V.U. Arslan ile Röportaj: “Karamsarlığa Yer Yok”
Halkweb.com.tr’nin V.U.Arslan’la yapmış olduğu, koronavirüs salgınının dünya ve Türkiye sınıf mücadelesine etkilerini ele alan röportajını sizlerle paylaşıyoruz.
Geçtiğimiz haftalarda geleceğe dair güçlü öngörüleri olan bir yazı kaleme aldınız. Yazıda özetle koronavirüs salgının kapitalizmin Çernobil’i olduğunu anlatıyordunuz. Gelecekte bizi nasıl bir dünya bekliyor?
V.U. Arslan: İlk olarak koronavirüs salgını sonrasında dünyanın farklı ülkelerinde farklı süreçler ve deneyimler yaşanacağını söylemek gerek. Yani küresel ölçekte aynılıktan söz edemeyiz. Ama bence ana eğilim sınıf mücadelesinin şiddetlenmesi olacak. Zaten 2019 yılı dünya çapında emekçilerin ve gençlerin önemli mücadelelerine sahne olmuştu. Korona salgını bu çatışma dinamiklerini muazzam boyutlarda güçlendirecek. Kapitalizmin üzerinde bir hayaletin dolaştığını kapitalistler de dillendiriyor. Onlar da ne yapalım da batık devletlerin ekonomik çöküşünü engelleyelim, sınıf çatışmasını yumuşatalım derdindeler. Çünkü salgın gerisinde devasa bir halk sağlığı krizi, hayatını kaybeden yüz binler, yüz milyonlarca işsiz ve tüm dünyada emekçilerin keskin bir şekilde yoksullaşmasını bırakacak. Bunlar dünya çapında kapitalistleri tedirgin ediyor. Gerçekten de salgın kısıtlamaları geride kaldığında kapitalistlerle proleterler arasında hesaplaşmanın başlaması çok yüksek ihtimaldir. Avrupa’da Fransa, İtalya, İspanya ve hatta İngiltere’yi; Ortadoğu’da Lübnan, Irak ve İran’ı; Afrika’nın kuzeyi ve G.Afrika’yı, Asya’da Hindistan’ı ve ABD dahil tüm Amerika kıtası emekçi sınıfların isyanı konusunda ilk akla gelen bölgeler. Kitleler bu mücadelelerde kapitalizm karşıtı ve daha da net sosyalist bir olgunlaşma yaşarlarsa yani sınıf bilinci ve örgütlülük olarak güçlenirlerse dünya tarihi açısından bir dönüm noktası yaşanabilir. Unutmayalım bu süreç sonrasında yeni kuşaklar kapitalizmin işlemediğine dair net fikirlere sahip olacaklar. Yüz milyonlarca öğrenci, işsiz ve emekçi yeni bir 68’e pekala öncülük edebilir. Çokça dillendirilen karamsar alternatif, yani daha otoriter-daha sağcı bir dünya senaryosunun sadece belirli ülkeler için öncelik taşıdığını, dünyanın genelindeki ana eğilim açısından ikincil senaryo olduğunu düşünüyorum. Dünya genelindeki öncelik, kapitalizm karşıtı alternatifin sınanmasında olacaktır. Bu sınanmanın neticesi sınıf mücadelesi açısından başarısızlık olursa otoriter-sağcı eğilimin öne çıkması söz konusu olabilir. Dediğim gibi her ülkenin kendi hikayesinin olacağını da akıldan çıkarmamak gerekir.
Kapitalizm tarihi boyunca pek çok krizle yüzleşti ve hepsinden de bir şekilde kendini kurtarmayı başarabildi. Kapitalizm bu krizden de güçlü bir biçimde çıkarsa iklim krizini ve başka etkenleri de göz önüne alırsak gezegenimizin ve medeniyetimizin sonunun geldiğini söyleyebilir miyiz?
V.U. Arslan: Kapitalizm gezegenimiz üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. Küresel ısınma daha önce öngörülenden çok daha hızlı bir şekilde ilerliyor. Bunun sonuçları hangi vadede gezegendeki canlı hayat için doğrudan bir yok oluş tehlikesi yaratabilir? Bu konuda bilim insanlarının çalışmalarını takip etmek gerek. Ama şurası kesin: Kapitalizm bizlere distopik bir gelecekten başkasını vaat etmiyor. Bu yüzden ondan kurtulmamız lazım.
Tüm bu küresel etkiden uzaklaşıp ülkemizde dönersek eğer salgınla mücadelede iyi bir sınav vermediğimizi söyleyebilirim. Sokağa çıkma yasağı skandalı ve ardından içişleri bakanının istifası ve bu istifanın kabul edilmemesi, AKP içindeki grupların sert bir çatışma içerisinde olduğu biçiminde yorumlandı. Siz bu süreci nasıl yorumluyorsunuz?
V.U. Arslan: Tek adam rejimlerinin dinamikleri işliyor. Şöyle özetleyebiliriz: Tek adam rejimlerinde sahici ikinci adamlara yaşam hakkı tanınmaz. İçişleri Bakanı son dönemde fazla öne çıktı, Erdoğan’dan sonra AKP’de kendi hayran kitlesi olan tek kişi O. Üstelik MHP desteği güçlü. Son istifa hikayesinde de çok fazla göze battı. Bu yüzden uygun zaman geldiğinde çok geçmeden tasfiye edilmesini bekleyebiliriz. Tek adam rejimini hanedana benzetirsek tahtın aile içerisinde kalmasına dikkat edilecektir. Popülerleşen her isim de olası rakip ve tehdit olarak değerlendirilecektir. Kısacası Soylu’nun Erdoğan için ayak bağı olması riskinin Erdoğan’ın canını fazlasıyla sıktığını tahmin edebiliriz.
Ekonomide, sağlıkta, eğitimde ve işçi hakları konusunda Türkiye’de ciddi yapısal sorunlarla karşı karşıyayız. AKP hükümetleri bu sorunları yıldan yıla daha da derinleştirdi. Sizce Türkiye daha ne kadar Erdoğan liderliğindeki AKP tarafından yönetilebilir?
V.U. Arslan: Türkiye’de de toplumsal patlamanın objektif şartları oluşmaya devam ediyor. Hızlı yoksullaşma ve çok yüksek oranlara ulaşan işsizlik karşısında AKP etrafındaki kliklerin hızlı zenginleşmesi ve gösterişli yaşamları sınıfsal gerilimi yükseltmeye devam ediyor. Gelgelelim AKP’nin bugüne kadar kemikleşmiş bir destek tabanı hep oldu. Bu sosyal taban erimeden AKP’nin gitmesini beklememek gerekir. Şimdi alt sınıfları yıkıcı bir şekilde etkileyecek yıkıcı bir ekonomik buhrana doğru ilerliyoruz. Bu bunalım, AKP’den kitlesel kopuşları gündeme getirirse AKP döneminin kapanışının koşulları oluşacaktır. Bu yüzden AKP-MHP koalisyonu bütün gücüyle toplumsal-kültürel kutuplaşmayı ve terör gündemini canlı tutmaya çalışıyor. AKP’nin elindeki medya ve cömertçe kullandığı baskı mekanizması önemli araçlar olsa da bir yerden sonra çare olmayacaktır. Geçen yılki yerel seçimlerde görüldüğü gibi büyük kentlerde yavaş da olsa istikrarlı bir kaymanın olduğu aşikar. Bu, hızlanır mı ona bakacağız. En büyük sorunumuz tutarlı sınıfsal politikalarla emekçi halkın önüne çıkan siyasal alternatifin olmayışıdır. Bu AKP’nin en büyük şansı. Sosyalist Emekçiler Partisi (SEP) olarak bu boşluğu doldurmak için mücadele veriyoruz.
Koronavirüs salgını hayatımızı etkilediği andan itibaren mültecilerin durumunu adeta unuttuk. Gelecekte iklim krizi ve dünyanın çeşitli noktalarındaki diktatörlükler nedeniyle daha fazla insanın göç edeceği ön görülüyor. Türkiye-Yunanistan sınırında ciddi bir insanlık dramına şahit olmuştuk. Partinizin mülteciler konusundaki çözüm önerileri nelerdir?
V.U. Arslan: Türkiye’deki mültecilerin çok büyük bölümünün Türkiye’de kalıcı olduğunu anlamamız gerekir. Bu yüzden partimiz SEP, solun artık işçi sınıfının bir parçası olan mültecileri örgütlemek bir görevi olduğunu savunuyor. Bu emekçiler AKP’nin himayesine terk edilemez. Bunun dışında partimiz mültecilerin haklarının genişletilmesini savunuyor. Bu şekilde mültecilerin toplumda günah keçisi ilan edilmesine karşı mücadele ediyoruz. Bunun dışında Türkiye’nin Suriye’de ve Libya’da iç savaşları uzamasına hizmet eden politikalarının değişmesi gerekiyor. Mültecilerin emperyalist anlaşmalarda koz olarak kullanılmasına şiddetle karşı çıkıyoruz. Ayrıca Türkiye’nin AB liderleri ile yaptığı mültecilerin Avrupa’ya geçişini engelleyen anlaşmalardan çekilmesi gerekmektedir.