Bolivya Dersleri – V.U. Arslan

Bolivya Dersleri – V.U. Arslan

Bolivya’nın en büyük kenti Santa Cruz’da örgütlenen ırkçı toprak ağalarının (agro-kapital), kapitalistlerin ve ABD’nin imzasını taşıyan askeri darbeye karşı Bolivyalı yoksulların, Kızılderili yerlilerin ve gençlik kitlelerinin cesur direnişi sürüyor. Başkent La Paz, El Alto gibi şehirlerde polis eylemcilere şiddetle saldırırken, madenciler bazı ana yolları barikatlarla trafiğe kapattı. Ölü sayısı giderek artarken sınıf mücadelesinin bazı temel kuralları bir kez daha kanla yazılıyor.
Başta Latin Amerika’da olmak üzere tüm dünyada sınıf mücadelesi şiddetlenirken Bolivya derslerini çıkarmak bir hayli önemli.
Bu derslerden birincisi, solcu-reformist bir politikacının seçimlerle devlet başkanı olduğu zaman boş yere devleti yönettiğini zannetmesiyle ilgilidir. Evo Morales’i deviren darbeye giden yolda dönüm noktası polis kuvvetlerinin saf değiştirmesi oldu. Ardından ordu da tarafını değiştirdi ve generaller Evo Morales’i istifaya zorladı. Morales’i devirmekte anahtar rol oynayan polis ve ordu kuvvetlerinin basbayağı fanatik Hıristiyan, yerli düşmanı aşırı sağ motiflerle hareket ettiği görüldü. Yani 2005’ten beri 14 yıldır iktidarda olan Morales, bunca zaman boyunca orduda ve poliste ne güvenilir unsurlar oluşturabilmiş ne de sağ kanat halk düşmanı görevlileri tasfiye edebilmiş. Üstelik Latin Amerika’yı arka bahçesi olarak gören ABD’nin aralıksız müdahalelerinin olduğu bir coğrafyadasınız ve kritik noktadakilerin parayla satın alınabildiğini gayet biliyorsunuz. Zayıf düştüğünüz an işinizi bitirmeye geleceklerdir ve geldiler de.

Allende, Chavez, Maduro ve Morales

Venezuela‘da ülkeyi felakete götüren Maduro’nun onca ekonomik çöküntüye rağmen ayakta kalabilmesinin temel koşulu orduyu sağlama almasıydı. Bunu mümkün kılansa Chavez‘in 2004’te başarısız darbenin itilimiyle orduda büyük temizlikler yapmasıydı. Ama mesele bundan ibaret değil. Bugün ordu üst kademesinin Maduro‘nun arkasında durmasında ideolojik bağlılıktan ziyade yolsuzluk bağlarının daha etkili olduğu söylenebilir. Nitekim Bolivya’daki başarılı darbenin ardından Venezuela’da ordunun bir sınamaya daha tabi tutulacağını tahmin edebiliriz.
Bolivya’da Evo Morales orduyu boş bırakmanın bedelini ödedi, tıpkı 1973’te Şili‘de kapitalist sistemden kopmayan ve generallerle uzlaşma arayan Salvador Allende gibi. Allende’den farklı olarak Evo Morales, “kan dökülmemesi” adına ülkeyi terk edip Meksika’ya kaçarken güney Amerika’nın bu en yoksul ülkesinin emekçileri, köylüler ve Kızılderili yerlileri kaderlerine terk edilmiş oldu. Irkçı toprak ağalarının (agro-kapital) lideri Camacho gibileri karşısında Morales türü bir politikacı fazlasıyla ılımlı ve kaypak kaldığından iç savaşta Morales’in emekçilerin liderliğine soyunmasını beklemek aptalca olurdu. İç savaş diyoruz, çünkü iktidarı ele geçirmek için gözünü karartmış olan mülk sahibi sınıfların iç savaşı göze aldığı çok açık. Öyleyse emekçilerin ülkenin kanını emen bu asalak ırkçı tabakadan bir kez ve tamamen kurtulması için iç savaşı göze alması gerekir.
Morales’in ılımlılığından bahsetmiştik… Hile karıştırıldığı öne sürülen seçimlerden sonra başlayan protesto dalgasında Morales öyle ödünler verdi ki darbeciler daha da cesaretlendiler ve güçlendiler. Nihayetinde önce polis ve sonra ordu saf değiştirdi. Kapitalistleri ve toprak ağalarını zafere götüren asıl sebep ise Morales’in emekçi desteğini kaybetmesiydi. Morales zamanında yoksulluğun yarı yarıya azaldığı ve Bolivya ekonomisinin Latin Amerika’nın en hızlı büyüyen ekonomisi olduğu söylense de Bolivya güneyin en yoksul ülkesi olmayı sürdürüyor. Belli ki ekonomik büyümeden faydalananlar kapitalistlerden başkası değildi. Neticede 10 milyonluk ülkede 2 milyon işçiyi temsil eden Bolivya işçi sınıfının tarihsel örgütü COB (Bolivya İşçi Merkezi) Morales’ten desteğini çektiğini açıkladı. Morales ılımlı ve kapitalistlerle birlikte iş tutan çizgisiyle emekçileri kendisinden giderek uzaklaştırmıştı. Nitekim seçim sonrası Morales’e karşı başlayan protesto dalgasının ilk etabında ciddi ölçüde emekçi katılımı da mevcuttu, ama arkada aşırı sağın sıkılı yumruğunu gören emekçi sektörleri eylemlerden çekilmekte gecikmediler.

Bolivya’nın Devrimci Damarları

Bolivya işçi sınıfı ve COB’nin uzun ve radikal bir mücadele geleneği bulunuyor. Son 20 yıla baktığımızda 1999, 2000, 2003 ve 2005’te çıkan emekçi isyanlarını görüyoruz. Bunların sonuncusunda şimdilerde Evo’nun yerine geçmesi beklenen sağcı devlet başkanı Mesa devrilmişti. İşçi hareketi devrimci liderlikten yoksun olduğu için ayaklanmayı ilerletememiş, neticede yapılan seçimlerde emekçileri temsil etme iddiasındaki MAS ve lideri Morales iktidara gelmişti. Emekçiler hiçbir zaman Morales’ten tam anlamıyla hoşnut olmasalar da COB bürokrasisi zamanla Morales’e katılmıştı. Son dönemeçte ise Morales’i terk ettiler.

Liderlik Krizi

Bu noktada yine devrimci durumlarda belirleyici meseleye geliyoruz. İsyancı kitleler devrimci Marksist liderliğe sahip olmadıkları durumlarda mecburen seçimlerde boy gösteren Morales gibi reformist politikacılara mahkum oluyorlar. Onlar da en iyi durumda emekçiler lehine bir takım sınırlı reform yapıp toplumsal muhalefetin dinamiğini düşürüyorlar ve bu arada devlet katında bir sürü kirli işe karışıyorlar. Kapitalistler ve sağ kanat ise bu hükümetlerin sınırlı reform paketini sineye çekip, bir yandan hükümetten iş kapmaya çalışıyor bir yandan da kitle hareketinin gevşediği anda bu sol hükümetlleri devirmenin fırsatını kolluyor. Bolivya’da olanın özeti budur. Şili’de, Ekvador’da, Venezuela’da, Haiti’de de, tabi ki yerel farklarla, yaşananlar ve yaşanacak olanlar bu döngüyü işaret etmektedir.
Bu yüzden işçiler, köylüler ve gençler reformizmin bariz olan sınırlarını aşıp sosyalist devrim için bir devrimci Marksist parti etrafında örgütlenmedikçe bu döngüden kurtuluş mümkün görünmüyor. Bunu gerçekleştirmek de kıtadaki devrimci Marksistlerin görevi.
KATEGORİLER