Yeni Türkiye, Nasıl bir Türkiye?

1 Eylül, 2014

RTE’nin ilk turda ipi göğüslemesi için bütün şartların oluşturulduğu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AKP cephesi hedefe varmıştı varmasına ama pek de tatmin olmamışlardı. RTE’nin konu üzerine kayıtlara bomba gibi düşecek bir demeci bile var: “Peygamber efendimizi bile desteklemeyenler oldu. Bizi de yüzde 52 destekledi.” Bir politikacının kendisini Peygamber ile karşılaştırılması, bu coğrafya için az buz bir şey değildir, ama AKP’nin medyayı teslim aldığı bir ortamda arada kaynatılan birçok şey gibi bu demeç de geçiştirildi.İşin kutsal olanla ilgili kısmı bir yana, bu karşılaştırma, her yeri kaplayan kulak tırmalayıcı “yeni Türkiye” çığırtkanlığının şifrelerini içerisinde barındırmaktadır. Birincisi, RTE kendisini basitçe “bir politikacı” olarak görmemektedir. Şu aralar dillerine doladıkları “restorasyon” cilasının ifade ettiği şey, RTE ve şürekasının kendilerini tarihsel bir misyonun taşıyıcıları olarak gördükleridir. Ve bu misyon, kutsaldır. İşte bu aynı kutsiyet üzerinden Peygamber ile karşılaştırma cüreti gösterilebilmektedir.

AKP tayfası, Peygamber’i kullandığı gibi kah 1071’e gidiyor, kah fetret devrinin son bulmasından bahsediyor, 2023 ve 2071 hedeflerinden bahsettikten sonra, 2000 yıllık Türk tarihinden dem vuruluyor, yeni Osmanlı rüyalarına dalıyor… 100 yıllık parantezin kapandığı, sevinçle vurgulanıyor. Bunların hepsi yeni Türkiye’nin referansları. Peki nedir bu yeni Türkiye?

Bir kere her şey vahşi sömürü düzeni üzerine kurulu olacak. Tabi bu sömürü düzeninin mevcut vahşiliğinin ötesine geçmesi anlamına geliyor… Soma‘daki büyük katliam, aslında tüm emekçilere reva görülenleri bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor ve özetliyor: Devlet imkanlarıyla yandaş iş adamlarının yaptığı büyük vurgunlar, çalışma standartlarının yüzlerce yıl geriye götürülmesi üzerinden yaratılan zenginliğin AKP ve kapitalistlerce bölüşülmesi, işçilerin AKP mitinglerine zorla götürülmesi, çıkarılan kömürlerin AKP seçim kampanyalarının malzemesi olması, sendikaların AKP tarafından ele geçirilmesi, protesto eden madenci yakınlarının RTE müşaverlerince tekmelenmesi, ilgili bakanlıkların bütün usülsüzlüklerin içerisinde olması… Yeni Türkiye, böyle bir Türkiye.

Yeni Türkiye, aynı zamandan vahşi sömürünün dinsel bir renge büründüğü bir Türkiye olacak. RTE, bir ümmet inşa etmeye çalışıyor. 30 Ağustos’un her zamanki tırı vırı gösterişlerinin başında bu sefer RTE bulunuyordu, ama tarihin bir cilvesi, Kemalist Türklük kavramının inşa edildiği bu şatafat, bu sefer RTE’ci ümmetin inşasına tanıklık ediyordu. Ümmetin başı ise canlı bir heykel gibi “yeni Atatürk” pozlarında gezen RTE’den başkası değil doğal olarak.

Restorasyon

RTE, Mustafa Kemal gibi eski binanın yıkılmasının ardından yeni bir inşaat çıkmayacaktır, onunkisi binanın restorasyonudur. Toplumsal yaşamın dinselleştirilmesi, devletin ve sosyal yaşamın bu çerçevede “restore edilmesi”, dindar yeni nesillerin yetiştirilmesi ve bu sayede yeni Türkiye’nin uzun ömürlü olması amaçlanmaktadır. Gelgelelim bu restorasyon sürecinin önündeki engelleri kaldırmak için 90 yıl öncesinin Atatürk’ünün sahip olduğu elverişli koşullara sahip değil RTE. 90 yıl önce tek parti ve onun ülkeyi düşmandan kurtarmış “ebedi şefi” vardı; içeride kimsenin gıkını çıkartması mümkün değildi, dışarıda da Türkiye’nin görece izole ve bağımsız durabileceği koşullar mevcuttu. RTE’nin restorasyon süreci ise türlü türlü dolambaçlı yollardan ilerlemek durumunda. Herşeyden önce seçim kazanmak zorunda RTE. Seçimler, hep RTE’nin en büyük kozuydu. Bugünlere seçim zaferleriyle geldi, ama bir kez tökezlerse yeni Türkiye’sinin başında paralanacağı karşı restorasyonun başlayacağını biliyor. O kadar çok kesimin canını yaktı ki RTE, o kadar düşmanı var ki, düştüğü an yolsuzluk dosyaları ve daha bir dolu suçla yargılanma yolu kendisini bekleyecektir.

Bunun doğal sonucu olarak seçimlerin kazanılması önünde sıkıntı yaratacak her türlü engel ortadan kaldırılmalıdır. Muhalefet susturulmalı, medya havuz medyasına dönüştürülmeli, sendikalar kontrol altına alınmalı ve nihayetinde protestolar kolluk kuvvetleriyle ezilmelidir. Seçimlerde devletin tüm imkanları, AKP için seferber ediliyor. Valiler AKP il başkanları gibi çalışmaktadır. Anket şirketlerinin manüplasyon yapması sıradanlaşmıştır, kimseye hesap sorulduğu felan yoktur. Devlet-parti bütünleşmesi yaşanırken, burjuva demokrasisinin kuvvetleri ayrılığı prensibi fiilen rafa kaldırılmış durumda, yargı sistemi AKP’nin emirleriyle işleyen bir kuruma dönüştü, basın özgürülüğü çok büyük darbeler aldı, muhalif gazeteci ve yazarlar işten atıldılar ve iş bulamaz hale getirildiler. Mezhepçilik AKP iktidarının baş özelliklerinden biri olarak sivrilirken ayrımcılık hayatın her alanında aldı yürüdü.RTE, Kılıçdaroğlu’nu Alevi diye suçlarken Demirtaş’ı da Zaza diye diline dolayabildi.

Yeni Türkiye Osmanlıcılık motifleri ile süslenirken RTE’nin çağdaş rol modeli Rusya’nın diktatörü Putin’dir. O da sözde seçimlerle iş başına geliyor, ama tanıdık manüplasyonlar bir süre sonra açık seçim hilelerine dönüşüyor. Ankara’daki kritik belediye seçimlerinde M.Gökçek’in galibiyeti de çok kuvvetli hile iddialarıyla gölgelenmemiş miydi? RTE-Davudoğlu görev değişimi de Putin-Medevedevoperasyonuna benzemiyor mu? Kısacası burjuva demokrasisinin sınırlarının alabildiğince daraltıldığı bir düzendir Yeni Türkiye. Üstelik toplumsal muhalefet engel olmadığı sürece bu sınırlar daha da daraltılmaya açıktır.

Devrimci Görev

AKP’nin dizayn etmeye çalıştığı yeni Türkiye, benzetme uygun düşerse, bir çeşitKonyalaştırmaya uğramış bir ülkedir. Buralarda işçiler, sigortaları varsa sevinirler. Ucuz işgücünün amansızca sömürüldüğü bu işçi havzalarında işçi eylemlerine hemen hemen rastlanmaz. Semirdikçe semiren takunyalı kapitalistler bu işten gayet memnundur. Toplumsal yaşamdaki ağır muhafazakar doku, farklı yaşam biçimlerinin üzerinde her daim ağırlığını hissettirir. Toplumsal haksızlıklar ve eşitsizlikler, dinsel olanla bastırılmaya çalışılır. Eylemlere izin verilmez, solcular sevilmez, “marjinaller” hoşgörülmez…

Yani yeni Türkiye’de zaten iyice daraltılan işçi hakları yok edilme tehlikesi altındadır, kadın hakları için durum aynısıdır, basın özgürlüğü son demlerini yaşamaktadır, İstanbul’da hemen her eylem alanının yasaklanması toplantı ve gösteri hakkının da muazzam bir baskılmayla karşı karşıya olduğunu göstermektedir, başta Aleviler olmak üzere tüm azınlıklar iyiden iyiye hedef alınmaktadır, muhafazakar yaşam tarzı topluma dayatılmaktadır, öğrenciler imam hatiplerde öğrenim görmeye zorlanmaktadır, IŞİD gibi İslamcı fanatikler desteklenmektedir, komşu ülkelerdeki iç savaşlar kışkırtılmaktadır… Üstelik AKP yüzünden aşırı dinci terör tehlikesi kapıda belirmiştir.

Devrimci perspektif, AKP’ye karşı mücadelenin sınıf perspektifiyle güçlendirilmesi ve bunu yaparken de toplumsal yaşamdaki muhafazakarlaştırma dayatmalarının da es geçilmemesidir. 12 Eylül’ün getirdiği zorunlu din dersi uygulaması, yeni Türkiye’de devede kulak haline geldi. İmam hatipler, bütün devlet olanaklarıyla güçlendirilirken, veliler ve öğrenciler dayatma ile karşı karşıya kalıyorlar, aynı zamanda da diğer liseler de imam hatipleştiriliyor. Örneğin Antalya gibi bir yerde plajda haremlik selamlık uygulaması dayatılıyorsa, ya da kadınların kürtaj hakkı saldırı altındaysa, alkol kullanımı baskılanıyorsa, Aleviler bu ülkede hedef haline getiriliyorsa, Gülen cemaati dışındaki cemaatlere akıl almaz devlet desteği yapılıyorsa, İŞİD gibi çeteler devlet tarafından besleniyorsa devrimciler bunların üzerinden atlayarak siyaset yapamazlar. Tarihte birçok kez olduğu gibi darbeler, faşist hareketler ve baskıcı iktidarlar karşısında burjuva demokratik kazanımları ve özgürlükleri savunmak devrimcilere düşmektedir. Bu durum hiç de devrimcilikle ters düşmez, aksine bu uğurdaki mücadele layıkıyla verildiğinde devrimciler, taban kazanıp öncü roller üstlenme fırsatını elde ederler ve sosyalist sıçramalar için konum kazanmış olurlar. Kaldı ki demokratik haklar ve özgürlüklerin kısıtlanması, en başta devrimcilerin hareket alanını kısıtlayacaktır

AKP’nin olası düşüşü sonrası muhtemel bir Kemalist karşı-restorasyon ihitmali, bizim bu dönemdeki görevlerimizi değiştirmez. Bu bir mücadeledir, hegemonyanın kimin eline geçeceği kavgada belirlenir. Bu yüzden yürüyen sınıf mücadelesinin aktif cephelerinin kenarında ellerimizi kollarımızı bağlayıp bir kenarda bekleyemeyiz, kendi cephemizden kavgaya katılırız, saflarımızı genişletmek ve sonraki kavgalara daha güçlü girmek için yoğunlaşırız.

KATEGORİLER
ETİKETLER