1908’den Günümüze Türkiye’de Eğitim Emekçilerinin Örgütlülüğü 1- B. Defne Erten
Türkiye’de öğretmen haklarını korumaya yönelik ilk kurumlar 1908 yılında, yani bu toprakların burjuva devrimi zamanında, Encümen-i Muallimin adıyla Maarif Vekaleti (Milli Eğitim Bakanlığı) tarafından kuruldu. Bu nedenle de öğretmenlerin çok sıcak baktığı bir kurum olmadı. Encümen-i Muallimin’i sırasıyla Muhafaza-i Hukuk-i Muallimin Cemiyeti, Cemiyet-i Muallimin gibi kurumlar izledi. Cumhuriyetin kuruluşuna giden dönemde bahsettiğimiz yapılarla birleşen veya taban desteği bulamadığı için kapanan daha küçük yapılar da mevcuttu. 1920 yılına kadar İstanbul ve Ankara başta olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yerlerinde kurulan bu cemiyetlerin temel gayesi modern Türkiye’nin kuruluşunda öğretmen haklarını iktidarla dostça anlaşmalar yoluyla sağlarken ulusal kurtuluş mücadelesine destek vermek olmuştur.
İlk Öğretmen Grevi – 1920
Bahsettiğimiz dönemde, öğretmen maaşları devlet tarafından değil de öğretmenlerin görev yaptığı bölge halkı tarafından karşılanmaktaydı. Zaten normal şartlarda da yoksulluk içerisinde yaşayan Anadolu halklarının savaş döneminde öğretmenlerin maaşlarını karşılaması imkansız hale gelmişti. Aylardır maaş alamayan öğretmenler ilk olarak 1 Mart 1920 tarihinde 200 okuldan 944 öğretmen katılımıyla greve başladı. Grev dalgası Anadolu’nun çeşitli yerlerine yayıldı, Mart ayının sonlarına gelindiğinde Konya’da 18, Bursa’da 7 ve Bolu’da da birkaç öğretmen açığa alınmıştı. Fakat bu açığa almalar öğretmenleri yıldırmadı ve grev dalgası Gebze, Şile, İzmir, Adapazarı bölgelerine de yayıldı. Öğretmenlerin başlıca talepleri gereksiz memurlukların kapatılmasıyla ortaya çıkacak bütçe ile maaşlarının ödenmesiydi. Rize’deki öğretmenlerin de harekete geçmesi ve Aralık ayına gelinen dönemde yedi aydır maaşlarını alamayan öğretmenlerin Ankara öğretmen okulunda toplanıp 4 Aralık’tan itibaren greve başlama kararı almasıyla öğretmenlerin hak mücadelesi toplumun büyük bir kesimi tarafından bilinen ve gazetelerde yazılmaya başlanan bir olay haline geldi, 1920 yılının Ocak ayından grev dalgası birkaç ile yayıldıktan sonraki döneme kadar Meclis’e gönderilen mektuplar cevaplanmadı veya verilen önergelerin büyük bir kısmı kabul edilmedi. Süreci, çok daha büyük sayılarda açığa almalar ve sürgünler, göreve devam eden öğretmenlere ise sus payı olarak maaşlarının bir kısmının verilmesi izledi ve birkaç ay içinde Anadolu’ya yayılan bu grev dalgası yıldırma, korkutma ve sindirme politikalarıyla bastırılmış oldu. Sorunlar, ödenemeyen maaşlar olduğu gibi kaldı. 1934 yılına gelindiğinde hala bu dönemden alınmamış maaşı kalan öğretmenler bulunuyordu. Öğretmenlerin bu hak mücadelesiyle geçen yıllarının göze en çok çarpan yanlarından biri ise Muallimler Cemiyetinin grevleri hiçbir şekilde desteklememesi, hatta grevlerle hiçbir alakalarının olmadığına dair ilanlar vermesidir. Bu tutum karşısında iktidarın güvenini kazansalar da öğretmenlerin desteğini kaybetmişlerdi. Kısa süre sonra da Muallimler Cemiyeti dağılmıştır.
TÖDMF’nin Kurulması ve 1960 Darbesi
1940’lı yıllar öğretmen örgütlülüğünün durağan olduğu yıllardı. Bu durağanlık ancak köy enstitülerinin kurulmasıyla birlikte yerini ufak hareketlenmelere bırakmıştı. İstanbul Muallimler Cemiyeti ve Ege Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği göze çarpan örnekler arasında yer alıyor, “Gayret” adlı bir yayın çıkarıyorlar, sonraki dönemde ise diğer köy öğretmenleri dernekleriyle birleşerek federasyonlaşıyorlar ve daha kurumsal, daha örgütlü ve daha güçlü bir yapı haline geliyorlardı. 1948 yılında artan baskı ortamı nedeniyle Öğretmen Yardımlaşma Dernekleri Birliği kuruluyor, 1954 yılında ise Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Birliği Federasyonu adını alıyordu. Kuruluşundan 1960 darbesine kadar sağ kanatta olan yöneticiler tarafından yönetilen ve öğretmenlerin haklı taleplerini hükümetten “rica” ederek karşılama yolunu izleyen TÖDMF’nin 1961 yılında Türkiye İşçi Partisi’nin kurulması ve federasyon içinde köy enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin söz sahibi olmasıyla sol bir çizgiye kaymıştı. Kitlesel bir öğretmen örgütü haline gelmesine denk düşen bu dönemin en önemli olayı ise 20 Şubat 1963 yılında, Ankara Tandoğan Meydanında, yaklaşık 15 bin öğretmenin katılımıyla “Büyük Eğitim Mitingi” gerçekleştirilmesiydi. Bu miting öyle ses getirmişti ki özlük haklarına ilişkin düzenlemeler, ders ücretlerinin arttırılması ve sendikalaşmanın önünü açan kazanımların yanında dönemin Milli Eğitim Bakanı Şefket Ratip Hatipoğlunun istifasıyla sonuçlanmıştı!
Türkiye Öğretmenler Sendikası Kuruluyor
1964-65 Eskişehir ve Adapazı kongrelerinde TÖDMF sendikalaşma kararı aldı ve ilk öğretmen sendikası olacak olan TÖS’ün inşasına başlandı. 1968’de “Devrimci Eğitim Şurası” toplandı. Bu dönemde TÖS’nın içinde Türkiye İşçi Partisi ve MDD hareketi başta olmak üzere 68 hareketinin belirleyici güçleri rol oynuyordu, TÖS’ün ülke siyasetine yönelik tutumları da bu siyasetlerin ideolojik temelleri üzerine kuruluydu.
TÖDMF’nin sola kaymasından sonra, onun devamcısı olan TÖS elbette hükümet destekli faşist hareketin işçiler ve öğrencilerle birlikte ilk hedefini oluşturuyordu. Kurulduğu ilk andan itibaren faşist çetelerin saldırılarına maruz kalan TÖS’nın defalarca binaları basıldı. 7 Temmuz 1969’da Kayseri Alemdar Sinemasındaki toplantı sırasında sinama binası ateşe verilerek öğretmenler diri diri yakılmak istendi.
109 Bin Öğretmenin katıldığı 15-18 Aralık Öğretmen Boykotu ile çok büyük bir hareketlenmeye yol açan TÖS 12 Mart sürecinin direkt hedef noktası haline gelecek kadar kitleselleşmişti. Ancak TÖS, 12 Mart’ı selamlayarak aslında kendi kuyusunu kazıyordu. Bu şekilde okunduğunda kulağa çok garip gelen bu durumun temelinde Stalinizm ve Kemalizm sosuna bulanmış Milli Demokratik Devrim Tezleri vardı. Bu tezlere göre bu topraklarda ordunun başını çektiği zinde güçlerin önderliğinde burjuva devrimin tamamlanmasıyla burjuva gelişimin sağlanabileceği ve ilerici bir düzen kurulabileceği savunuluyordu. Bu perspektifle 12 Mart’ı selamlayan sol örgütlerin teorik hataları pratikte kendini en sert şekilde göstermiş; bu süreç TÖS’ün de sonunu getirmişti.
Örneğin; Mihri Belli (MDD çizgisi), Doğu Perinçek (Aydınlık çevresi), Çayan’ın etkisindeki Dev-Genç, başlangıçta 12 Mart müdahalesini “Mustafa Kemal’in ilerici geleneğini büyük ölçüde sürdürebilen Türk Ordusu’nun işbirlikçi Demirel Hükümetine karşı tepkisinin bir ifadesi” olarak değerlendirmişti. Hikmet Kıvılcımlı, “Ordu Kılıcını Attı” başlıklı bir makale yazmış ve burada muhtırayı “kadrolarının büyük bir kısmı ‘halk çocuğu’ olan Türk Silahlı kuvvetlerinin en azgın alaturka faşist finans-kapital olan Demirel kabinesini devirme ültimatomu” olarak nitelendirmişti. Kıvılcımlı’ya göre “Türk Silahlı kuvvetleri kılıcını sosyalizmden yana çekmişti.” Aralarında Dev-Genç, DİSK ve TÖS’ün bulunduğu kuruluşlar ise 12 Mart’ı coşkuyla selamlayan bildiriler yayınlamışlardı. O yıllarda TÖS üyesi olan bir öğretmen 12 Mart’a verilen desteği şu cümlelerle anlatır: “Birçok kuruluşun yanında TÖS’de büyük bir yanlış yaparak 12 Mart Muhtırasını desteklediğini açıkladı. Ben ve arkadaşlarım da aynı yanlışa uyarak, ilçemizdeki kitle örgütlerini, esnaf teşkilatlarını harekete geçirerek 12 Mart Cuntasını destekleyen telgraflar çektirdik. Üstelik kendimiz de benzer telgraflar çektik.” Sol yanılmıştı. Ordu kılıcıyla solu kesip biçmeye başladı. Darbeciler “öğretmenlerin bir bölümü tasfiye edilmeli, meslekten çıkartılmalıdır” düsturunu yerine getirmekte gecikmediler. TÖS yöneticilerini tutuklayarak işe giriştiler. 12 Mart muhtırasının ardından sıkıyönetim, Dev-Genç, TÖS, DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları), Ülkü Ocakları ve (TKMD) Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği’ni kapattı. (İsmail Aydın, TÖBDER Tarihi)