Yemen’e Hava Saldırıları Sonrası: Ortadoğu Barut Fıçısı Olmayı Sürdürüyor! – Emre Güntekin

Yemen’e Hava Saldırıları Sonrası: Ortadoğu Barut Fıçısı Olmayı Sürdürüyor! – Emre Güntekin

İsrail’in Gazze işgali Ortadoğu’daki çatışma alanlarında gerilimi tırmandırıyor. Geçtiğimiz Eylül ayında Husilerle Suud rejimi arasında Riyad’da yapılan görüşmeler Yemen Savaşı’nın nihayete erebileceğine dair umutları artırmıştı. Ancak 7 Ekim’de Hamas’ın gerçekleştirdiği saldırının ardından başlayan Gazze işgaliyle savaş yeniden alevlendi. İran’ın Ortadoğu’da Hizbullah, El Şebap ve Hamas gibi güçlerle birlikte “direniş ekseni”nin ayaklarından biri olan Yemenli Husiler Kızıldeniz üzerinden hem İsrail’e hem de Batılı ortaklarına savaşın sadece Gazze’yle sınırlı kalmayacağının işaretini veriyor.

Suudi Arabistan öncülüğündeki Sünni Körfez rejimleri Yemen’de İran destekli Husilere karşı 2015 yılından bu yana kanlı bir savaş yürütüyor. Şiddetli askeri saldırılar, abluka ve bunun sonucunda yaşanan açlık nedeniyle şimdiye kadar 400 binden fazla Yemenli yaşamını yitirdi. BM raporları ölümlerin yüzde 60’ının dolaylı yollardan gerçekleştiğini aktarıyor: Yani açlık, susuzluk, sağlık hizmetlerine erişememe gibi… Yemen nüfusunun % 80’ini oluşturan yaklaşık 21 milyon insan halen bu koşullar altında yaşamaya mahkum. Aralık ayında 7 yaşındaki bir kız çocuğunun yiyecek aradığı çöp konteynırının altında kalarak yaşamını yitirmesi, Yemen’de özellikle çocukların karşı karşıya kaldığı durumu göstermişti. Batılı ülkeler Yemen’e yapılacak yardımları Husilerin saldırıları durdurmasına karşı bir rüşvet olarak kullanmaya devam ederken; günümüzün en büyük trajedilerinden birinin yaratılmasına göz yummayı sürdürüyorlar.

Siyonist rejimin Gazze’de Filistin halkına karşı yürüttüğü soykırım operasyonuna cevap olarak Husiler bir süredir Kızıldeniz’deki ticaret gemilerine saldırılar gerçekleştirirken, dünyanın en önemli ticaret rotalarından birini kilitlenme noktasına getirdiler. Husiler askeri olanaklar açısından ne kadar karşılarındaki güçlerden geride olsalar da bulundukları ülkenin jeopolitik önemi dünya siyasetine etki kapasitelerini katlıyor. Güzergah üzerindeki deniz ticareti saldırıların başladığı Kasım ayından bu yana %40 geriledi. Birçok deniz taşımacılığı şirketi nakliyelerini, yolu 6.000 km uzatma pahasına, Afrika’nın güneyindeki Ümit Burnu üzerinden gerçekleştirmeye başladı. Husili yetkililer şimdiye kadar Yemen halkı açlıkla boğuşurken ticaret gemilerinin Kızıldeniz’den geçişini izlediklerini ancak gerekirse boğazı kapatmaktan ve işleri geri dönülmez bir noktaya taşımaktan çekinmeyeceklerini belirtiyorlar.

ABD ve ortakları ise saldırılar sonrasında Kızıldeniz’e büyük bir askeri güç yığarken, 12 Ocak’ta Yemen’in Sana, Hudeyde ve Taiz kentlerinde bulunan Husilerin kontrolündeki noktalara hava saldırıları düzenlediler. ABD ve İngiltere Husilere yönelik saldırılar ile bir anlamda İran’a, Husileri kullanarak bölgedeki ticaret akışına dokunmaması mesajını da iletmiş oldular.

ABD tarafından Yemen’e yönelik operasyonlar için kurulan koalisyona 20 ülkenin katıldığı belirtilmesine rağmen, şimdiye kadar sadece 12 ülkenin adının açıklanması dikkat çekici. Hava saldırılarına şimdiye kadar sadece Avustralya, Kanada, Bahreyn ve Hollanda’nın “operasyonel olmayan destek” verdiği açıklandı. Almanya, Yeni Zelanda, Danimarka ve Güney Kore ise operasyonlara sadece yazılı destek vermekle yetindi. ABD’nin emperyalist ortakları arasında saldırılara destek verme konusunda çekinceler mevcut. Euronews’te yapılan bir değerlendirme, İspanya ve İtalya’da mevcut hükümetlerin İsrail’le yan yana görünerek seçmenlerinin kendilerine karşı dönmesi riskini almak istemediklerini dile getiriyor. Nitekim Londra’da 200.000 kişi, Washington’da ise on binlerce insan ABD ve İngiltere’nin Yemen’e yönelik saldırılarını protesto etti. Dahası Gazze işgalinin başladığı günden bu yana Avrupa sokaklarında Siyonist rejimin barbarlığına karşı tepki durmuyor. Bu durum özellikle İngiltere ve Almanya gibi Siyonist rejime cansiperane bir destek vermeye teşne ülkeler dışında yönetici elitleri yoğurdu üfleyerek yemeye itiyor.

Husilerin sözcüsü Muhammed Abdüsselam yaptığı açıklamada ABD ve İngiltere’nin yaptığı saldırıların, kendilerini İsrail’le yük taşıyan gemileri engelleme konusunda başarılı olamayacağını ifade etti. Husiler ayrıca Gazze’deki işgal durmadığı sürece saldırılara devam edeceklerini dile getiriyor. Husileri bugüne kadar destekleyen İran cephesi ise arka planda bu desteği sürdürüyor.

ABD ve İngiltere cephesinden 12 Ocak’ta hava saldırılarının ardından yapılan itidalli açıklamalar da saldırıların sınırlı tutulacağını gösteriyor. Bu durum 9 yıldır Körfez rejimlerinin orantısız saldırılarına rağmen ayakta kalmayı başaran Husilere ve dolaylı olarak Molla rejimine ekstra bir özgüven sağlayabilir. BBC Güvenlik Muhabiri Frank Gardner da bu duruma dikkat çekiyor:

Silahlı, askeri eğitim almış ve İran’ın istihbarat desteği verdiği Husiler gittikçe daha fazla meydan okuyan bir tavır sergiliyor. Kendilerini Hamas’ın ve Filistinlilerin koruyucusu, İsrail’in düşmanı olarak lanse etmekte başarılı oldular. Bu onları Arap dünyasında da popüler hale getirdi. Bu, kolay kolay vazgeçmeyecekleri bir duruş. Yemen’de kontrolü zor kullanarak ele geçirmelerinden sonra, Nisan 2015’te Suudiler Husilere yönelik hava saldırılarına başlamıştı ve bir yıl içinde Husileri yeneceklerinden emindiler. Üzerinden neredeyse 10 yıl geçti ve Husiler Yemen’de hiç olmadıkları kadar güçlüler. Bu da onların meydan okuma ve yenilmezlik duygularını artırdı. ABD ve diğer koalisyon ortakları son saldırıları kısa ve can kaybını en azda tutmak istiyor olabilir. Husilerin aklından geçenlerse tamamen farklı olabilir.

Ancak uzun yıllardır Ortadoğu coğrafyasını içten içe kemiren emperyalist rekabet yeni gelişmelerle karşımızda olacaktır. Son bir ayda özellikle İsrail, İran’ı doğrudan bir savaşın içine çekmek için radikal adımlar attı. Molla rejiminin Ortadoğu’daki operasyonlarını yürüten Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün önemli liderlerinden General Seyyid Rıza el Musavi’nin 25 Aralık’ta, 2 Ocak’ta Hamas’ın Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Salih el Aruri’nin öldürülmeleri; 3 Ocak’ta Kirman’da Kasım Süleymani’yi anmak üzere toplanan kitleye düzenlenen ve 84 kişinin öldürüldüğü saldırı, 8 Ocak’ta Natenyahu’nun İsrail’in kuzeyinde Lübnan Hizbullahına yönelik tehditleri, son olarak Husilere yönelik hava saldırıları ABD ve İsrail’in İran’ı açık bir savaşın içine çekmek için provokatif eylemlere devam edeceklerini gösteriyor. Ancak burada hem Siyonist rejimi hem de ABD cephesinde Biden yönetimini sınırlayan faktörler bulunuyor. Natenyahu yönetimi aylar boyu süren protesto dalgasını ancak Gazze’ye yönelik başlatılan savaşla susturabilmişti. 7 Ekim’de Hamas’ın gerçekleştirdiği saldırı meşruiyetini tüketmiş iktidara adeta cansuyu verdi. Biden cephesinde ise işler bir o kadar karışık. Yaklaşan seçimler öncesinde, Biden yönetiminin Ukrayna’dan Gazze’ye kadar uyguladığı savaş politikaları sorgulanıyor. ABD her ne kadar Siyonist rejimin hem Gazze işgalini hem de bölgedeki provokatif eylemlerini sınırlayarak çatışmayı kontrol edilebilir düzeyde tutmaya çalışsa da ne kadar başarılı olabileceği meçhul. Şimdilik amaçlanan çatışmalara bir de Lübnan cephesinin açılmaması…

Ortadoğu’da on yıllardır süren çatışmalar insanlığın emperyalist kapitalizm altında huzura ve barışa kavuşmasının olanaksızlığını kanıtlıyor. Burada yaşanan her çatışma kaçınılmaz bir şekilde bir diğerine kapı aralıyor ve dur denilmediği sürece bu yangının bütün bir coğrafyayı tüketmesi kaçınılmaz olacaktır. Ancak sosyalist bir Ortadoğu’nun inşası halklara barış getirirken, bugüne kadar bölgeyi kan gölüne çevirenleri sonsuza dek tarihin çöp sepetine gönderebilir.