Türkiye'de Aşamalı Devrimin Teorisi: Milli Demokratik Devrim – Derya Koca
Türkiye gibi geç kapitalistleşmiş ülkelerde kapitalizmin gelişim öyküsü farklı öznelerce yazılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma döneminin sonunda, Mustafa Kemal önderliğindeki eski İttihatçı kadrolar burjuva gelişime öncülük ederek bir burjuva cumhuriyet yaratmışlardı. 1929 Krizi sonrası izlenmek zorunda kalınan devletçilik politikası ve küçük burjuva milliyetçiliğin modernleşmeci tavrı sık sık kafa karışıklıklarına sebebiyet vererek Kemalizmin sol bir ideoloji olduğu sanrısını yaratacaktı. Bu sanrıyı pekiştiren ulusal ve uluslararası konjonktür en nihayetinde Kemalizmin ve Milli Demokratik Devrim tezinin son derece etkisi altındaki bir sol hareketi 60’lı yıllarda ortaya çıkardı. Bu yazının amacı da ulusal ve uluslararası koşullar çerçevesinde MDD tezinin 68 gençlik hareketi içinde kazandığı popülerliği anlamak ve Marksizm’den kopuşunu incelemektir.
Milli Demoktatik Devrim tezi özellikle 1960’ların ikinci yarısında TİP’in parlamanterizme saplanması ile birlikte gençlik içerisinde Mihri Belli önderliğinde güç kazanmaya başladıysa da Doğan Avcıoğlu önderliğindeki YÖN dergisi 1961 yılından başlayarak ordu müdahalesi ve sol cunta projelerine dayalı bir yönelimin fikirsel ebeliğini yapmıştır. 1950’li yılların sonlarında 10 yıllık Demokrat Parti iktidarı iyice otoriterleşip, toplumsal muhalefetin unsurlarını baskı altına alırken gençlik hareketi ve DP’nin yöneliminden rahatsızlık duyan Kemalist askeri sivil bürokrasiden homurtular yükseliyordu. 27 Mayıs Darbesi DP’yi devirirken, 1961 Anayasası toplumsal özgürlükler anlamında kitlelerin basıncıyla yeni haklar getiriyordu. 27 Mayıs sonrası iktidarı ele alan Milli Birlik Komitesi (MBK) niyetlerinden bağımsız olarak yeni bir toplumsal muhalefet dalgasının önünü açan süreci başlatmış olacaklardı. Ordunun ilerici rolünün olduğuna dair yanılsamayı kuvvetli kılan etkenlerden birisi de buydu. Dönemin Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı, Mehmet Ali Aybar gibi liderleri MBK’yi selamlayacaklardı.
Sol cunta projesine inanan unsurlar açısından en önemli motivasyon kaynaklarından bir tanesi 27 Mayıs sonrasında yarım kalmış olan Kemalist “devrime” sahip çıkmak ve onu ilerletmek fikri idi. 1961 yılında Doğan Avcıoğlu’nun Mümtaz Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu ile birlikte çıkarmaya başladığı YÖN dergisi bu konuda ilk adımı atıyordu. Küçük bir grup öncülüğünde başlayan bu yayın 60’lı yıllara damga vuracak bir rüzgara dönüşecekti. Egemen ideoloji olarak küçük burjuva aydınları tarafından “aydınlanmacılık”, “modernleşme” ve milliyetçilik çerçevesinde ilerici ilan edilen Kemalizm bu dönemde YÖN’cüler tarafından sol jargonla yeniden yoğrulup önümüze konulacaktı. Öte yandan SSCB’nin tek ülkede sosyalizm, yurtseverlik ve “ilerici” burjuvalarla işbirliğine açıkça çağıran ihanetçi politikaları, kalkınmacı-planlı ekonominin kitlelerin gözünde sosyalizm olarak gösterilmesi YÖN’le başlayıp MDD ile devam eden hareketlere de sosyalizm adına söz söyleme hakkını doğuracaktı.
Bu akımın güçlenmesinde uluslararası ortamın uygunluğu da güçlü bir etken olacaktı. Türkiye’de ordunun devrimin öznesi olarak tariflenmesine sebep olacak şekilde ilham olan örnekler yani Baas rejimleri hemen yanıbaşımızdaki Ortadoğu coğrafyasında en parlak dönemlerini yaşıyordu. Son olaraksa 1968 gençlik hareketinin TİP parlamenterizminden kopuş yaşayarak daha radikal arayışlar içerisine girmesi ile MDD ile tanışması paralel bir sürece tekabül etmektedir. Gençlik alternatifsizliğin alternatifini MDD ile bulmuştur.
Kadro bileşimi olarak bakıldığında Yön hareketinin işçi sınıfı mücadelesine dayalı bir yönelim izleyebilmesi zor görünüyordu. Yön dergisinin ilk sayısında 1041 kişinin imzaladığı ve Yön Manifestosunolarak da bilinen ‘Yeni Devletçilik’ bildirgesi yayımlanmıştır. İmzacılar arasında bulunanların sınıfsal karakteri son derece heterojendir:
“…bununla birlikte,Mahmut Makalgibi köy enstitüsü mezunu yazar ve solcu bir halk aydınını, komünizme karşıtlığıyla tanınan Ömer Sami Coşargibi bir gazeteciyi,Coşkun Kırca gibi bir ‘orta yolcu’yu,Hilmi Özgengibi İslam’la uzlaşma arayan ilerici bir bürokratı, benzer görüşü paylaşan sosyalist profesörCahit Tanyol’u,Turgut Yeğenağagibi varlıklı bir sanayiciyi aynı çatı altında toplayan Yön Hareketi’nin, daha baştan çeşitli eğilimlerden oluşan ve türdeşliği tartışılabilir bir nitelik taşıdığı da söylenebilir. Ancak gene de hepsinin bir ortak noktası vardı: aydınlar tarafından başlatılan ve yönetilen bir ilericilik anlayışı. İktidarı sosyal ve ekonomik reformların yapılması yoluyla ‘aydınlatmak’ üzere birer seçkinler grubunun oluşturulması gerekliydi. Yine her ikisine göre bir ‘beyin takımı’ oluşturulacak ve buna önayak olanlar ise halktan gelme kişiler değil, küçük bir asker-aydın grubundan çıkacaktı.” (Artun Ünsal, Türkiye İşçi Partisi (1961-1971), s.73-75)
Doğan Avcıoğlu önderliğindeki YÖN dergisi, orduya dayalı bir siyasal devrim fikirinin en rafine halini bizlere sunmaktadır. “Esasen sosyalizmi altı ok ilkelerine dayanan Atatürkçülüğün en tabi sonucu ve devamı sayıyoruz; sosyalizmi, Atatürk devrimlerini geliştirme ve ileri götürme yolu olarak görüyoruz” diyen YÖN, kısaca Kemalizmi ulusal bir kalkınmacı model olarak DP iktidarına karşı büyümekte olan toplumsal muhalefetin önüne sunmuştur.
Bildirgede toplumsal çelişkiler sınıfsal olmanın dışında milliyetçi bir kalkınmacılık ekseninde ele alınarak tıpkı Kadro hareketinde olduğu gibi gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş ülkelerin arasındaki çelişki esas çelişki olarak kabul edilmektedir. Hal böyle olunca emperyalizme karşı mücadele kapitalizme karşı mücadele olarak ele alınmamakta, feodal olarak tanımlanan Türkiye’de bütün unsurların birleşmesi sonucunda milli mücadele ile demokratik devrim yolunda burjuva gelişimin sağlanabileceği savunulmaktadır. Yani kısacası proje, milletin bir bütün olarak sınıf mücadelesini bir kenara bırakıp burjuva demokratik devrim için seferber olmasıdır; ki burada önemli olanın sosyalizm ya da işçi enternasyonalizmi değil, her ne pahasına olursa olsun sonunda burjuvazinin güçleneceği bir “bağımsız” burjuva ekonomik kalkınmacılıktır. Çözüm önerisi olarak “çağdaş uygarlık düzeyi”nden ötesini gösteremeyen bu bildirge açık açık iktisadi alanda hızlı kalkınmak için tüm sınıfların bir politika üzerinde anlaşmaya varması gerektiğini salık veriyordu. Bu politika da devletçilikten başka bir şey değildi.
Doğan Avcıoğlu’nun teorisine isim babalığı yapan eski bir TKP’li olan ve TİP içerisinde Mehmet Ali Aybar çizgisinin parlamenterizmine karşı radikal söylemiyle ilgi çeken Mihri Belli, 68 kuşağının MDD’ci tezlere yönelmesinde büyük pay sahibidir. FKF’nin TİP’in seçim çalışmalarına odaklanmış politik anlayışının yerine 6. Filo gibi radikal eylemlerin taşıyıcılığını yapması, Mihri Belli’nin tezinde “zinde güçlerden” biri olarak tariflediği gençliği ulusal kalkınma için “devrim” fikrine yönlendirdi. Bir diğer zinde güç olan ordu ise 27 Mayıs’ta yaptığı darbe ile Demokrat Parti’yi hükümetten düşürerek görece özgürlük getiren anayasanın önünü açan, ilerici bir unsur olarak gösteriliyordu. Ancak aynı ordu, burjuva cumhuriyetin ve NATO’nun da ordusuydu ve 1971 yılına gelindiğinde işlevi devrimcileri katletmek olacaktı. 1960’larda küçük burjuva milliyetçileri olan liderlerinin öncülüğünde darbelerle başa gelen Baas partilerinin Ortadoğu’da yeni bir döneme kapı aralaması, gençliğin bu dönemde orduya yönelik beklentilerini de had safhaya ulaşmasına sebep olmuştu. Irak, Suriye, Libya ve Mısır’da darbelerle kurulan rejimler Soğuk Savaş döneminde ABD emperyalizmi ile olan çelişkili konumlarından dolayı Doğu Bloğu’na yanaşmışlardı. SSCB de bol keseden bu ülkelere sosyalizm payesi dağıtarak MDD’ci tezlerin ekmeğine yağ sürüyordu.
Diğer taraftan, 1968’i bir fırtınaya çeviren sınıf mücadelesinin radikalizmi sokakta devasa boyutlara ulaşmaktaydı. Saraçhane ve Paşabahçe Mitingleri, DİSK’in kuruluşu, Kavel Grevi, Yeni Çeltek direnişi, 15-16 Haziran Direnişi Türkiye işçi sınıfının parlak tarihini yazıyordu. Ancak bu tarihe paralel gelişen militan gençlik mücadelesinin merkezinde işçi sınıfı değil, gençliğin kendisi ve ordu vardı. Fakat hayat MDD’ci çizgiyi yanlışlayacaktı. Öyle ki, işçi sınıfına silahları kendisine doğrultmuş ordu ile bağımsız Türkiye için el ele verme çağrısı yapan MDD’cilere cevap işçilerin ordu barikatını aşması ile verilmiş oluyordu. 1971 muhtırasının “ilerici bir cunta” beklentisinin aksine Nurhak, Kızıldere gibi katliamların tarafından yapılması gençliğin ideolojik bir sorgulama içerisine girmesine sebep olmuştu.
68 hareketi her ülkenin özgünlüğüyle renk değiştirirken, Türkiye’de militan bir gençlik kuşağı yanlış ideolojik ve politik yönelimlerle önemli bir yenilgi almıştır. Ancak her ne olursa olsun bu yenilgi 12 Eylül’ün aksine dövüşerek alınan bir yenilgi olmuş ve bugünlere uzanan kahramanlık hikayeleri bırakmıştır. MDD’cilerin ve TİP’in gençliğe gösterdiği çıkmazdan gençlik önderleri yüzünü Che gibi dönemin devrimci figürlerine çevirmiş ve düzeni değiştirmenin doğrudan yollarını araştırmaya girişmişlerdi. THKO ve THKPC bu motivasyonla kendi yönlerini bulma gayretinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
MDD-SD tartışmaları aslında daha önceleri TİP içinde Moskovacı çizgiyi savunan Sadun Aren ve Behice Boran tarafından başlatılmıştı. Mehmet Ali Aybar ise bireyi merkeze koyarak sağ bir eleştiri ile SSCB deneyiminden sosyalizmin kendisinin baskıcı olduğu yanılsaması içinde “güler yüzlü sosyalizm” söylemine doğru kayış yaşamıştı. Gençlik içersinde ise Aren’i oportünizm ile eleştiren Mahir Çayan, Mihri Belli ile girdiği polemiklerinde MDD’cilerin işçi sınıfının rolünü küçümsediğini söyler. Ancak onun da derdi MDD’nin aşılması değildir. Çayan’a göre “milli demokratik devrim ancak proletaryanın öncülüğünde söz konusu olabilir”. Bir ara aşama olarak demokratik devrimin sosyalist devrime varacağı klasik Stalinist söylem ile Çayan’ın vardığı nokta kırdan kenti kuşatan gerillaların “öncü savaşı”nda kilitlenip kalacaktı. (Bkz: Mahir Çayan- Toplu Eserler, Bölüm II) Bu da bir başka zinde gücün teorisiydi ve içinde bağımsızlıkçılık, yurtseverlik, demokratik devrim gibi MDD’nin klasik önermelerini taşımaya devam etmektedir.
MDD, sınıflar mücadelesinin tarihi tarafından çöpe atılmış bir yönelim olarak geçmişte kaldı. Fakat bu yönelimin ideolojik etkileri Türkiye solunun belli kesimlerince halen taşınmaktadır. Milli Demokratik Devrim eleştirisinin mantıksal sonucu ancak Sürekli Devrim ve proletarya enternasyonalizmi olabilir. MDD’ye eleştiri mahiyetinde ortaya konulan hiçbir yaklaşım MDD’ nin sınıf uzlaşmacılığı, tek ülkede sosyalizm ve burjuvazinin ilericiliği safsatalarından kurtulamaz. Ancak onun bir versiyonu olabilir.