14 Mayıs’tan Çıkarımlar: Muhalefet Neden Kaybetti?

14 Mayıs’tan Çıkarımlar: Muhalefet Neden Kaybetti?

14 Mayıs seçimlerini geride bıraktık. Ortaya çıkan sonuç toplumsal muhalefetin geniş bölükleri için şaşırtıcı oldu. Anket sonuçlarının yarattığı pozitif atmosfer yerini geniş bir öfke ve hayal kırıklığına bıraktı. Burjuva muhalefetin bu hayal kırıklığı ve umutsuz atmosferi toparlayıp ikinci turda tabloyu tersine çevirip çeviremeyeceği büyük bir soru işareti. Oyların % 49,50’sini almış Erdoğan’ın ve meclis çoğunluğunu kazanmış bir Cumhur İttifakı’nın ikinci tura büyük bir moral üstünlüğü ve özgüvenle gideceğini düşünürsek işleri hayli zor. Özellikle seçim gecesinin, bir araya gelen altı partiye rağmen yönetilememesi ve sonrasında çıkan hile iddiaları karşısındaki derin sessizlik muhalif kitlelerin ikinci turdaki sandığa gidiş motivasyonları üzerinde olumsuz anlamda belirleyici olacaktır.

14 Mayıs seçimlerinden çıkarılacak önemli dersler mevcut. En başta ifade etmek gerekirse Türkiye’nin tüm dünyada yükselişe geçen sağ rüzgarın uğrak noktalarından birisi olduğu seçim sonuçlarıyla birlikte tescillenmiş oldu. Kılıçdaroğlu da bu rüzgarı arkasına alma umuduyla, ikinci tur kampanyasına sert bir göçmen karşıtlığı ve Türkiye sağının alışılageldik vatan-millet edebiyatına dayalı hamasi sağ söylemleriyle giriş yaptı.

Erdoğan rejiminin yaşanan ekonomik krize, Covid 19 ve deprem gibi felaketlerde imza attığı fecaatlere rağmen seçimin ilk turundan zaferle ayrılması, bununla birlikte Sinan Oğan, Zafer Partisi, Yeniden Refah gibi aşırı sağcı ve İslamcı aktörlerin gözle görülür yükselişi dikkat çekicidir ve bunun nedenleri üzerine düşünülmelidir. SEP olarak yaptığımız ilk seçim değerlendirmesinde bunun nedenleri konusunda temel noktaları belirtmiştik.

Türkiye seçim sürecine gireli hayli uzun bir zaman oldu ve halkın karşı karşıya kaldığı sorunların çözümü konusunda adres olarak sürekli sandık işaret edildi. Başta CHP olmak üzere Millet İttifakı’nın bileşenleri toplumu acil ekonomik ve demokratik sorunlar karşısında mobilize etmekten, sanki olağan bir seçim süreci yaşanacakmış gibi toplumsal muhalefetin değişimin öznesi haline gelmesinden köşe bucak kaçındılar. Ekonomide yaşanan sorunların kendilerinin iktidara gelmesiyle uygulamaya konulacak ortodoks-piyasacı ve tamamen teknik önlemlerle çözülebileceğini düşündüler.

Bu süreçte iktidar da boş durmadı: Döviz kurlarındaki ani bir patlamanın, ekonomide bir duruş yaşanmasının ve geniş çaplı bir işsizlik dalgasının önüne geçtiler. Büyük şehirlerde ekonomik kriz derin bir şekilde hissedildi ve bu tıpkı 2019 yerel seçimlerinde olduğu gibi oy oranlarına da yansıdı. Ancak AKP’nin taşradaki oy depolarına gidildiğinde, oy oranlarında bir miktar düşüş yaşansa da krizin, yolsuzlukların, mafyalaşmanın iktidar kanadında bir çözülme yaratmadığı; Erdoğan ve ortaklarının yarattığı etnik ve dini hassasiyetlere dayalı kutuplaşma ikliminin buralarda etkisini sürdürdüğü görüldü.

Aynı şekilde özellikle yurtdışı oylarında da oyların büyük bölümünü ihtiva eden Avrupalı seçmenlerde de iktidarın yaşadığı kayıplara rağmen etkisini sürdürdüğü gözlemlendi. Yurtdışı seçmen profilinde iktidara süren bağlılığın tek sebebinin karikatürize edildiği şekliyle döviz kurunun sıçramasıyla Türkiye sınırları içerisinde erişebilecekleri refah düzeyi olduğunu düşünmek yanlış. Burada da yine özellikle iktidarın kutuplaşma iklimini sınır ötesine taşıması, yurtdışına yönelik yürüttüğü özel örgütlenme çalışmalarının önemli bir güç sağladığını ve Avrupa’da yükselen milliyetçilikle yüz yüze kalan göçmen toplumunun milliyetçiliğe daha açık hale geldiğini görmek gerekmektedir. Yaşadıkları ülkelerde yükselen sağı bir tehdit olarak gören göçmenler büyük ve güçlü Türkiye, dünya lideri Erdoğan masalını TV’lerde boy gösteren uzmanların tabiriyle satın alıyorlar.

Muhalefet ekonomide kurallı bir işleyiş ya da asıl olarak neoliberal politikalara dönüş, üretimde teknolojik dönüşüm, kamuda liyakate dayalı bir sistem, demokratik hak ve özgürlüklerde göreceli bir genişleme, emekçi sınıfların yaşadığı kayıpları telafi için palyatif çözümler vadederek bu kutuplaşma ikliminin dağılacağını düşünmüş olmalı. Ancak Mart başında Kılıçdaroğlu’nun çalkantılı bir sürecin sonucunda aday olarak belirlenmesiyle muhalefetin önünde az bir zaman kalmıştı ve bu kısa süre içerisinde AKP’nin hegemonyasındaki yoksul muhafazakar yığınlara ulaşılabilmesi ve ikna edilebilmesi fiilen imkansızdı. Seçim kampanyasında işlenen temalar, sana söz yine baharlar gelecek sloganında vücut bulduğu üzere, karşı mahalleyi ikna etmek yerine kentli orta sınıfların ve AKP’nin daralttığı yaşam alanlarından hoşnutsuzluk duyan kitlelerin ruh dünyasına daha fazla hitap ederken; AKP ile bağları zayıflasa bile koparmaya yanaşmayan yoksul milyonlara pek hitap edemediği seçim sonuçlarına da yansıdı.

Millet İttifakı aynı zamanda özellikle Batı’da ekonomik krizin etkisiyle merkezde duran siyasal aktörlerin çözülmesinden gerekli dersi çıkarmamış görünüyor. Tüm dünyada neoliberalizm iflasa sürüklenirken buna sıkı sıkıya sarılmak başlı başına bir hataydı. Türkiye’de de iktidardan kopuş yaşayan veya ilk kez oy kullanacak olan genç seçmenin ağırlıklı olarak göçmen düşmanlığını işleyen Ata İttifakı’na yönelmesi, öfkeli nutuklar atan Muharrem İnce’nin bir süre peşine takılması boşuna değildi. Hayatlarından hoşnut olmayan kitleler daha somut çözüm önerileri beklerken, aşırı sağ göçmen düşmanlığı ile bu öfkeyi oya tahvil edebilmiş görünüyor. Tersinden Gezi Direnişi’nin üzerinde yükseldiği toplumsal tabakaların CHP’nin biraz solunda duran TİP’te kendi ifadesini bulabildiğini söylemek mümkün. Bu iki siyasal eğilimin uzun soluklu bir hikaye yazıp yazamayacağını Türkiye’de 28 Mayıs sonrasında oluşacak yeni siyasal iklim, ekonomik kriz ve bu krize karşı sınıfın vereceği tepkinin nasıl şekilleneceği belirleyici olacak.

Erdoğan’ın inşa ettiği olağanüstü rejimin evimizde seçim bekleyerek, kurtarıcılar gözleyerek gitmeyeceğini görmek için 14 Mayıs gecesine bakmak yeterli. 28 Mayıs sonrasında, ortaya çıkan sonuç ne olursa olsun, Türkiye yine büyük krizlere gebe olacaktır. Bu noktada gelecekte karşı karşıya kalabileceğimiz olağanüstü koşullara, mücadelelere karşı sosyalist hareket makul olana yaslanmak yerine kendi öz varlığını inşa etmekten bir an bile vazgeçmemelidir. Umutsuzluk ve hayal kırıklığı bizden uzak olmalı. Devrimciler en umutsuz koşullarda dahi kendini var edebileceği zeminleri bulmalı ve kararlı bir çabayla buna tutunmalıdır.

KATEGORİLER