeki kötüleşme bir süredir kendini gösteriyordu ama 2013 Mayısı’ndan itibaren tehlike çanları daha bir güçlü çalıyor.
22 Mayıs’ta ABD Merkez Bankası (FED), uzun süredir beklenen açıklamayı yaparak gevşek para politikasını yavaş yavaş terk edeceklerini, tahvil alım programında azalmaya gideceklerini ifade etmişti. Bu politika değişikliğinin birden gerçekleşmeyeceği, zamana yayılacağını belirtilse de ABD’de bu açıklama sonrası faizler yükselirken Türkiye’nin de içinde olduğu yükselen ekonomilerden ciddi miktarda sermaye çıkışı yaşandı: “Mayıs ayında, on iki ay öncesine göre, yabancı sermaye girişleri yüzde 78, toplam sermaye hareketleri yüzde 52, net kaynak aktarımı yüzde 84 oranlarında gerilemiştir.” (Korkut Boratav, Ekonomi Mayıs’ta İnişe Geçerken, sol.org.tr, 30.07.2013) Yüksek oranda sermaye çıkışını engellemek adına reel faizlerde de ciddi bir sıçrama yaşandı; 22 Mayıs’ta Türkiye’de reel faiz %5,5 iken Temmuz sonlarına gelindiğinde %70’i aşan bir artışla %9’a fırladı.
FED’in Temmuz ortasındaki işsizliğin ABD’de %7’nin altına düşmesiyle birlikte faiz oranlarında artışa gideceğini, tahvil alımını azaltacağı ve 2014 itibariyle bu politikaya giriş yapacağı yönünde benzer bir açıklaması Türkiye’deki piyasaları tekrar sarstı; yükselen doları belli bir düzeyde tutmak için Merkez Bankası dört operasyonla dolar satarak müdahale etmek durumunda kaldı.
Dünya milli gelirinin dörtte birini üreten ABD ekonomisinde yaşanan gelişmeler uluslararası piyasalar açısından oldukça önemli; ama ABD’de ekonomisinde olası bir değişim neden Türkiye’yi bu kadar etkiliyor? ABD ekonomisinin düzlüğe çıktığını gösteren sürekli tahvil satın alarak bir nevi piyasaya para basma politikasından vazgeçilmesi ve faizlerin normal düzeyine yükselmesi neden Türkiye ekonomisinde aksi bir etki yaratıyor? Bu sorulara cevap vermek için Türkiye’de ekonominin nasıl dinamikler üzerine oturduğunu kavramak gerekiyor (elbetteki AKP’nin patronluğu altında).
1980’den itibaren içe kapalı bir ekonomiden küresel piyasalarla bütünleşik bir ekonomiye doğru kayış yaşanmış; Özallı yıllardan itibaren yabancı sermaye akışı başlamış, ancak AKP ile büyük sıçrama yapmıştır:
“Türkiye ekonomisi son 10,5 yıldır, dış kaynak girişi ile büyüyor ve 1980-2000 döneminde gelen yabancı kaynağın 10 kat üstünde giriş oldu. Doğrudan yabancı sermaye, özelleştirmelere ve satılık bankalar için geldi. Sıcak para, borsaya ve devlet kağıtları için geldi, ama en çok da dış kredi geldi . Bunların 10,5 yıldaki toplamı 421 milyar doları buldu. Bu kadar yatırımdan elbette önemli kâr ve faiz geliri de elde etti yabancı yatırımcılar ve bunları, istedikleri zaman parça parça transfer ediyorlar. Ödemeler dengesinde yatırım gelirleri olarak yer alan transfer edilmiş yabancı gelirleri AKP iktidarındaki yaklaşık 10,5 yılda 121 milyar doları bulmuş görünüyor.” (Mustafa Sönmez, Yabancılara Eşek Yüküyle Faiz, Kar…, mustafasonmez.net, 06.08.2013)
AKP’nin ekonomi politikası dış kaynağa dayalı bir büyüme modeline dayanıyor. Dış kaynak iki biçimde gerçekleşebilir; doğrudan yabancı yatırım ve borç sermaye şeklinde. İkincisi borsa, hazine bonosu üzerinden yüksek getiri peşinde koşan spekülatif sermaye hareketlerini ifade ediyor ki Türkiye’ye gelen yabancı kaynağın büyük bölümünü de bunlar oluşturuyor: “Türkiye’ye yatırım yapan yabancıların kazançlarınınyüzde 60’ına yakınının faiz gelirlerinden elde edildiği söylenebilir.” (M. Sönmez, age)
AKP’nin avantajı dünya ekonomisinde rezerv para likitidesinin bolluğunun yaşandığı bir düzlemde iktidar olmasında ve yüksek faiz-düşük kur politikasıyla ülkede emekçilerin sırtından kazanılan artı-değerin bir kısmını uluslararası sermayenin hizmetine, hem de zahmetsizce sunmasında yatıyor. Özellikle 2008-2009 krizi sonrasında ABD ve Avrupa’da spekülatif kazanç kapıları daralan sermaye aısından yüksek faiz oranlarıyla önemli bir gelir kaynağı oldu. Düzenli sıcak para akışı iç talebi artırsa, ekonomiyi canlı tutsa da anlık olarak krizi geçiştiren bir uyuşturucu gibi. Şöyle ki, sıcak para girişi Tl’de değerlenme, dövizde ucuzlama getiriyor. Bu durum da üretimden çok ithalatı teşvik ediyor. Özellikle tekstil, gıda gibi emek yoğun sektörlerde küresel piyasada daha ucuza üreten varken (ki döviz ucuzlayınca bu durum daha geçerli oluyor) neden üretim sürecinin zahmetleriyle uğraşılsın… Sonuç ise ithalata bağımlılık ve sanayinin gerilemesi oluyor. İthalat yapan şirketler ise dövize dayalı bir borç sarmalının içine giriyor. Şu an Türkiye’nin dış borcunun üçte ikisi özel şirketlere ait, sadece üçte biri devletin borcu. Sıcak para uyuşturucu gibi dedik ya; para aktıkça bünyeyi sahte bir canlılık hissiyle ayakta tutuyor ama para kesildiğinde oluşabilecek krizin çapı ise sürekli büyüyor:
“2011 yılının ikinci yarısından itibaren Türkiye’nin kısa vadeli dış borçları, TCMB’nin brüt rezervlerini aşmaya başladı. Mayıs 2013’te bu kredilerin toplamı 123 milyar dolar; TCMB’nin brüt döviz rezervleri ise 109 milyar dolardır. Bu rezervlerin yarısından fazlasının Merkez Bankası’na ait olmadığını; TCMB’nin yükümlülüklerinden oluştuğunu da belirtelim.
Cari açık ve kısa vadeli borçların toplamına, bir yıl içinde vadesi gelecek olan orta-uzun vadeli kredileri de eklersek, önümüzdeki on iki ayın dış kaynak gereksinimi 200 milyar doları bulabilecektir. Uluslararası finans ortamının bozulması, bu dışsal kırılganlık etkenleri ile birleşince Türkiye ‘riskli yükselen ekonomiler’ kategorisine girmiştir. Bu durum, dış kaynak hareketlerinin 2013’te olumsuz doğrultuda seyredeceği öngörüsünü gerçekçi kılmaktadır.” (K. Boratav, Bir Dönüm Noktasında Kuşbakışı Ekonomi, sol.org.tr, 06.08.2013)
Yabancı yatırımcının Batı’da reel faiz oranlarının negatiflerde seyrettiği koşullarda riski makul sayılabilecek düzeyde ve getirinin yüksek olduğu Türkiye gibi çevre ülkelere yönelerek kazanç elde etmek peşinde koşuyor. Yatırım için gerekli likidite Batılı devletlerce sermayeye zaten sunuluyor: sadece FED, aylık hazine bonosu ve ipotekli senet alımıyla piyasaya 85 milyar dolarlık likidite pompalıyor. 2009 ve 2010’da FED iki operasyonla piyasaya 1,5 trilyon dolarlık bir likidite sunmuştu; bu likiditeden de en çok çevre ekonomiler yararlanmıştı. Ancak Batı’da ekonomiler toparlanmaya başlayınca yabancı yatırımcı riski azalan ve reel faiz oranları toparlamaya başlayan Batı piyasalarına geri dönmeyi tercih ediyor; son bir yılda yaşandığı gibi. Batı’daki bu büyüme sinyali çevre ekonomilerden sermaye çıkışlarını tetikliyor ve bu ekonomilerin kırılgan hale getiriyor. Finans sermayenin önemli bir düşünce kuruluşu olan IIF(Uluslararası Finans Enstitüsü)’in 2013 Haziran tarihli raporunda Türkiye’nin dahil olduğu yükselen ekonomilere yönelik sermaye akımlarının 2013-2014’te düşeceğini ve Batı’da faizlerin yükselmesiyle getiri açısından Batı-Doğu arası makasın kapanmasıyla büyük boyutlu sermaye çıkışları olacağı belirtiliyor. Bu raporda Türkiye, en kırılgan ülkelerden biri olarak betimleniyor. Düşünsenize bir kere; Türkiye ekonomisinin ödemesini bekleyen 200 milyar dolarlık bir dış kaynak ihtiyacı var ama Mayıs’ta ya da Temmuz’da olduğu gibi, hatta daha da artan şekilde sıcak para çıkışı yaşanıyor, yani böyle bir kaynak bulunamıyor. Buna bir de bu borçların büyük oranda özel şirketlerin borçları olduğunu ekleyin. Ne olur dersiniz. İflaslar, doların fırlaması, işyerlerinin kapanması… Açık ki böyle bir ortamda değil AKP, feriştahı gelse ayakta kalma şansı yok.
Ki bu ihtimalin kapısı da aralandı. 2011’deki %9’luk büyümeden 2012’de %2,2’ye çakılan, imalat sanayi, madencilik, inşaat gibi sektörlerde talep düşüşüyle bu büyümenin de altına gerileyen, 2013 sonlarına doğru iki rakamlı enflasyona tekrar merhaba diyecek bir Türkiye’de AKP’yi bekleyen daha çok korkulu günler var.