1966 İngiltere: Kupa Futbolun Beşiğine Dönüyor! – Fikret Seyhan
Jules Rimet Kupası 1966 yılında futbolun beşiğine yolculuk edecekti. Ama ne yolculuk! Kupa Westminster’da bulunan Methodist Central Hall’da sergilendiği sırada çalındı. 20 Mart’ta çalınan kupa bir hafta sonra Pickles adlı bir köpek tarafından Londra’daki bir parkta gazeteye sarılı halde bulundu.
1966 artık futbolun içindeki ticari cevherin keşfedildiği ve futbolun globalleşmesinin hız kazandığı bir turnuva oldu. FIFA, ilk kez bütün maçların naklen yayınladığı turnuvaya özel bir logo ve World Cup Willie adlı bir maskot hazırlatarak ilgiyi artırmayı hedeflemişti. Başarılı oldu da. 1960’lara gelindiğinde hem televizyon seyircisi sayısında dünya genelinde büyük bir genişleme yaşanmıştı hem de turnuvanın İngiltere’de gerçekleşmesi televizyon yayınlarının yapılabilmesi açısından geniş imkanların seferber edilebilmesi anlamına geliyordu. Elbette televizyon aynı zamanda para demekti. FIFA 1961 yılında EBU (Avrupa Yayıncılar Birliği) ile yaptığı anlaşma gereği 1962 Dünya Kupası’ndan 75.000 $, 1966’dan ise 800.000 $ yayın geliri elde edecekti. The Sun gazetesi 1962 yılı başında dünya kupası logosunu taşıyan ürünlerin 4 milyon poundluk bir pazar oluşturacağını ve FA’in buradan gelecek telif hakları sayesinde 200.000 pound kazanacağını müjdeliyordu.
1958 ve 1962’nin şampiyonu kupayı üçüncü kez kazanarak kalıcı bir şekilde evine götürmek istiyordu. Ancak takımı şampiyonluğa taşıyan kadronun iskeleti iyice yaşlanmıştı. 1962 şampiyonluğunun başrolünde yer alan Garrincha sakatlıklarla cebelleşiyordu. Rakip takımlar da artık onlara pek kibar davranmıyordu. 1962’de görülen sertlik dozajı özellikle Pele’ye karşı daha da artarken, “Hayatımı bir sakat olarak bitirmek istemiyorum.” diyerek bir daha dünya kupalarında oynamayacağını duyurmuştu. Yaşlı ve yorgun Brezilya, Pele’nin de sakatlıklarla boğuşması sonrasında grup aşamalarından öteye geçemedi.
Ancak Pele’nin tahtı boş kalmadı. Mozambik asıllı Portekizli, “Siyah İnci” lakaplı, 19 yaşındaki Eusebio turnuvadaki performansıyla geçici olarak Pele’nin tahtını devraldı ve izleyenleri kendisine hayran bıraktı. Eusebio tıpkı Pele gibi çok erken yaşlarda yeteneğini göstermeye başlamıştı. 1962 yılında Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde Benfica Puşkaşlı, Di Stefanolu Real Madrid’i yenerken başroldeydi. Galeano’nun anlatımıyla Eusebio “1966 Dünya Kupasında uzun bacaklarıyla sahada rakiplerinin birçoğunu geride bıraktı; imkânsız gibi görünen yerlerden filelere gönderdiği toplarla seyircilerin kendisini uzun uzun alkışlamalarını sağladı.”. Eusebio’nun onu kupanın en golcü oyuncusu yapan 9 golü Portekiz’i ancak üçüncülüğe taşıyabildi. Onun kupa için anlamı futbolun da ötesindeydi. Portekiz forması giyse de, 18 yaşına kadar sömürge Mozambik’te yaşayan Eusebio kupanın tek Afrikalısıydı. Afrika ülkeleri Asya, Okyanusya ve Afrika’ya bir kontenjan ayrılması nedeniyle FIFA’yı protesto ederek kupadan çekilmişlerdi.
Kupa tarihi sürprizlerle doludur. 1966’nın sürprizini ise grup aşamalarının son maçında İtalya’yı 1-0 yenerek kupa dışına iten Kuzey Kore yaptı. İngiltere başlangıçta Kuzey Koreli futbolculara vize vermemeyi düşünüyordu. Ancak FIFA’nın böyle bir durumda turnuvayı İngiltere’den başka bir yere taşımakla tehdit etmesi bunun bir düşünce olarak kalmasına neden oldu. Kupaya gelirken K. Kore’den averaj takımı rolünü oynayıp evine geri dönmesi bekleniyordu. İtalya maçında tek golü atan Pak Do-ik’in sadece boş zamanlarında futbol oynayan biri olduğu düşünülürse sürprizin boyutları anlaşılabilir. İtalya’nın kadrosu ise Rivera, Facchetti, Mazzola gibi yıldızlarla süslüydü. Yenilgi utanç vericiydi ve Albertosi İtalyanların kendilerine bu utancı tekrar tekrar nasıl hatırlattıklarını şöyle anlatır: “Oynadığım ve sokakta olduğum her an Pak Do-ik ismi söylendi. Unutmak istediğim bir isimdi, ama taraftarlar bana her zaman hatırlattılar.”
İngiltere ile Batı Almanya arasındaki final maçı statta 96.924, dünya genelinde ise 400 milyon kişi tarafından izlendi. Kraliçe Elizabeth de statta izleyenler arasındaydı. Maçta sadece dünya kupalarının değil futbol tarihinin en tartışmalı gollerinden birisi atıldı. Maç beraberlik sonucu uzatmalara giderken 98. dakikada Geoff Hurst’un şutu önce üst direğe çarptı, ardından daha sonra kanıtlandığı üzere çizginin üzerine düştü. Hakem Gottfried Dienst, çizgi hakemi Tevfik Bayramov’un kararına uydu ve golü verdi. Uzatmalarda Hurst bir gol daha atarken İngiltere Almanya’yı 4-2’lik skorla yenerek kupaya uzanıyordu. Kaptan Bobby Moore kupayı geçtiğimiz günlerde ölen Elizabeth’in elinden alacaktı. Geoff Hurst Moore’un kupayı almadan önceki psikolojisini şöyle anlatır: “Bobby, Kraliçe’nin eldiven giydiğini fark etti. Kraliçe’nin eldivenlerini kirletmemek gibi bir öngörüsü vardı. Kupayı almadan hemen önce ellerini korkuluklara sildi.”
Financial Times’a kupayı neden İngiltere’nin kazandığı üzerine yazan Simon Kuper birkaç noktayı öne çıkarır. Elbette o dönemde oldukça formda bir takım olan İngiltere, ev sahibi olarak turnuvanın favorilerinden birisiydi; ancak Kuper sadece ev sahibi olmasının kupayı kazanmak için yeterli gelmeyebileceğini belirtir. Öncelikle diğer Avrupa takımlarına nazaran İngiltere’nin ortaya koyduğu disiplin ve fiziki üstünlük ön plana çıkar. Takımın teknik direktörü Alf Ramsey, bira içmeyi çok seven futbolcularını kampa aldığında kaçıp bara gitmemeleri için her türlü önlemi alır. Hatta hazırlık sürecinde ayak tırnaklarının nasıl kesileceği konusunda bile eğitimler verilir.
Diğer takımların nasıl hazırlandığını ise Kuper’den okuyalım: “1966’daki diğer takımların çoğu o kadar profesyonel değildi. Fransız ekibi, İskoçya’daki eğitim kampı için büyük miktarda Fransız şarabı stokladı. Molenaar, Arjantinlilerin Avrupa ısınma turlarında hazırlık maçları ve antrenmanlardan hemen sonra sigara içtiğini yazdı. İsviçreli orta saha oyuncusu Philippe Pottier aslında tatile gitmek için eğitim kampından bir haftalık izin istedi.”
İngiltere’nin fiziki üstünlüğünü istatistikler de doğrular: Attıkları dokuz golün beşi maçların son 15 dakikasında geldi. Almanya ile olan final maçı uzatmalara gittiğinde rakiplerinde daha diri durumdalardı ve bu skora da yansıdı. Sağbek George Cohen o anlarla ilgili şunu anlatır: “Maç bittiğinde Alf geldi, ‘Almanlara bakın, bittiler’ dedi. Hepsi yerde yatıyordu. Alf, ne kadar formda olduğumuzu göstermek için bizi ayağa kaldırdı.”
Finalin kaybedeni Almanya için futbolda altın bir çağ açacak bir ismi burada kısaca belirtmek gerekir. “Kaiser” Franz Beckenbauer ilk kez dünya kupasında yer alırken, bir defans oyuncusu olmasına rağmen attığı 4 golle turnuvada ışıl ışıl parladı. Kıl payı kaybettiği kupayı kaldırmak için ise sekiz yıl beklemesi gerekecekti. Bu maç ayrıca Almanya ile İngiltere arasında bir klasiğe dönüşen futbol rekabetinin ilk adımıydı. Burada kazanan İngiltere olmasına rağmen, gelecek on yıllarda İngiliz futbol yıldızı Gary Lineker’e “Futbol basit bir oyundur; 22 kişinin 90 dakika topu kovaladığı sonunda her zaman Almanların kazandığı bir oyundur.” sözünü söyletecek bir Almanya dominasyonu başlatacaktı.