Yunanistan İzlenimleri – V.U. Arslan
Geçtiğimiz hafta Yunanistanlı devrimci Marksist yoldaşlarımız OKDE-Spartaküs ve sosyalist çatı örgütü ANTARSYA’nın davetlisi olarak Atina’da idik. 15-16 Kasım’da Antarsya’nın Ekim Devrimi’nin 100.yılı vesilesi ile düzenlediği konferansın ikinci gününde konuşmacı bendim. Konu; “Ortadoğu, Emperyalizm ve Savaş”tı. Türkiye dışında Filistin, Fransa ve Yunanistan’dan sosyalistlerin konuşmacı olduğu konferans bizler açısından oldukça verimliydi. 17 Kasım’da ise 1973’te Albaylar Cuntası’nı deviren halk hareketinin kıvılcımını yakan Politeknik Üniversitesi Ayaklanması’nın yıldönümünde her yıl olduğu gibi büyük bir yürüyüş düzenlendi. Yunanistan sosyalistleri için geleneksel olarak en önemli gün olan 17 Kasım, bu yıl da her zamanki gibi bir hayli görkemli geçti. Neticede Yunanistan ziyaretimiz bizler için çok önemli bir deneyim oldu, bunları paylaşmamak olmazdı.
Krizin Yansımaları
Yunanistan 2008’den beri büyük bir ekonomik krizin içerisinde. 2012 civarında %-8’lere kadar ulaşan küçülmelerden sonra nihayet uzun bir aradan sonra 2017’de sıfırın üzerine çıkıldı. Büyümenin başlaması aslında yanıltıcı çünkü krizin faturasını emekçiler ödediği için dar gelirlinin krizi bitecek gibi değil. Yunanistan işçi sınıfı ve hatta orta sınıfları, bu süreçte %30’lar civarında yoksullaştı. Yaklaşık 10 yıl süren büyük yoksullaşma ve derin küçülmeden sonra %1’lik bir büyümenin yakalanması gayet normal. Ne de olsa sonsuza kadar küçülemezsiniz. Diğer taraftan Yunanistan kapitalistlerinin en kötünün geride kaldığını hissettiği de bir gerçek. Son yıllarda turizmde yaşanan patlamanın Yunanistan kapitalizmi için büyük bir nimet olduğu ortada. Yunanistan’ın turizmde Akdeniz havzasındaki en büyük rakipleri olan Mısır ve Türkiye’nin yaşadığı büyük gerileme, Yunanistan’a yaramış durumda. Gemi işletmeciliği ve bankacılık dışında Yunanistan kapitalizminin ana dayanağı ve istihdam kapısının turizm olduğu biliniyor. Turizm ilacının başlıca yan etkisi ise çarpık yapılaşma olmuş. Yunanistanlı yoldaşlar, güzelim Ege adalarının betonla kaplandığını ifade ettiler. Turizmin etkisini kasım ayında Atina’da gözlemlemek hiç de güç değil. Etkili sağanak yağışların başladığı bu zamanda bile çok sayıda Avrupalı turisti ağırlıyor Atina sokakları. Her köşe bucakta kafeler, restoranlar, tavernalar müşterilerini ağırlıyor. Bunların hepsi elbette ki turistler değil. Yunanistan halkının, söylendiği gibi, yaşamayı bildiği ve gelirlerinin bir kısmını eğlenceye ayırdığını gözlemliyoruz. Diğer taraftan caddelerdeki otomobillerin çok azı 10 yaşın altında. Burdan da anladığımız, Yunanistan halkının çoğunluğu için gelirinin önemli bir kısmını araba ya da gayrımenkule yatırmak hiç de çekici değil. Kaldı ki halkta pek fazla paranın olmadığı da görülüyor. Eğer kira ödüyorsanız 680 Euro’luk asgari ücretle yaşamanız mümkün değil. Öğrencilerin önemli bir kısmı da çalışmak zorunda. İşsizlik ve geleceksizlikten bunalan bir çok genç yurtdışına yerleşiyor ya da yerleşme planı yapıyor. Yüksek vergilerden ötürü kayıt dışılık bir hayli artmış durumda. Neticede ara kapanıyor ve Yunanistan’da yaşam, diğer Balkan ülkelerinin ortalamasına doğru geriliyor. Yunanistanlı kapitalistler ve uluslararası güçler Yunan tragedyasında istediklerini alan taraf durumunda. İşçi sınıfı ise krizin bedelini yoksullaşarak ödedi. Bu bedel devrimci Marksist öncünün yeterince gelişmemiş olmasının bir sonucuydu.
Mülteciler
Orada bulunduğumuz süre boyunca mülteciler (ve göçmenler) meselesinin Yunanistan için ne kadar büyük bir sorun olduğunu gözlemledik. Bizdekinin tersine Yunanistan’da mülteciler, kıyıya köşeye itilmiş ve görünmez halde değil, şehrin en merkezi yerlerinde kalabalık halde genç erkek topluluklarına rastlıyorsunuz. Yunanistan mültecilerin ve göçmenlerin varmak istedikleri sorun durak değil, ama kuzey Avrupa’ya geçmek o kadar kolay değil. Yüz binlerce göçmen ve mülteci Yunanistan’da sıkışmış durumda. Yunanistan’daki kamplarda yaşam oldukça zor. İnsanlarda iş ve para yok. Belki de bu yüzden genç göçmen erkekler, Atina sokaklarında uyuşturucu satışı ve yan kesicilik gibi işlere fazlasıyla bulaşmış durumda. Altın Şafak gibi aşırı sağcı çeteler bu durumu istismar etseler de Yunanistan halkının bir hayli hoşgörülü olduğunu söylemeliyiz.
Suriye, Irak, Eritre, Afganistan, Somali, İran, Pakistan, Arnavutluk gibi ülkeler, göçmenlerin kaynakları durumunda. İşin acı tarafı son dönemde Türkiye’den de Yunanistan’a kaçan insan sayısı büyük oranda artmış durumda. FETÖ davasından aranan binlerce insan dışında Kürt hareketinin çevresinden de Yunanistan’a geçen insan sayısı bir hayli artmış. Bunların çok azı Yunanistan’da kalmayı planlıyor. Bizler Atina’da 1978 ve 1990’lar kuşağından sol siyasal sürgünlerden Yunanistan’da kalmış olanlarla bolca sohbet etme şansını yakaladık. Bunların bir kısmı Yunanistan’daki yaşama daha iyi entegre olmuş ve mücadelelerini buradaki Marksist örgütlerle verirken bir kısmı ise geçen onlarca yıla rağmen esas olarak kendilerini Türkiye’deki mücadeleye ve geldikleri geleneklere ait hissediyorlar. Bir çeşit arafta kalma durumu.
KKE ve Syriza
Yunanistan işçi sınıfı krizde bedeli ödeyen taraf oldu çünkü, 40’a yakın genel grevi bir genel grev hareketine dönüştüremediler. 24 saate sıkıştırılan grevler (ikisi 48 saatti) bir süre sonra hava boşaltmaya dönüşmüştü. Sendikal bürokrasi daha radikal emek hareketine geçit vermedi. Batan sosyal demokrat PASOK kökenli bürokratlar ile Yunanistan Komünist Partisi (KKE)’li bürokratlar genel grevleri kasıtlı biçimde sınırlandırdı. Düşünün, Yunanistan’ı daha önce görülmemiş bir ekonomik kriz vuruyor, sayısız eylem ve 40’a yakın genel grev örgütleniyor, ama oldukça güçlü bir üye tabanı ve sendikal mevzisi olan KKE, emekçiler için bir alternatif ve umut olamadığı gibi tersine zayıflıyor. Çünkü KKE, devrimci değil düzene sadık bir güçtür. Oynadığı kırıcı rol, aşırı sekterliği ve iticiliği nedeniyle hiçbir şekilde emekçiler için alternatif olacak durumda değillerdi. Dolayısıyla kriz tüm şiddetiyle Yunanistan’ı vurduğunda siyasi kulvardaki diğer sol aktör olan Syriza ve Tsipras’ın yükselişi için şartlar hazırdı. KKE’den Eurokomünist bir eğilim olarak ayrılanların oluşturduğu Syriza, bir yandan AB’de kalmayı savunan “makul” bir parti, diğer yandan emekçilerin haklarını savunan sol bir alternatif ve KKE’den farklı olarak sekter olmadığı için atak yapmaya açık bir güçtü. İktidarının başlarda sıkı pazarlıkçı gibi duran Tsipras’ın pili çabuk bitti. Syriza, Merkel’in emirleriyle emekçi düşmanı politikaları uygulayan, PASOK’laşan bir partiye dönüştü. Bu, sistem için büyük bir kazanımdı çünkü şayet bu süreçte iktidarda sağcı bir parti olsaydı sosyal ve ekonomik kesinti paketlerini hayata geçirmek çok daha zor olurdu. Yunanistan burjuvazisi krizin en kötü zamanında bir iç savaş örgütü olan Neo-Nazi Altın Şafak’ı devreye sürmüştü. Durum o raddeye kadar gelmişti. Oysa Syriza ve diğerleri sayesinde işler kontrol altına alınınca Altın Şafak da geriye çekildi.
Syriza bu kadar sağa kayınca bir tepki olarak partiden ulusalcı bir damarı da olan bir kanat koptu. Etrafında bir takım küçük sosyalist partileri de toplayan bu güç Halkın Birliği (LAE) adını aldı. Çizgisi nedeniyle “Syriza reloaded” olarak adlandırılan LAE girdiği ilk seçimde %2.9 ile kıl payı baraj altında kaldı ve ardından inişe geçti.
Anarşistler
Ortodoks Stalinci geleneği sürdüren KKE ölçeğinde bir siyasi parti yeryüzünde yok. Aynı şekilde anarşist hareketin de yeryüzünde bu kadar etkinlik kurabildiği başka bir ülke düşünülemez bile. Aslında bu ikisinin uzun yıllar boyu birbirini beslediğini söyleyebiliriz. 100 yıldır Yunanistan solunu ve işçi hareketini domine eden KKE öylesine devletçi, bürokratik ve özünde rejime sadık ki güçlü radikalizm geleneği olan Yunanistan’da tepki hareketinin alternatif yokluğunda tam tersi iddialara sahip anarşistlere kaymasına şaşmamalı. Yunanistan’da irili ufaklı onlarca farklı anarşist, anti-otoriter ve otonomcu yapılanma bulunuyor. Bu yapıların pasifist olanından silahlı eylem ve soygun yapanlarına kadar birbirlerinden oldukça farklı yaklaşımları var ve kimi zaman fiziki çatışmalara dönecek kadar aralarında çekişmeler mevcut.
Gelgelelim anarşistler de çok can yakan uzun erimli krizde bir varlık gösteremediler. Gösterememeleri de aslında tesadüfi değil. Bir kere karşımızdaki güç, sınıf hareketini temel alan ya da ona yaslanan bir güç değil. Anarşizmin teorisinden kaynaklı olarak politika yapmak ve politik bir strateji belirlemek söz konusu değil. Tam da politik söylemin, genel şiarlar dışında somut bir şeyler talep edip kitle eylemlerini örgütlemenin gerekli olduğu anlarda anarşizm, çok da fazla işe yarayan bir silah değil. Oysa devrimci bir dönemde ya da kriz anında emekçilere dayanan, hızlı kararlar alıp disiplinli bir şekilde uygulayan, kitlelerin ihtiyaçları, mevcut ruh hali ve motivasyonuna göre sloganlar üreten, merkezi bir şekilde hareket eden, belirli stratejiler temelinde esnek taktikler kullanarak burjuvazinin ve emperyalist güçlerin hamlelerini boşa çıkaran bir devrimci partiye ihtiyaç duyulur. Anarşizm bütün bunların kötülüğüne inandığı için böylesi dönemlerde boşa düşer. Neticede olaylar sıkıştığında farklı burjuva güçlere yedeklenme kaçınılmaz hale gelir. Tıpkı İspanya İç Savaşı’nda olduğu gibi. Oy vermeyi bir küfür olarak gören anarşizm teorisine rağmen son seçimlerde anarşistlerin büyük çoğunluğunun Syriza’ya oy vermesi sıkışmanın ve siyasetsizliğin ilk yansımasıdır.
Anarşistlerin Yunanistan’da toplumsal mücadelelerdeki rolü büyük mitinglerin bitiminde polisle çatışma çıkarmak olmuş. Tepeden tırnağa siyahlar içerisinde, motorsiklet kaslı, büyük sopalı ve molotoflu bu grubun sıradan emekçilere pek de cazip gelmediği ortada. 2010’da bir miting sonrası molotoflanan bankadan kaçamayıp can veren içlerinde hamile bir kadının da olduğu 3 banka çalışanın kaderi, Yunanistan’da epey sarsıcı olmuş. Konuştuğumuz bir çok ortalama Atinalı 17 Kasım’da çıkacak çatışmalarla alakalı olarak bizleri uyardı, bizler de bundan emekçilerin büyük kısmının çatışmalardan korktuğunu ve bu yüzden eylemlere yabancılaştığını anladık. Anarşistlerin (büyük kısmının) genel emekçi kitlesinin ruh hali ile çatışmanın zamanlaması arasındaki korelasyonu anlamaları elbette ki mümkün değil…
Gördüğümüz, anarşistlerin Atina’nın Exarchia semtinde kendilerine has bir getto yaşamı örgütledikleri ve burada kaldıkları yönünde. Anarşistlerin birtakım işgal evlerinin olduğu Exarchia, polisle olan çatışmalardan başka aynı zamanda göçmenlerin ve uyuşturucu işinin merkezlerinden biri. Şehir merkezine yakın olan bölgede kiralar düşmüş, çöküntü alanı izlenimi oluşmuş. Syriza döneminde polisin yumuşadığı ve Exarciha’ya pek de müdahale etmediği anlatılıyor. Neticede ne Yunanistan ne de Atina Exarciha’dan ibaret .
Antarsya’nın Potansiyeli ve Gerçek Arasındaki Fark
ANTARSYA, içerisinde OKDE-Spartaküs’ten yoldaşlarımızın da olduğu sosyalist bir çatı örgütü. En büyük yapı, 1989’da KKE’nin sağcı Yeni Demokrasi ile hükümet kurmasını protesto ederek partiden ayrılanların kurduğu NAR (Yeni Sol Akım), ikinci güçlü yapı ise Troçkist Sosyalist İşçi Partisi-SEK. ANTARSYA, seçimlerde %1 civarında oy alan bir parti. Esas gücü ise sokak hareketinden geliyor, zira hatırı sayılır bir aktif militan gücüne sahip. Bunu eylem ve mitinglerde görmek mümkün. Örneğin Politeknik gibi üniversitelerde yapılan öğrenci sendikaları seçiminde ANTARSYA temsilcileri %20 oy alabiliyor.
Diğer taraftan ANTARSYA’nın da uzun kriz süresince beklenen çıkışı yapamadığını söyleyebiliriz. Bunun en başta gelen nedeni, ANTARSYA’nın gerçek bir cephe gibi hareket edememesidir. Yani emekçilerin dikkatini çekecek, ülkede gündem yaratacak, somut kampanyaları birlikte örgütleyen bir mücadele cephesi ortada yok. Kamuoyunda ANTARSYA’yı ifade edecek bir lider ya da sözcü bulunmuyor. ANTARSYA, daha çok çeşitli eylem ve etkinliklerde kullanılan bir imza ve seçimler için bir platform durumunda. Durum böyle olunca Yunanistan radikal sol kitlesi dışında ANTARSYA’nın etki alanı pek yok. Yani ANTARSYA, toplumsallaşmakta ciddi sorun yaşıyor.
Oysa Syriza’nın solunda alternatif olarak gelişmeye açık başka bir sol gelenek yok. Syriza’nın yarattığı hayal kırıklığı da düşünüldüğünde ANTARSYA’nın önündeki potansiyel daha da belirginleşiyor. Diğer taraftan bu potansiyele rağmen ANTARSYA’nın bileşenlerinin birbirlerinden epey kopuk olduklarını gözlemledik. Yoldaşlardan ANTARSYA bileşenlerinden iki Troçkist örgüt SEK ve OKDE-Spartaküs’ün daha sol bir duruşa sahip olduğu ve sağa ya da sola kayabilen pozisyonları olan güçlü NAR’ı dengelediklerini dinledik. Althusserci iki yakın oluşumun (ARAN ve ARAS) çoğunluğunun ANTARSYA’yı LAE lehine terk etmiş ve böylelikle ANTARSYA’nın bağımsız sınıf çizgisini terk etmeyi savunan sağ kanat mücadeleyi kaybetmiş. Bu iki yapılanmanın LAE içerisinde ciddi oranda güç kaybettiği bizlere anlatıldı. ANTARSYA’nın gerek Syriza gerekse de LAE karşısında kendi bağımsız sınıf çizgisini koruması oldukça önemliydi, nitekim ANTARSYA’nın dağılma riski söz konusuydu. Bu tehlike bertaraf edilse de ANTARSYA’nın içindeki yapıların fraksiyonel uyum sorunu çözülmüş değil.
Sınıf hareketinin mağlup olduğu, kabullenme hissiyatının geliştiği, gelişimin olası siyasi alternatifi olan ANTARSYA’nın da yetersiz kaldığı bir ortamda Yunanistan solunda karamsarlığın egemen olduğunu söyleyebiliriz.
Anarşist Küçük Bir Grup Politeknik Anmalarını Sabote Ediyor
Politeknik Ayaklanması’nın yıldönümü Yunanistan solu için oldukça önemli bir gün. 15 Kasım’dan itibaren insanlar ve sol gruplar okula gelerek çeşitli anma etkinlikleri yapıyor. Ayın 17’sinde ise bir gövde gösterisi hazırlanıyor. Bu yıl Yunanistan tarihinde bir ilk yaşandı. 30-40 kişilik bir anarşist grup, geceden okulu işgal ederek kendileri dışındaki sol gruplara anma izni vermeyeceklerini duyurdu. Gerçekten de okulun yüksek demirli giriş kapılarını kapatan yüzleri maskeli bu küçük grup, ellerindeki çeşitli silahlarla kapıda nöbet beklemeye başladı. Oysa ANTARSYA’nın etkinliği için yüzlerce kişi okul önünde buluşmuştu bile. Okulun kapısının önüne gelen ve “burada can verenler bizim yoldaşlarımızdı siz kim oluyorsunuz da anmaları engelliyorsunuz” diye veryansın eden daha yaşlı kimseler, demir parmaklıkların arkasındaki diğer gruptakiler tarafından pek de ciddiye alınmıyor. Anarşist gruba yönelik Junkies (uyuşturucu bağımlısı) suçlaması havada uçuşuyor…
ANTARSYA liderliği bunun bir provokasyon olduğu gerekçesiyle okulu ele geçirmek için saldırıya geçmeme kararı aldı. Gerçekten de ellerinde molotofları, kaskları, bıçakları ve Allah bilir hangi araçları olan bu grupla olan çatışmanın kanlı geçmesi işten bile değildi. Üstelik bu küçük gruba mesafeli yaklaşan diğer anarşist gruplar da “Marksistlerin” bu saldırısına karşı birleşebilirlerdi. Böylelikle uzun yıllara yayılan bir savaşın fitili ateşlenebilirdi. Bu yüzden ANTARSYA etkinliği okulun dışındaki caddede yapılsa da özellikle ANTARSYA bileşenlerinden NAR’ın gençliği için bu anarşist grubun zorbalığı kabul edilemezdi. Kapı önünde kalabalık ve öfkeli şekilde iki tur atıldı. Ucunda küçük kızıl bayraklar olan kalın sopalar ile göz dağı verilse de herhangi bir çatışma yaşanmaması için özen gösterildi. Yine de NAR gençliği saldırmama kararı alan liderliğe karşı öfkesini gizlemiyordu. Ertesi gün ise yapılan pazarlıklar neticesinde ve kimi diğer anarşist çevrelerin de araya girmesiyle bahsi geçen anarşist grubun işgali kampüs içerisindeki bir binaya çekilmişti. ANTARSYA etkinliği ve konferansı ikinci gün normal seyrinde gerçekleşebildi.
Bu noktada Yunanistan’da anarşistlere dair bazı genel kanılardan bahsetmek gerekir. Bu konuların başında anarşistlerin provokatif hareketleri ve içlerindeki polis varlığı geliyor. Genel grevler ve büyük mitingler sonrasında çıkan çatışmaları, güçlü ve etkin olduğu söylenen Yunan derin devletinin kışkırttığı iddiası çok yaygın. Geniş kesimler anarşistlere şüpheyle yaklaşıyor ve soldaki diğer aktörler de yaka silkmiş durumda. Ayrıca Politeknik’teki son olayda olduğu gibi laftaki otorite karşıtlığının uygulamada tam tersi biçimde kendinden olmayana yönelik saldırganlığa dönüşmesi suçlaması çok yaygın. Hatta diğer sol grup üyelerine karşı pusu kurmak ve ciddi saldırılara girişmek de olagelen işlerden birisi. Karşımızda temsili demokrasi karşıtlığı üzerinden öğrenci sendikaları seçimlerine bile saldırabilen bir anlayış var. Anarşizmin dünyadaki kalesinin karnesi gerçekten de kırıklarla dolu.
Eyleme Üniformalarıyla Gelen Erler
Yunanistan için 17 Kasım eylemi o kadar önemli ki o sırada zorunlu askerlik görevini yapan sosyalistler de bir yolunu bulup o gün izin alarak yasadışı bir şekilde eyleme katılıyorlar. Üstelik üniformalarıyla. Bu bir gelenek. Yanlarında askerleri koruyan kalabalık kızıl bayraklı ve sopalı bir koruma grubu. Korunuyorlar çünkü gözaltına alınmaları durumunda başları ciddi şekilde belaya girebilir. Nitekim yürüyüş sırasında ANTARSYA saflarındaki iki askeri ve etrafındaki koruma grubunu görünce şaşırdık. Ama daha sonra KKE’nin düzenlediği mitingden ayrılan otuz asker ve kalabalık koruma grubunu hızla yürürken görünce ilk etapta özel harekat mitinge mi saldırıyor gibi bir düşünceye kapılıyorsunuz. Ama sorunca onların KKE’li erler olduğunu anlayıp bir kez daha şaşırıyorsunuz. Yunanistan sosyalist solunun böyle bir geleneği varmış. Gerçekten de böyle bir geleneğin olması çok güzel ve bunun gibisinin dünyanın başka bir yerinde olduğunu hiç sanmıyorum. Yunanistan’ın radikal damarları bizleri bir kez daha etkiliyor. Düşünün, devrimci bir durum ve isyan koşullarında erlerin hangi yönde hareket edebileceği daha şimdiden belli oluyor. Yunanistan gerçekten de çok sıradışı bir ülke.