12 EYLÜL ve YENİLGİNİN DEVAMI – V.U ARSLAN

12 EYLÜL ve YENİLGİNİN DEVAMI – V.U ARSLAN

Günlerden 12 Eylül… Bugün bir kez daha Kenan Evrenlere, faşistlere, ABD’ye lanet okuyabiliriz, bugünkü Türkiye’nin 12 Eylül’ün eseri olduğundan dem vurabiliriz, katledilen yoldaşları saygıyla anabiliriz… Tamam ama devrimcilik adına önümüze bakacaksak eğer sayıp sövmekten ve anmalar yapmaktan daha fazlasına ihtiyacımız var.
 Meselenin Uluslararası ve Tarihsel Boyutu
12 Eylül, sosyalist sol için öylesine büyük bir yenilgi oldu ki hasarları onarmak bir daha mümkün olmadı. O dönem bütün dünyada yenilgiler yaşanıyordu. Emperyalist kapitalist sistem, 1960’larda başlayan devrimci kasırgaları atlatmayı bilmiş ve karşı saldırıya geçmişti. Bu bağlamda 12 Eylül yenilgisi uluslararası sınıf mücadelesinin yenilgisinden ayrı düşünülemez. Çok büyük faciaları ve ihanetleri yaşamış ülke deneyimlerini anlamamız gerekir. Örnek çok, ama en azından İran, Şili, İspanya, Portekiz, Endonezya gibi deneyimler iyice kavranmalıdır… Bu yüzden 12 Eylül dersleri layıkıyla ancak iki aşamada çıkarılabilir:

  1.  Türkiye’de sosyalist solun zaafları, aktörleri, politikası, pratikleri ve nihayetinde gelen fiyasko.
  2.  Dünya sosyalist solunun zaafları; zirvesine Çin’in serbest piyasaya geçişi ve SSCB’nin tasfiyesi ile ulaşan uluslararası fiyasko.

Bu yenilgilerin kapsamlı bir eleştirisi yapılmazsa, gerçeklerle yüzleşilmezse sosyalistlerin varacağı yer iki çıkmaz sokaktır:
1) Geçmiş güzel günlerin (1970’ler) kötü kopyaları olmak. Nostalji ile yeni kuşakları oyalamak, onların gelişimlerini engellemek ve enerjilerini tüketmek! Bu arada kitle örgütlerindeki koltuk ve mevkileri bürokratik şekilde elde tutmak.
2) İdeolojik boşluğu sağ eğilimlerle doldurmak; Kimlik politikaları, radikal demokrasi, post-modernizm sularına açılarak sosyalist sola zarar vermek.
1990’larda Kaçan Fırsatlar
Türkiye’de 12 Eylül karanlığının en koyu dönemleri geride kaldığında sosyalist solun önünde yine büyük fırsatlar vardı. 1990’larda sosyalistler büyük fırsatlar kaçıracaktı. Bu dönemdeki güçlü dinamikleri kabaca şu şekilde özetleyebiliriz:
– 12 Eylül karanlığına karşı birikmiş demokratik tepki.
– Zirvesine dev Zonguldak madenci yürüyüşü ile çıkan 1989-91 arasında fırtına gibi esen mavi yakalı işçi hareketi.
KESK’in kuruluşuna evrilen kamu emekçilerinin fiili meşru eylemlerinin güçlü dalgası.
– Zirvesine üniversite işgalleri ve Koordinasyon hareketi ile çıkan öğrenci radikalizmi.
Gazi, Okmeydanı, Sarıgazi gibi yeni göçlerle kurulan varoşlardaki toplumsal patlamalı büyük enerji.
– 78 kuşağının (en azından bir bölümünün) sahaya geri dönüşü.
Sosyalist sol, bu dönemde bu fırsatları heba etti. Sonraki yıllarda emekçilere ve gençlere hitap edebilecek bağımsız bir sosyalist dinamik bırakamadı. Bu dönemde solda iki ana kanaldan bahsedebiliriz:
1) ÖDP: Çok sayıda sol fraksiyonu çatısı altına toplayan ÖDP, sınıf mücadelesinin taşıyıcısı ve yoksulların öfkesi olmak yerine yüzünü AB’ye dönmüş, doktor-mimar-mühendis ve altta da memurların (TMMOB, TTB, belirli ölçülerde KESK) burjuva demokratik özlemlerinin ifadesi olmaktan öteye gidemedi. Amorf yapısı, sekter kavgalar ve dar grupçu pratiklerle darmadağın oldu; geriye büyük hayal kırıklığı ve kitle örgütlerinde işgal edilen koltuklar kaldı.
2) Gerillacılık: Başını en bilindik grupların çektiği bu radikal eğilim, toplumsal öfkeyi yansıtsa da mutlak anlamda çıkmaz sokaktı. Sınıf mücadelesi perspektifi olmayınca girilen sansasyonel kestirme yollar, burjuva devletin baş etmesini iyi bildiği bir güzergahtı. Ez, katlet, korkut, terör umacısını yardıma çağır, marjinalleştir… Yoksul emekçilerin ve radikal öğrenci gençliğin ağır bedeller ödediği bu yol, toplumsal dinamiğini kaybetti, giderek daraldı ve sönümlendi.
TKP İstisnası
 TKP ismine “konan” Sosyalist İktidar Partisi (SİP) 1990’lardaki en göze batan istisnayı oluşturarak 1990’ların bereketinden faydalanmayı başardı. TKP, 2000’lere gelindiğinde (Kürt Hareketini ayırarak söyleyelim) soldaki en dinamik ve kitlesel örgütü yaratmayı başarmıştı. Ama içe dönük sekter örgüt yapısıyla binlerce kişiyi örgütlemenin tek başına bir fark yaratamadığını zaman gösterdi. Bu önemli TKP analizini ayrıntılı bir şekilde yapmak bu yazının sınırlarını aşıyor. Ama komünizmden ziyade Kemalizme yakın olan, suya sabuna dokunmayan, radikalizminden korkan, özünde burjuva devlete sadık olan, seçim odaklı bir partinin binlerce üyesine rağmen arkasında pek iz bırakamamasına şaşırmamak gerekir. Salon sosyalistliğine itiraz ederek partinin ortadan ikiye bölünmesine giden süreci başlatan Erkan Baş-Metin Çulhaoğlu liderliğinin sonraki başarısızlığının eleştiriyi mantıksal sınırlarına götürememelerinden ötürü politik salınımlar yaşamaları ve örgütçülük yapamamaları ile alakası vardır. Kemal Okuyan grubu ise içe dönük sekter örgütlenme anlayışları ve bahsettiğimiz Kautskyci eğilimleri ile tarihsel sınırları ortaya konmuş bir proje olarak yollarına devam ediyorlar.
Geriye Kalan
Sosyalist soldaki geri kalan aktörlerin büyük bölümü HDP çatısı altında toplandı. 2000’lerden itibaren siyasal iddiasını kaybeden sosyalist gelenekler süreç içerisinde birer ikişer Kürt Ulusal Hareketi üzerindeki rezervlerini geri çekerek HDP geleneğinin çekimine katıldılar. Öyle ki Halkevlerinden Erkan Baş’ın TİP’ine kadar geniş bir yelpaze HDP’nin yörüngesine girmiş durumda. HDP’nin solda dominant aktör olma ve potansiyel rakiplerini kontrolü altına alma stratejisinin büyük oranda başarılı olduğu görülüyor. Ama bu, sosyalist sol için pek de iyi sonuçlar doğurmadı. HDP bünyesine girip de erimeden kalabilen sol aktörlere pek rastlayamadık. Zaten eriyeceklerdi gibi bir karşı çıkış ise fazlasıyla kaderci ve tek yanlıdır. Sosyalist solun emek merkezli bağımsız tarihsel iddiasından vazgeçerek HDP’nin kimlikler siyasetine bağlanmak, kendi ipini çekerek liberal demokratik siyasete yedeklenmek anlamına gelir.
Bunun alternatifi ise her zaman mümkündür. Sosyalist solun “kendisi” olabileceği enternasyonalist sınıf merkezli bir devrimciliği yükseltmek ve bu çizgide kadrolar yetiştirmek gerekir. Ülkede koşullar giderek toplumsal patlamanın altyapısını güçlendirecek şekilde ağırlaşırken suya sabuna dokunmayan salon komünistliği ya da kimlikler hapishanesine sıkışan radikal demokrasi çıkışımız olamaz.
Yazının başında belirttiğimiz gibi 12 Eylül Darbesi’nin derslerini tarihsel ve uluslararası bağlamlarıyla ele alıp ideolojik hesaplaşmalara girmek durumundayız. Unutmayalım ne 12 Eylül ne Sovyetlerin yıkılışı geride kalmış konulardır.

KATEGORİLER
ETİKETLER