1 Mayıs 2021 Muhasebesi-Gökçe Şentürk

1 Mayıs 2021 Muhasebesi-Gökçe Şentürk

AKP, yoksulluğun ve geçim derdinin emekçiyi yaktığı bugünlerde, sessiz sedasız geçecek bir 1 Mayıs için büyük çaba harcadı. 1 Mayıs günü ya da 30 Nisan’da yapılabilecek kitlesel eylemler “tam kapanma” ile engellendi; afişlere, yerel açıklamalara saldırıldı.

Günler öncesinden birçok kurum Taksim çağrısı yapmıştı. Cumartesi günü açığa çıkacak direncin görünmez olması için Soylu harekete geçti. Emekçilerin mücadelesine yapılacak polis saldırılarını gözlerden kaçırmak için EGM Genelgesi yayınlandı. Lebalepçilere uygulanmayan pandemi yasakları, eylemci işçilere ve gençlere en katı şekilde uygulanacaktı.  Bunun böyle olacağı zaten belliydi. Günün sonunda yasaklara karşı 400’e yakın gözaltıyla, İstanbul-Taksim’in başta olduğu, bir direnç gösterilmiş oldu. Ama…

Tam da 1 Mayıs gününde 7 emekçi geçim derdiyle intihar etti. Toplumsal patlama dinamikleri kendisine bir çıkış yolu bulamadığı için umutsuzluk-çaresizlik büyüyor ve toplumsal travmalar seri intiharlara yol açıyor. O zaman sormak durumundayız: 1 Mayıs’ta gösterilen direnç şüphesiz çok önemli ama yeterli mi?

Toplumdaki çaresizlik ve yalnızlık hissiyatının arkasında örgütsüzlük var. Derin yoksulluğa ve baskılara rağmen bir isyanın neden patlak vermediğini vatandaşta değil de sendikalarda ve sosyalist örgütlerde aramak gerekiyor. Öncü olduğu iddiasını taşıyan sosyalist sol ve yönettiği sendikalar topluma neden umut olamıyor sorusu, bu cendereden çıkışımız için kritik.

DİSK: Ne Sen Sor, Ne Ben Söyleyim!

Tablo farklı olamaz mıydı? Medyaya yansısın ya da yansımasın emekçilerin gündeminde KOD-29 var, işsizlik var, ücretsiz izin, yoksulluk var, borçlar var. İktidarın emekçiden çaldıklarıyla yaşadığı, yaşattığı lüks, şatafat ve yolsuzluklar her gün skandal olarak patlıyor. Koskoca konfederasyonlar minik basın açıklaması yapmak dışında sessiz. Bu sene 1 Mayıs’ta günü kurtarma çabası bile olmadı. Günü kurtarma çabasının bile olmayışı sendikal bürokrasinin ne kadar bitik olduğunu dışa vuruyor.

Sendikal bürokrasi deyip geçersek aslında konuyu yeterince açıklamamış olabiliriz. Çünkü Türkiye’deki bozuk sendikal düzenin sol kanadını “sosyalistler” tutuyor. İşte; DİSK, KESK, TMMOB gibi emek örgütlerinin hali ortada! Bu sene DİSK, her yıl rutin olarak 4’lü (DİSK, KESK, TMMOB, TTB) ve solun ortak yaptığı ancak 1 Mayıs’a 10 gün kala çağrısı yapılan toplantıya bile katılmadı. Onun yerine Halkevleri’nden DİSK’in başına oturan Arzu Çerkezoğlu, EMEP’li DİSK YK üyesi Seyit Aslan, daha yeni CHP’li Belediyelerdeki grevleri satan Genel-İş Başkanı Remzi Çalışkan ve DİSK Genel Sekreteri Adnan Serdaroğlu, AFAD protokolü adı altında, Süleyman Soylu ile 1 Mayıs’ı görüştü. Adı geçen kurumların 1 Mayıs sürecini çok kötü yönetecekleri ortadaydı ve öyle de oldu.

Peki 1 Mayıs mücadeleyi büyütmek adına nasıl değerlendirilebilirdi? Aslında cevap ortada. En az 1 ay sürecek bir kampanyayla artan yoksulluk, işsizlik, hayat pahalılığı, devasa yolsuzluklar ve bunların sorumlusu olan AKP iktidarına savaş açılabilirdi. İşyerleri, emekçi havzaları ve kent merkezleri, büyük bir enerjiyle ve farklı farklı araçlarla, emekçilerin talepleri ile kaplanabilirdi. Şüphesiz güçlü bir kampanya AKP’ye ağır bir darbe olacaktı. Halihazırda sürmekte olan Baldur, PTT, Migros gibi direnişler bu kampanyalara eklenir ve ülkede bir işçi eylemleri havası estirilebiliridi.

Böyle bir 1 Mayıs süreci için emek örgütleri ve sosyalistlerin yeterince gücü rahat rahat var. Ama sendikal bürokrasi emekçilerden bariz biçimde kopuk ve kendi tuzukuruluğunda yaşayıp gitmekten belirgin biçimde hoşnut. Sadece o da değil, bu küçük burjuva tabaka ideolojik olarak postmodern kimlik siyasetinin tesiri altında oldukça karamsar, sınıf radikalizmine inanmıyor ve uç vermeye başlayan eylemleri de kendi ayrıcalıklı konumuna bir tehdit olarak görüyor. Nitekim sol sendikal bürokrasi bu sene 1 Mayıs’ın AKP tarafından pandemi bahanesiyle hiç edilmesi çabasına karşı da tamamen umursamaz bir tavır sergiledi.

Sonuçta Soylu görüşmesinden temsili Taksim anması çıktı. Halkevleri dahil birçok kurum ortak toplantılarda temsili anmaya katılmayacağını beyan etti. Ne var ki TİP ve HDP milletvekillerinin (eski Halkevleri Genel Başkanı HDP’li mv Oya Ersoy dahil) katılımıyla işçileri ne kadar temsil ettiği ortadan olan bir anma yapıldı. Diğer taraftaysa bu toprakların mücadele geleneğini sürdüren yüzlerce eylemci Taksim yolunda gözaltına alınıyordu.

Sendikalardaki Kriz Solun Krizidir

15-16 Haziran’ı yaratan DİSK ile bugünkü DİSK arasında oluşan uçurum, içinde hakim olan sol anlayıştan azade tartışılamaz. 90’larda kıyasıya mücadeleler vererek, çocuklarını sendikalarda büyütenlerin kurduğu KESK ile bugün kamu emekçilerinin sınıf mücadelesinden çok kimlik politikalarına saplanmış, HDP kontrolündeki KESK arasında oluşan uçurum da öyle. ÖDP-Sol Parti geleneğinin kontrolündeki TMMOB için de benzer şeyler söylenebilir.

Özetle, bugün sendikaların ortaya koyduğu pratik, laik-cepheci, postmodern kimlikçi ve liberal demokrat yollara savrulmuş sosyalist solun tarihsel yenilgisinin sadece bir yansımasıdır. Sosyalist sol kabuk değiştirerek bu anlayışları yenilgiye uğratmazsa geniş emekçi kesimlere, gençlere, kadınlara ve ezilenlere ilham olamayacaktır.

Partimiz SEP bu anlamda yaratılacak bir alternatifle sınıfın öncüsü olma iddiasıyla kolları sıvamıştır. 1 Mayıs’tan 2 Mayıs’a bizim için bu anlamda değişen tek şey her gün mücadeleyi biraz daha ileri taşımak konusundaki artan kararlılığımızdır.

KATEGORİLER
ETİKETLER