Türkiye’de Yaklaşan Seçimler Öncesi Genel Durum – V. U. Arslan
Türkiye tarihinin belki de en kritik seçimlerine 2 ay gibi bir süre kaldı. Dünyada da Türkiye’de olup bitenleri takip etmeye çalışan önemli bir kesim mevcut. Bu yazıyla uluslararası okuyucuların Türkiye’deki durumu daha iyi anlamasını sağlamaya çalışacağız.
Cumhurbaşkanı ve parlamento üyelerinin belirleneceği bu seçimlere Erdoğan ve faşist ortağı MHP çok büyük sıkıntılarla giriyor. Ekonomik kriz, yolsuzluk ve çeteleşmenin ayyuka çıkması ve son olarak büyük deprem felaketinde devletin aşırı yetersiz kalması toplumsal hoşnutsuzluğu üst düzeye ulaştırdı. Bu sıkıntılar bir yana burjuva muhalefet bloğu (Millet İttifakı) en sonunda kendi aralarındaki krizleri aşarak CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu etrafında birleşmiş görünüyor. Bu yazının yazıldığı sıralarda Kemal Kılıçdaroğlu önemli bir rüzgar yakalamıştı. Bu rüzgarı seçime kadar estirebilir mi orası belli değil. Türkiye gibi bir ülkede bir gün bile çok uzunken seçime kadar hangi olağanüstülükleri yaşayacağız orası da belli değil. Bunun dışında Erdoğan olası bir seçim mağlubiyetini kabul edecek mi bu da belli olmayanlar listesinde.
Şimdi ekonomik durumu, depremle ilgili gelişmeleri, siyasi aktörleri, sınıf mücadelesi ve sosyalistlerin durumunu özetlemeye çalışalım.
Ekonomik Kriz, Yolsuzluk ve Çeteleşme
Türkiye tarihinin en büyük enflasyonist dönemlerinden birinden geçiyor. %100’lerin üzerinde olan enflasyon, emekçilerin reel ücretlerini büyük oranda düşürdüğünden halk hızlı bir yoksullaşma süreci yaşıyor. AKP’den aldığı emirlerle alenen yalan söyleyen resmi istatistik kurumu bile enflasyonu %55 olarak gösteriyor. Emekçi halkın en büyük harcama kalemleri olan barınma, gıda ve ulaştırmada yıllık %300’lere varan fiyat artışları var. Diğer taraftan AKP ve etrafında kümelenen bir dizi büyük holdingin büyük bir yolsuzluk ekonomisi ile süper servetler elde etmesi toplumun büyük kısmında tepki topluyor. AKP’nin ihale şampiyonları olan bu oligarklar, toplumda 5’li çete olarak bilinse de gerçekte sayıları daha fazla.
Diğer taraftan devletin en tepesinden aşağı basamaklara kadar büyük bir yolsuzluk ağı oluşmuş durumda. AKP ile arası bozulduğu için iktidarın uyuşturucu baronlarıyla ilişkilerini ifşa eden eski bir mafya liderinin YouTube üzerinden yaptığı açıklamalar toplumda büyük yankı uyandırmıştı. Ama BAE’nin kendi ülkesinde yaşayan bu kişiyi susturmasıyla AKP’yi sarsan bu ifşalar kesilmiş oldu. Erdoğan, karşılığında, çok sevdiği Müslüman Kardeşler’e verdiği desteği kesti. Erdoğan ekonomik darboğazın etkisiyle bölgede kavgalı olduğu diğer despotlara (Suudiler, Sisi, İsrail ve BAE) büyük ödünler verdi. Karşılığında ekonominin tamamen çökmesini seçimlere kadar engellemek için bu ülkelerden borç paralar elde etti. Putin de bu konuda Erdoğan’a çok kritik yardımlarda bulundu. Örneğin, doğal gaz ödemelerinin bir yıl ertelenmesi gibi. Katar’dan da önemli miktarda borç para geldi. Bu sayede TL’nin yeni ve yıkıcı bir devalüasyonu ertelenmiş oldu. Ne var ki seçimlerden sonra kaçınılmaz olan devalüasyon ve yeni bir atılım yapacak olan enflasyonla halkın ödemek zorunda olacağı fatura oldukça büyük olacak.
Erdoğan kendisini zorlayan bu koşullarda en çok da devlet sopasına güvendi. Bu konuda özellikle iki isim öne çıktı. Bunlardan birincisi Erdoğan’ın ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli oldu. Erdoğan 20 yıllık iktidarında kendisinde iktidarda tutmak için birçok partnerle çalıştı. Bunlar arasında geleneksel büyük burjuvazi, AB, ABD, 2016 yılında darbe yapmaya kalkışan Gülen cemaati, sol liberaller ve hatta örtük biçimde Kürt ulusal hareketi bulunuyor. Bütün bu geçmiş birliktelikleri kanlı kavgalarla geride bırakan Erdoğan’ın son partneri faşist MHP oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde %50 oy oranına ihtiyacı olan Erdoğan için MHP’nin desteği hayati derecede önemli. Bu yüzden kamuoyu yoklamalarında %7 civarında oyu olan MHP muazzam bir güce erişti. Bu, hem AKP iktidarının politikasını etkilemede söz konusu oldu hem de bürokrasideki kadrolaşmada yaşandı. Şiddetli şekilde Kürt ve sol düşmanı olan ve son derece organize bir sokak gücüne sahip olan MHP, rejimin açık bir faşist diktatörlük biçiminde örgütlenmesi için çaba sarf ediyor. MHP ile yakın bağları olan İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu da devlet baskısının sembol isimi olurken mafya liderleri ile olan bağlantılarıyla da gündemden hiç düşmedi. Erdoğan aslında ciddi bir muhafazakar Kürt seçmen tabanına sahip olsa da MHP’nin aşırılıklarını sineye çekmek zorunda kaldı. Bunların sonuncusu tüm Türkiye’yi sarsan pervasız bir siyasi suikast oldu. MHP’nin en tepeden yönettiği açık olan bir organizasyonda hakkında infaz emri çıkartılan üst düzey bir ülkücü, uyuşturucu çetelerine bağlı olan bir tetikçi tarafından Ankara’nın en çok korunan bölgesinde suikastla öldürüldü. Tetikçinin polis aracıyla Ankara’ya gelmesi ve faillerin MHP’li bir vekilin evinde saklanması ve suikastçının kaçırılması toplumda şok etkisi yaratmış ve MHP’ye yönelik büyük tepkiler oluşturmuştu. AKP iktidarı durumu geçiştirmekle yetinmek zorundaydı. Özetle AKP rejimi berbat ekonomi yönetimiyle ekonomik krizlere sebep oluyor ve bir yandan da devlet aygıtı tamamen çürürken yolsuzluk ve çeteleşme ülkede kol geziyordu.
Depremde Çöken Devlet
1999’da Türkiye’nin endüstriyel kalbi olan Kocaeli’ni vuran büyük depremden sonra burjuva düzen sözüm ona sürekli bir deprem hazırlığı vurgusu yapmıştı. Gerçekteyse hiçbir şey yapılmıyordu. AKP’nin 2002’de iktidara gelmesinde depremin de etkisiyle şiddetlenen ekonomik krizin etkisi büyüktü. Ama AKP’nin 2002’den beri hiçbir hazırlık yapmadığı bu son büyük depremde anlaşıldı. Yapı denetimleri yapılmadığı için gerekli güçlendirmeler ve tahliyeler asla gerçekleşmedi. Tam tersine AKP iktidarı düzenli olarak sağlıksız ve kaçak yapılara ruhsat verdi. Bu, hem turistik bölgelerdeki doğa talancısı patronlara bir peşkeşti, hem küçük burjuvaziden oy isteme biçimiydi, hem de ruhsat başvurusu için belirli bir peşinat yatırmanız istendiği için AKP’ye sıcak para sağlıyordu. Bu şekilde tam 7 milyon sağlıksız konuta ruhsat verildi. Deprem vergisi olarak toplanan devasa boyutlardaki vergiler çoktan başka yerler için harcanmıştı. Her yeri saran yolsuzluk, yeni yeni çürük yapıların inşa edilmesini beraberinde getirdi. Yıkılan binaların önemli bir kısmının yeni yapılmış olduğu bilinmelidir. Bilim insanlarının ısrarlı uyarılarına rağmen bu felaket bağıra bağıra geldi. Bazı bilim adamları depremin merkez üssünü dahi belirterek çok hızlı davranılması gerektiğini söyleyip durdu. Ama hiçbir şey yapılmadı.
Felaketten sonrası ise ayrı bir fiyaskoydu. Daha önce böylesi büyük facialarda önemli roller alan devlet kurumları ve hatta arama kurtarmada etkin olan sivil toplum kuruluşları AKP tarafından devre dışı bırakılmıştı. Böylesi büyük bir depreme müdahale etmek için en organize ve en kalabalık birim olan ordunun kışlada tutulması emri akıllara durgunluk veren bir saçmalıktı. Nitekim devlet aygıtı çöktü. Çok sayıda şehir yıkıldığı için enkaz altında kurtarılmayı bekleyen on binlerce insan yardım isteye isteye hayatını kaybetti. Çok büyük çoğunlukla ortalıkta ne bir iş makinası ne de bir arama kurtarma birimi söz konusuydu. İnsanları kurtarmak için çırpınan yurttaşların büyük beton bloklar karşısında yapabilecekleri bir şey yoktu. Toplam ölü sayısı resmi rakamlarla 46 bin olarak geçse de herkes gerçek sayının çok daha fazla olduğunu biliyor. Devletin bir valisi gerçek sayının açıklananın 4-5 katı olduğunu kameralar önünde itiraf etti bile. Bunun dışında depremden sağ kurtulanlar da gerekli yardımları haftalarca alamadılar. Devletin bu boşluğunu halkın kendisi doldurmak için harekete geçti. Özellikle ünlü bir rock şarkıcısının liderliğindeki Ahbap adlı demokratik toplum örgütü yardım kampanyalarının odak noktası oldu. Zira kimse AKP ve onun elinde yolsuzluk merkezlerine dönüşmüş birimlere güvenmiyordu. Bu da AKP’yi son derece rahatsız etti. Bu tarz kampanyalar AKP’nin fiyaskosunu ortaya koyuyordu ve karalama ve tehditlerle Ahbap susturuldu. Başrolleri yine AKP medyası ve MHP çekiyordu.
Diğer taraftan toplumu kutuplaştıran, tehditlerle susturan ve avantacılıkla yozlaştıran AKP’ye karşı toplumsal dayanışmanın ve seferberliğin bu denli yüksek olması gerçekten umut vericiydi. Özellikle sosyalist örgütlerin sahada aktif bir şekilde görev alması tüm toplum kesimlerince duyuldu ve büyük bir sempatinin oluşmasını sağladı. Geleneksel sağ kesimde marjinal ve terörist etiketi vurulan sosyalistlerin prestijinde ciddi bir artış oldu. Partimiz SEP de bu çalışmalarda en önde yer alan örgütlerden biriydi. Partimiz bu çalışmalarını halen etkin bir şekilde sürdürmektedir.
Seçimler ve Burjuva Muhalefet
Bu yazı kaleme alındığı sıralarda burjuva muhalefet bloğu (Millet İttifakı) büyük kavgalar, çalkantılar ve uzlaşmalardan sonra kendi içindeki kavgaları aşmış görünüyordu. AKP’ye karşı oluşan halktaki derin öfkenin getirdiği basınç, bu ittifakın dağılmasını önlemektedir. Aynı zamanda sistemin burjuva normalleşme ihtiyacı da Millet İttifakı’nda cisimleşmektedir. İttifakın ekonomi politikaları serbest piyasaya bağlılığı vurgulamaktadır. Dış politikada çok vurgulanmasa da Batı yanlılığı nettir. İttifakın en çok vurguladığı konuların başında parlamenter sisteme geri dönüş ve demokratik hakların genişletilmesi bulunmaktadır. Bunun dışında liyakat ilkesinin geri getirilmesi ve yolsuzluklara karşı söylem öne çıkmaktadır. Millet İttifakı bu politik içeriği ile burjuva sistemin restorasyonunu ifade etmektedir. Türkiye gibi ülkelerde korkak ve parazit karakterde olan büyük sermaye çevrelerinin kavgasını veremediği siyasi programı budur. Diğer taraftan seslerini çıkaramasalar da devlet aygıtı içerisinde böyle bir restorasyonu destekleyecek önemli güçler bulunmaktadır.
Millet İttifakı’nı oluşturan 6 partiyi şöyle sıralayabiliriz:
CHP: Millet İttifakı’nın lideri konumundaki Kemalist parti. Farklı toplumsal tabanlardan ve ideolojik gruplardan oluşan bu parti 2010’da genel başkanlık koltuğuna oturan Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde ulusalcı kanatlarını tasfiye etti. Bu tasfiye süreci, devlet aygıtındaki ulusalcı askeri-sivil bürokrasinin tasfiyesi ile paralelliklere sahiptir. Bu sürecin ardından Parti, tüm dünyada olduğu gibi sosyal-liberal devletçilikten fazlası olmayan “sosyal demokrat” bir hüviyete büründü. Seçimlerde Erdoğan’ın rakibi olacak olan Kemal Kılıçdaroğlu diğer burjuva partileri etrafında toplayarak burjuva muhalefette oyun kurucu bir rol aldı. Karizmatik pek bir yanı olmayan eski bir bürokrat olarak Kılıçdaroğlu Alevi ve Kürt kimliği ile de tartışmaların odağında yer aldı. Geleneksel olarak %25 civarı bir oy oranı olan CHP, kurduğu ittifaklarla 2019 yerel seçimlerinde başta 3 büyük kent İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere büyük şehirlerin önemli bir kısmını kazanmayı başardı. Bu başarıda Kürt ulusal partisi HDP’nin katkısı büyük oldu.
İYİP: Faşist parti MHP’nin AKP ile ittifak kurmasından rahatsız olanların partiden ayrılmasıyla kuruldu. Partinin kuruluşu sırasında önüne çıkarılan bürokratik engellemeleri aşmasında CHP’nin yardımları büyük rol oynadı. Son anketlerde %14 civarı bir oyu olan İYİP, Millet İttifakı’nın ikinci büyük partisi konumunda. Partinin milliyetçi lider kadrosu Kürt sorununda ve kilit parti konumundaki HDP ile ilişkilerde her zaman keskin bir karşıtlık içerisinde oldu. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı’nın ortak adayı olması konusunda CHP ile rekabete giren parti bu mücadeleyi kaybetmiş görünüyor.
Saadet Partisi: İslamcı küçük burjuvazinin Türkiye’deki geleneksel partisi. Oy tabanını hemen hemen tamamen AKP’ye kaptırsa da güçlü bir kadro ağı bulunuyor. Ve dahası AKP’nin olası bir dağılması sonrası İslamcıların doğal adresi olmayı umuyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun en uyumlu çalıştığı parti olarak öne çıktı. Kadın hakları konusunda gerici rezervleri Millet İttifakı içerisinde ciddiye alındı.
Demokrat Parti: Daha çok tarihsel merkez sağcı partinin ismini taşımasından ötürü sembolik bir anlamı olan parti.
DEVA Partisi: AKP’den ayrılan eski ekonomi bakanı Babacan’ın partisi. Muhafazakar liberal bir parti olarak AKP’nin sözde başarılı olan ilk dönemine atıflar yapıyor. Serbest piyasa vurgusu, Batı yanlılığı ve Kürt sorunundaki reformcu çizgisiyle öne çıkıyor. Anketlerde %3 civarı bir oyu bulunuyor.
Gelecek Partisi: AKP’den ayrılan eski başbakan Davutoğlu’nun partisi. Dış İşleri Bakanlığı dönemindeki korkunç Suriye politikasının mimarı. Muhafazakar sağcı bir çizgiye sahip. Anketlerde %1-2 civarı oyu bulunuyor.
Millet İttifakı olur da seçimleri kazanırsa AKP’den kalan büyük ekonomi sorunlarını göğüslemek zorunda kalacak. Ülkedeki döviz kıtlığı acil boyutlarda. Bu noktada tek umutları yabancı sermayenin ülkeye girmesi olacak. Tüm dünyada sıcak paranın çekildiği bir dönemde piyasa dostu, emekçi düşmanı sosyal kesinti politikalarını izlemek durumunda olacaklar. Bunların arasında IMF ile anlaşmak da olabilir. Erdoğan sonrası protesto ve grevler düzenlemek konusunda daha özgüvenli olacak olan alt sınıfların baskısı ile serbest piyasacılığın basıncı arasında yeni iktidarın sıkışması ve kendi içerisinde krizler yaşaması oldukça olası görünüyor. Millet İttifakı’nın olası iktidarında yaşanması muhtemel iç krizlerin Erdoğan’ın seçim kampanyasının en önemli konularından biri olacağı aşikar.
Kemal Kılıçdaroğlu AKP iktidarı döneminde 418 milyar doların hazineden çalındığını iddia ediyor ve “bedeli ne olursa olsun 418 milyar doları alıp bu ülkenin parasını kasaya koymayı” vaat ediyor. Bu yolsuzluğun ucu sadece AKP oligarklarına değil Türkiye’deki tüm büyük sermaye çevrelerine çıkacağı için Kılıçdaroğlu’nun bu vaadinin arkasında durması mümkün değil. Ama elbette işçi sınıfı bu vaadin peşini bırakmamalı ve bu hususta Kılıçdaroğlu’nu köşeye sıkıştırmalıdır.
Türkiye’de Sınıf Mücadelesi ve Sosyalistler
Artan hayat pahalılığı karşısında eriyen alım gücünü korumak için işçiler 2022 başında önemli eylemlere imza attılar. Kuryelerin başını çektiği işçi eylemleri farklı sektörlere yayılarak devam etti ve işçiler bu mücadelelerin çoğunda kısmi de olsa kazanım elde etmesini bildi. Diğer taraftan bu eylemlerin siyasal bir karakter kazanarak genelleşmesi mümkün olmadı. Bu süreçte kent yoksulları ve olası esnaf eylemleri AKP için büyük tehlike arz ediyordu çünkü eylemlerin hedefinde bu defa şu ya da bu patron değil doğrudan AKP iktidarı olacaktı. Gelgelelim toplumsal gerilim yükselse de sokağa taşan öfke patlamaları yaşanmadı. Bunda iki faktör söz konusuydu. İlki AKP iktidarının göz korkutan otoriterliği bu kesimler üzerinde caydırıcı oldu. İkincisi de sokak eylemlerinin AKP’ye yarayacağı yönündeki yaygın kanıydı. Büyük protestoların sertlikle bastırılacağı, AKP’nin bu süreci daha da otoriterleşmek ve belki de seçimleri iptal etmek ya da çalmak için kullanacağı fikri kitleler üzerinde etkili oldu. Millet İttifakı bu propagandayı yoğun bir şekilde kullandı. Kitlelere seçimleri beklemeleri ve Erdoğan’ı oy vererek göndermeleri gerektiği salık verildi. Bu kırıcı politikanın Erdoğan’ın elini güçlendirdiğine şüphe yok.
HDP, Sosyalistler ve Devrimci Tutum
HDP, AKP otoriterleşmesinden en çok etkilenen parti oldu. HDP üzerindeki baskılar, AKP ile yürütülen “çözüm sürecinin” 2015’te bitmesi ile başlayan şehir savaşlarından sonra büyük bir tırmanış gösterdi. 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL süreci, tüm toplumsal muhalefete ve özellikle HDP’ye büyük baskı getirdi. HDP’nin en etkili ismi Selahattin Demirtaş ve milletvekillerinin de aralarında olduğu binlerce HDP’li halen cezaevlerinde bulunuyor. Bunu yanı sıra 2019 seçimlerinde HDP’nin kazandığı belediyelerin tamamına yakınına kayyum atandı. Bu sürecin sonunda HDP’nin protesto düzenlemesine dahi izin verilmezken tabanın partiye desteği pasif de olsa sürüyor.
HDP bu süreçte Millet İttifakı’na davet edilmese de Erdoğan’a karşı bu bloku desteklemekten geri durmadı. Önümüzdeki seçimlerde Kemal Kılıçdaroğlu’na destekleme yönünde açıklamalar yapılıyor. %12-13 civarında bir oy desteği olan HDP’nin seçimin anahtar partisi olduğu herkesin malumu. Bu durum aynı zamanda Erdoğan’ın korkulu rüyası durumunda, zira HDP seçmeni blok olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklerse Kemal Kılıçdaroğlu ipi ilk turda göğüsleyebilir.
HDP sadece Kürtlerin ulusal haklarını savunan bir parti değil, aynı zamanda Türkiye’deki sol hareketleri yönetmek ve şekil vermek de isteyen bir güç. Bunu da büyük ölçülerde başardığı söylenebilir. Tabi bu liderlik, bağımsız sınıf siyasetinin terk edilmesi, post-modern kimlik politikalarının benimsenmesi ve HDP’nin ulusal ve uluslararası egemen güçlerle kurduğu bağların görmezden gelinmesini beraberinde getiriyor. HDP’nin sendikal bürokraside (KESK ve DİSK) oynadığı olumsuz roller de gündeme gelmeyenlerden. HDP 10 civarında milletvekilliğini sosyalist gruplara veriyor, sendikal bürokraside de HDP ile iş birliği yapanlar belirli pozisyonlar elde ediyorlar. Ama bu iş birliğinin sonucu olarak sosyalist örgütler mana kaybı yaşayarak büyük güç kaybettiler. Bunun istisnası TKP’nin ikiye bölünmesiyle ortaya çıkan TİP oldu. Bu istisnayı yaratan HDP sıralarından seçilen TİP’li vekillerin diğerlerinden farklı olarak HDP’den istifa ederek kendi partileri adına bağımsız biçimde konuşmalarıydı. TİP’li vekiller AKP karşıtı demeçleriyle muhalif tv kanallarında boy gösterdikçe ilgi odağı oldular ve parti önemli bir çekim merkezi haline geldi. Buradaki sorun TİP’in içeriği ile ilgiliydi. Syriza tipi bir kitle partisi olan TİP, çoğu kez HDP ile CHP arasında köprü vazifesi görmeye çalıştı ve Kemal Kılıçdaroğlu’na verdiği cömert destekle dikkatleri üzerine çekti. Gelgelelim demeçlerde gösterilen atılganlık aktif sınıf mücadelesinde asla sergilenemedi. Seçim partisi hüviyetinde olan TİP’in kendisine yönelen insan akışını eğitecek ve mobilize edecek kadroları ve parti örgütleri bulunmadığı gibi böyle bir niyeti de bulunmuyor. Şimdilerde HDP’nin liderliğinde olan Emek ve Demokrasi İttifakı’nda gruplar arasında vekillerin nasıl paylaşılacağı konusunda bir rekabet başlayacak. TİP’in geleceği de esas olarak bu paylaşımın neticesinde şekillenecek.
Sosyalist soldaki bir diğer seçim oluşum Sosyalist Güç Birliği. Başını TKP’nin çektiği bu ittifakın ana vurgusu cumhuriyetin kazanımları ile laikliğin korunması oldu. Daha çok iyi eğitimli Kemalist orta sınıfların yaşadığı bölgelerde varlık gösteren Sosyalist Güç Birliği’nin yaklaşan seçimlerde bir iddiası bulunmuyor.
Partimiz SEP, solda bağımsız sınıf perspektifine bağlı militan enternasyonalist bir geleneği ifade eden üçüncü bir yolu inşa etmeye çalışıyor. Partimiz etkin olduğu emekçi mahalleleri, sendikalar, üniversite kampüsler ve şehir merkezilerinde farkını ortaya koyan ve emin adımlarla güçlenen bir etkiye sahip. Bu seçimlerde Enkaz Düzeni Çöpe Sosyalizm Tek Çare başlıklı kampanyamızla kendi bağımsız adaylarımız etrafında kampanya yürüteceğiz. Bu arada Erdoğan’a karşı burjuva partilerle iş birliğine itiraz etmeyi sürdürerek emekçi sınıfların seçim sonrası beklenen acı reçeteye karşı örgütlü mücadelesini hazırlamaya çalışacağız.