Ortadoğu’da Radikal Terör Örgütlerinin İdeolojik Zırhı: Selefilik-Vahhabilik – Çağın Erdinç
Ortadoğu’da geçmişten bugüne vahşet ve acı eksik olmuyor. Dünya petrollerinin %60’ını, toplam doğalgaz rezervlerinin %40’ını, önemli su yollarını, geçiş merkezlerini, kültür noktalarını sınırlarının içerisinde bulunduran Ortadoğu, Batı’nın iştahını tarihin birçok döneminde kabarttı. Emperyalizmin her müdahalesinde taşların yerinden oynadığı Ortadoğu’da çeşitli örgütler farklı İslami ekollerin temsilcisi olarak savaşlara bir şekilde müdahil oldu. Bu İslami ekollerin başında hiç kuşkusuz Selefilik geliyor. Bugün kendisine İslam Devleti diyen örgüt, canice cinayetler işliyor. Kendisini “selefi” olarak tanımlayan IŞİD’den önceki radikal İslamcı terör örgütlerinin bazıları da kendilerini “selefi” olarak tanımlıyordu ve tanımlamaya da devam ediyor.
Kafa kesen canilerin kendilerini selefi olarak tanımlaması, Selefi sözcüğünün terör kavramıyla eş anlamlı kullanılmasına neden oluyor. Peki Selefilik gerçekten terör örgütlerinin ideolojik altyapısına uygun bir kavram mı?
Selefi gelenek, hadisçilerin temsil ettiği bir ekol olması, katı nakilci tavrı, aklı öncelemekten kaçınması, kıyas ve rey gibi metotlara itibar etmemesi yönleriyle diğer İslami metotlardan ayrılır. Aslında selefiliğin özeti şudur: Selefiler, İslam’ın doğduğu ilk günden bugüne kadar olumsuz anlamda büyük bir değişime uğradığını; bundan dolayı İslam’ın doğduğu ilk günlerdeki “özüne” geri dönmesi gerektiğini ifade eder. Ayrıca Selefilere göre İslam’ın doğduğu ve yayılmaya başladığı dönemde dini önderlerin uygulamaları tüm Müslümanlar için rehberdir ve bunlar tartışmaya açık değildir. Bu “büyük amaca” ulaşmak için “kafirlerin” cezalandırılması son derece meşru olacaktır. Hz.Muhammed’in İslam’ı, en doğru, hakiki ve tartışılmaz İslam’dır.
Bu noktada akıllara şöyle bir soru gelebilir: “Selefiler, Hz.Muhammed’in İslam’ı ve diğer İslam diye bir ayrıma mı gidiyorlar?’’ Aslında Selefiler, bugünkü İslam’ın pratiğini tamamıyla reddediyorlar; çünkü onlara göre bugünkü İslam dar-ül harp olarak nitelenen “kafilerle” iyi geçinen, İslam’ın gereklerini yerine getirmeyen Müslüman görünümlü “kafirlerin” arkasına sığındıkları kavramdan ibaret. Mesela IŞİD bu nedenle El Nusra’dan İslam Cephesi’ne; AKP’den Kuveyt’e, Suudi Arabistan’a kadar yaklaşık 200 kişiyi, kurumu, örgütü ve devleti “tağut” ilan ettiğini açıkladı. Yani Allah’ın hükümleri dışında hükümler koymakla suçladıkları bu kesimleri hedef tahtasına koymuş oldular.
Selefilik, belirttiğimiz nedenlerden dolayı radikal İslamcı terör örgütlerinin ideolojik altyapısını oluşturmaya son derece uygun bir düşünce. Çünkü Selefilik, değiştirmeyi, dönüştürmeyi vaat ederken İslam’ın ilk zamanlardaki “saflığına” ve özüne muhakkak geri dönülmesi gerektiğini ifade ediyor. Bu değişimin, geriye dönüşün gerekirse zor yoluyla olması gerektiğini söylüyor. Ayrıca Selefilik, ötekileştirmeye çok uygun bir ekol. Radikal İslamcı terör örgütlerinin “Batı bizi eziyor, onun maşası olan tağut, yani yalancı İslamcılar da onlarla işbirliğine gidiyor” söylemine düşünsel zemin hazırlıyor.
Ayrıca Selefiliğin Kuran yorumunun son derece sert olduğunu eklememiz gerekir. Örneğin IŞİD’in Tevbe Suresi 5. Ayet’i, gerçekleştirdiği eylemleri tabanına anlatıp meşrulaştırırken kullandığını görüyoruz. Tevbe Suresi 5. Ayet’te şöyle yazıyor: “Bu büyük hac gününde Allah ve elçisi tarafından bütün insanlara bildirilen şudur: Allah’ın o müşriklere desteği yoktur; elçisinin de öyle! Ey müşrikler, tevbe ederseniz hayrınıza olur. Sırt çevirirseniz bilin ki, siz Allah’ı çaresiz bırakamazsınız! Görmezlikten gelenlere (kâfirlere) acıklı bir azabı müjdele!”
IŞİD gibi selefi terör örgütleri söz konusu ayeti cinayetlerini meşrulaştırıcı bir araç olarak kullanırken daha yumuşak İslami ekollerin temsilcileri ise IŞİD’in Kuran’ı işine geldiği gibi yorumladığını ve söz konusu ayetten sonra gelen ayeti incelemeden kendisine göre sonuç çıkarttığını iddia edebiliyor. İslam’ın görece yumuşak ekolleri, Kuran’daki bu ayetlerin cinayetler için meşrulaştırıcı birer araç olamayacağını, Kuran’da yer alan bu cümlelerin İslam’ın ilk günlerindeki sertliğinden kaynaklandığını ve bu dönemde yaşanan savaşlara atfen Kuran’da kullanıldığını ifade ederek ayetlerden bugüne dair bir sonuç çıkartılamayacağını belirtiyor. Selefiler ise, zaten İslam’ın ilk zamanlarına geri dönüş için savaştıklarını ve o günler için söylenenlerin bugün de geçerli olduğunu söyleyerek cinayetlerine devam ediyor.
Sonuç olarak, Selefilik (ya da seleffiye) radikal İslamcı örgütlerin ideolojik meşruiyet sağlama çabalarına son derece uygun bir ekol. Ortadoğu coğrafyasının sertliği, Batı müdahalesi ve halkların alternatifsizliği İslam’ın sert yorumları olan Selefiliğin ve Vahhabiliğin siyasallaşmasına neden olmuştur.
Selefiliğin Radikal İkamesi: Vahhabilik
Bilindiği gibi, radikal İslamcı terör örgütlerinin bir kısmı “Selefi-Vahhabi” olarak nitelendirilebiliyor. Bu nitelendirmeden dolayı, doğal olarak, akıllara “Selefilik ve Vahhabilik aynı mı? Farklı mı?” sorusu gelebiliyor. Bu nedenle Selefiliği ele alırken Vahhabiliğe de değinmenin gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Vahhabiliğin din anlayışı, Muhammed bin Abdülvahhab’in üzerinde önemle durduğu tevhit (Allah’ın bir olarak görülmesi, ona ortak koşulmaması) konusundaki yorumu çevresinde toplanır. Muhammed bin Abdülvahhab’a göre tevhid, kullukta yalnızca Allah’ı tanımaktır. Vahhabilik, Muhammed’in döneminde bulunmayan şeyleri terk ederek bir tek Allah’ı tanımak gerektiğini ifade eder. Bu tevhide Ameli Tevhid denir. Bunlara ek olarak Vahhabilik ekolü şöyle söyler: “Herhangi bir hüküm koyucu tanımak, Allah’tan başkasından yardım dilemek, Muhammed için bile olsa, Allah dışındaki bir varlık için kurban kesmek, adakta bulunmak kişiyi küfre düşürür, can ve mal dokunulmazlığını ortadan kaldırır.”
Ayrıca Vahhabilere göre sevap umarak Muhammed’in kabrini ziyaret bile şirke neden olabilir. Şirke aracı olmamak için, mezar ziyaretleri, türbe yapımı kesin olarak yasaklanmalıdır. Ölülerden medet ummak müneccimlere inanmak, Muhammed’in anısını yüceltmek, hırka-i şerif, sakal-i şerif ziyaretleri yapmak, Allah’tan başkasına ibadet etmek, ona ortak koşmaktır. Mevfit toplantıları düzenlemek, bu toplantılarda mevlit okumak, sünnet ya da nafile namazlar kılmak ve göz değmemesi için nazar boncuğu takmak, muska takınmak, ağaç, taş vb. şeyleri kutsal saymak, bir hastalık ya da beladan kurtulmak, güzel görünmek vb. için boncuk, ip gibi şeyler takınmak, sihir, büyü, yıldız falı gibi şeylere inanmak, iyi kişilerden, velilerden iyilik dilemek onlara dua etmek onlardan yardım dilemek gibi şeyler de tamamıyla yasaklanmalıdır.
Belirttiğimiz gibi Vahhabiler türbeleri ya da Allah’a ortak olabilecek ibadet alanlarını hoş karşılamazlar. IŞİD’in türbeleri yıkmasının dinsel altyapısını Vahhabiliğin bu öğretileri oluşturur. Bu yüzden Vahhabilik Sünni İslam ile birçok noktada ayrılıken Selefilikle birçok noktada benzerlikler gösterir. Hatta Türkiye’deki Selefilerin çoğu kendilerini aynı zamanda Vahhabi olarak tanımlar. Vahhabiliğin İslam’ın “doğru” öğretilerinin uygulanmasını sağlamaya yönelik bir ekol olduğunu belirtebiliriz. Vahhabilik bugün İslami açıdan yapılması ve yapılmaması gerekenleri sıralarken Selefilikle parallelik gösterir. Selefilik de bugünkü İslam’ın pratiğinin tamamen yozlaşmış olduğunu yerine gerçek İslam’ın tahsis edilmesi gerektiğini ifade ederken Vahhabiliğin söylediklerinden farklı şeyler söylemez. Kısacası, ikisi arasında uygulama bakımından ciddi farklar bulunmamaktadır.
Selefilik Ne Zaman Ortaya Çıktı?
Selefiliğin tarihi, İslam’ın ekollerinden biri olarak son derece eski; fakat Selefiliğin radikal İslamcı terör örgütleri tarafından siyasallaştırılmasının tarihi o kadar da eski değil. Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da aktif olduğu yıllarda Selefilik ekol olarak henüz siyasallaşıp terör örgütlerine ideolojik altyapı oluşturmuyordu. Sözünü ettiğimiz dönemin Ortadoğusunda genelde İslam’ın laik yorumları ön plandaydı.
SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesinden sonra bu durum büyük ölçüde değişti. ABD’nin palazlandırdığı radikal İslamcı terör örgütlerinin bu dönemde selefi ekolünü siyasallaştırmaya başladığını belirtmemiz gerekir. SSCB’nin çözülmesinden sonra Ortadoğu coğrafyasındaki İslami tonlar giderek koyulaştı. İran İslam Devrimi’nden sonra artan Şii etkisini, SSCB’nin dağılmasından sonra Şii etkisine karşı Ortadoğu’daki radikal İslamcı grupları besleyip yönlendiren Sünni aktörlerin çabası izledi. SSCB’yi Afganistan’dan çıkartmak için bölgedeki radikal unsurları palazlandıran ABD’nin Selefilikle beslenen örgütleri güçlendirdiğini belirtmiştik. Bu örgütler Afganistan’da hakim olan Hanbeli mezhebini süreç içerisinde tartışmaya açık olmayan, sorgulanması kesinlikle yasaklanan bir mezhep haline getirdi. Böyle bir ortamda Afganistan’da giderek güçlenen radikal İslamın Selefi yorumu da iyice güç kazandı. Zira Hanbeli Mezhebi ve Selefilik arasında ciddi bağlar bulunuyor. Mesela Usame Bin Ladin, Hanbeli ve aynı zamanda Selefidir. Ayrıca eklemek gerekir ki Hanbeli Mezhebi’ne bağlı Kuveyt, Bahreyn ve Suudi Arabistan da Şii yayılmacılığa karşı Selefiliği siyasallaştıran terör örgütlerine çoğu zaman destek vermiştir.
ABD’nin 11 Eylül saldırılarından sonra toplumsal destek bulan radikal İslamcı unsurları örgütleyenlerin başında gelen Taliban ve Usame Bin Ladin, Selefiliği siyasallaştıranların başında geliyor. ABD’ye karşı Afganistan ve Pakistan’da verilen sert mücadelenin ideolojik temellerini Selefilik üzerine kuran Usame Bin Ladin ve Taliban, önemli başarılar elde edince Selefiliğin siyasal yorumu Afganistan’ın ve Pakistan’ın sınırlarını aşıp El Kaide ve türevlerinin güçlenerek pek çok Ortadoğu ülkesinde faaliyet yürütmesine neden oldu.
Yazının giriş paragrafında, Selefi terör örgütlerini yaratan unsurların başında Ortadoğu’yu sürekli kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışarak bölgeye müdahale eden emperyalizmin geldiğini belirtmiştik. Batı, Selefiliğin siyasallaşmasına neden olan en büyük adımlarından birini Irak’ta attı. İran-Irak savaşında Saddam’a verilen büyük destek, Saddam’ın sürekli palazlandırılması bölgedeki Selefi terör örgütlerinin sonraki dönemde atacağı adımları kolaylaştırdı. Örneğin bugün Irak’taki Baas kalıntıları IŞİD’e açıkça destek verdiğini söylemekten çekinmiyor.
ABD’nin Saddam’ı devirdiği dönemde Irak’ta giriştiği katliamlar, bölgenin dokusunu bozmaya yönelik attığı adımlar da Selefiliği siyasi yorumlayan terör örgütlerinin toplumsal destek bulmasına neden oldu. El Kaide ve IŞİD gibi örgütlerin ortaya çıkışı birden olmadı. Bu örgütlerin, sözünü ettiğimiz tarihsel gelişmelerin toplamının bir sonucu olduğunu belirtmek gerekir.
“Bumerang” Etkisi
Hanbeli mezhebine bağlı Suudi Arabistan’ın, Kuveyt’in ve Bahreyn’in Selefi terör örgütlerine destek verdiğini belirtmiştik. Bunlara Sünni Katar’ı da eklemek lazım. Suriye iç savaşı sırasında bu ülkeler Esad’ın devrilmesi için Selefi teröristlere ölümcül bir destek verdi. “Ölümcül” diyoruz çünkü dün besledikleri IŞİD bugün kendilerini açıkça tehdit ediyor. IŞİD, ABD’nin son saldırılarından Suudi Arabistan’ı sorumlu tuttuğunu çok sert sözlerle açıkladı ve saldırılara cevap vereceğini ilan etti. Suudi Arabistan bu korkudan dolayı IŞİD tehdidine karşı, silahlanma bütçesini arttırdı. Kaldı ki IŞİD’in ekonomik, siyasi ve ideolojik nedenlerle Suudi Arabistan’ı ele geçirmeyi ne kadar çok istediği bilinmektedir. Suudi Arabistan’ın bu refleksine rağmen IŞİD’in cevap verme yönteminin bombalı eylemler olduğu gerçeğine dayanarak özellikle Suudi Arabistan’ın önemli şehirlerinde Reyhanlı saldırısına benzer patlama haberlerinin gelebileceğini öngörebiliriz. Suudi Arabistan dışında Katar, Kuveyt, Bahreyn ve diğer pek çok devlet IŞİD’in hedefleri arasında yer alıyor.
AKP ve Selefi Örgütler
Rehinelerin Türkiye’ye gelmesi sürecinde Tayyip Erdoğan “…velev ki takas var…” diyerek IŞİD’le takas iddialarını iyice güçlendirdi. AKP, IŞİD’e rehineler karşılığında para vermediğini iddia ediyor. Musul Merkez Bankası’ndaki paraları kasasına dolduran, petrol ticareti yapan dünyanın en zengin terör örgütünün rehineler karşılığında para isteyeceğini düşünecek kadar saf değiliz zaten! AKP, rehineler karşılığında IŞİD’e ne verdiğini ya da neleri vaat ettiğini açıklamak zorundadır. Aksi halde bugün terör örgütleriyle anılan Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerin durumuna Türkiye’yi de düşürecek ve sınırları yol geçen hanına çevirip Türkiye’de açıkça faaliyet yürüten IŞİD teröristleri, yarın yeni Reyhanlı saldırıları gerçekleştirebilecektir.
Kısacası AKP, IŞİD tehdidini büyütüyor ve bu tehdit AKP’nin umurunda bile değil. Zira IŞİD’in Selefi İslam yorumuyla AKP’nin Sünni İslam yorumu son derece benzer nitelikler taşıyor. Bu benzerliği belirlemek için AKP’lilerin illa ki kafa kesmesi gerekmez! AKP ve IŞİD’in İslam yorumları, ekoller farklı olsa da temelde aynı. İkisi de ötekileştirici, farklı seslere tahammülsüz, sorgulama kabul etmeyen, dayatmacı ve yayılmacı özellikler gösteriyor. IŞİD kendi perspektifini Ortadoğu’ya dayatmak için Suriye ve Irak’ta yüz binlerce insanın ölümüne neden olurken AKP “Yeni-Osmanlı” düşüncesini Ortadoğu’ya hakim kılmak için yolladığı tırlar dolusu mühimmatla, besleyip büyüttüğü teröristlerle Suriye’deki ölümleri sürekli arttırdı ve timsah göz yaşları döktü. IŞİD kendisi gibi düşünmediği için insanların kafasını keserken; AKP kendisi gibi düşünmeyenlerin kafalarına biber gazı attı, birçok kişinin ölümüne onlarca kişinin yaralanmasına neden oldu. Çocuk yaştaki Berkin Elvan ekmek almaya giderken kafasından biber gazı kapsülüyle vurulup öldüğünde özür dilemek şöyle dursun, Erdoğan, Berkin Elvan’ın acılı annesini insanlara yuhalattı. Kısacası AKP, IŞİD’in yalnızca Selefi ekolü kendisinin yorumladığı gibi yorumlayanlara yaşam alanı tanırken; AKP de yalnızca Sünni İslam’ı kendisi gibi yorumlayanlara yaşam alanı tanıyor.
Tekrar belirtmekte fayda var: AKP ve IŞİD birçok açıdan birbirinin aynası. Ve şu noktayı da tekrar belirtmekte yarar görüyoruz: Selefiliğin siyasi yorumu Batı’nın bölgeye müdahalesi ile büyüdü ve bugün önü alınamayan IŞİD belası Vahhabi-Selefi ekolün öğretilerinin yarattığı uyuşturucu etkisiyle mezhep çatışmalarından beslenmeye devam ediyor, toplumsal desteğini arttırıyor. Batı ise kendi yarattığı belayı kendi çıkarları doğrultusunda sınırlandırmaya gayret ederken Körfez ülkeleri ABD’nin telaşlı taşeronları olarak IŞİD’in sınırlandırılması için beyhude çaba harcıyor. Ortadoğu’da sosyalist şiar yükseltilip Selefi terör örgütlerinin beslendiği mezhep çatışmaları son bulmadıkça ve Batı bölgeye müdahale etmeye devam ettikçe Ortadoğu kan ve vahşetle anılmaya devam edecektir.
Türkiye’de Selefiler Güçlenir mi?
AKP, iktidarı boyunca her türlü cemaati olabildiğince destekledi. Başlangıçta bu destekten aslan payını Gülen cemaati alıyordu. Ama AKP ile aralarında çıkar çatışması başlayınca kıyamet koptu. Şimdi AKP var gücüyle diğer cemaatlere imkanlar yaratıyor. Tabi ki Selefi tehlikenin büyümesi sadece maddi imkanlarla ilgili değil. Tıpkı Ortadoğu’da Selefilerin siyasallaşma örneğinde olduğu gibi meselenin siyasal boyutu birinci derecede rol oynayacaktır. Türkiye’den Suriye’ye savaşmaya giden yüzlerce fanatiğin fanus içerisinde yaşamadığı ve etkin bir çevrelerinin olduğu ortadadır. Bu kesimler cihat, şehitlik derken her geçen gün etki alanlarını genişletmektedirler. AKP’nin yozlaşmışlığa batması da Selefi köktenciliğin radikal zeminini güçlendirmektedir. Ne de olsa siyasi İslam’ın bir kesimi Antikapitalist Müslümanlar örneğinde olduğu gibi sola yelken açarken diğer bir kısmı ise daha köktenci bir yöne evrilecektir. Türkiye’de İslamcılar ve tarikatlar, en büyükleri Milli Görüş olmak üzere (Kürt realitesinin izlerini taşıyan Hizbullah dışında) hep düzenle barışık eğilimlerdi. Sistemin merkezine gelmek, sistemin nimetlerinden yararlanmak istiyorlardı. AKP ile bunu başardılar da. Diğer taraftan az önce bahsettiğimiz gibi AKP farklı radikalleşmelerin kapısını aralamıştır ve bu kapıdan Selefiliğin girmesi hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.