Toplumsal Muhalefette Kimlik Bunalımı – Veli Umut Arslan

12 Nisan, 2014

30 Mart seçimlerinin işaret ettiği sonuçlardan birisi de toplumsal muhalefetteki temsil bunalımıydı. Yani Gezi’den beri güçlü bir dalga olarak kendisini gösteren, milyonları kapsayan ve yeni bir kuşağı radikalleştiren toplumsal muhalefet, kendisini ifade edecek bir siyasi aktör bulamıyor ve CHP’de sıkışıp kalıyor. CHP ise bütün hantallığı, sağa kayışı ve bir idealden yoksun oluşuyla yani kısaca bir düzen partisi olmasıyla AKP karşıtı dinamiği çıkmaz sokaklara sürüklemekte.

Haziran Günleri’nin tıkanmasında da bahsini ettiğimiz temsil bunalımı büyük bir etkendi. Milyonlarca insan, liderliksiz kaldıklarından önlerini göremedi; kendiliğinden hareket, manevra yapamadı ve bir strateji oluşturamadı. Bu yüzden AKP, her şeye rağmen inisiyatifi ele almayı başardı. Tabandaki gençliği ve dinamizmi yansıtacak yeni ve sevilen siyasi aktörler veya aygıtlar, Gezi Direnişi içerisinden çıkamayınca gelişen siyasi perspektif yoksunluğu sonucunda hem sokak hareketi belirli bir tıkanma yaşadı, hem de AKP’nin üstünlüğüne dayanan siyasi yelpaze değişmeden kalmış oldu. İşte, 30 Mart seçimlerinin sonucu bu noktada bağlandı. Zira,AKP’nin tabanını cezbedecek yeni bir siyasi odak, hareket içerisinden çıkamadı.

Kitle hareketlerinin sarstığı ülkelerden olan Yunanistan’daki mücadele enerjisi Syriza’ya yönelmişti, İtalya’da komedyen Giuseppe Grillo siyasi sisteme yeni bir soluk getirmiş ve en ileri örnek olan Arjantin’de ise Troçkist örgütlerin oluşturduğu İşçilerin Sol Cephesi, %6 civarında oy oranına ulaşarak sisteme büyük bir meydan okumada bulunmuştu. Oysa, Gezi sonrası Türkiye siyasi yelpazesinde değişim olmadı; aynı tas, aynı hamam. Ciddi potansiyeli olan HDP, Kürt ulusal hareketinin AKP ile olan müzakere sürecinin geleceğine ilişkin kaygıları öncelik etmesi sebebiyle önüne çıkan fırsatları adeta tepti. 17 Aralık operasyonu sonrasında da Kürt ulusal hareketinden gelen olumsuz demeçler, yine HDP’yi gerilere taşıdı. Gezi’ye katılan geniş kesimlerde HDP’nin esas olarak CHP’yi hedeflediği algısı oluştu, tersinden AKP’ye de belirli bir iltimas geçildiği kanısı uyandı. Yıldızı parlayan diğer unsur olan İhsan Eliaçık ya da Antikapitalist Müslümanların siyasi bir alternatif sunmaması, AKP karşısında siyasi özne olarak geriye bir tek CHP’nin kalmasına sebep oldu. Sokak hareketinde önemli etkisi olan sosyalistlerin ise siyasi alternatif olmak konusunda kayda değer bir kapasitesinin henüz olmadığı ortada.

Sosyalistlerin CHP’yi Desteklememesi Hata mıydı?

CHP gibi kurt kariyer politikacılarından oluşan burjuva bir partinin Gezi dinamiğine fazla fazla dar geleceği ortadaydı. AKP-CHP-MHP-BDP siyasi şemasının AKP’yi ihya ettiği de aynı şekilde ortadaydı. Bu ortamda CHP sağa kayarak büyüme şansını denedi. Anti-emperyalist bir tutum belirleyeceğine ABD emperyalizminin yeni ajanı olmaya soyundu. ABD-TÜSİAD-Cemaat şeytan üçgenine bel bağlayan CHP karşısında sosyalist solun kendi adaylarını göstermesi dışında bir alternatif söz konusu olamazdı. Aksi durumda yani CHP’nin desteklenmesi halinde, sosyalist sol kendi varoluş gerekçelerini ve amaçlarını ortadan kaldırmış olurdu. Bu yüzden de CHP’lilerin sosyalistlere karşı “oyları böldünüz” şeklinde suçlamaları tamamen yersizdir. Bir yandan ABD-TÜSİAD-Cemaat üçlüsünün yeni projesi olacaksınız, diğer yandan MHP ile yakınlaşacaksınız sonra da çıkıp “sosyalistler oyları böldü” diye feryad edeceksiniz, devrimcileri suçlayacaksınız. Bunun anlamı sosyalistlerin kayıtsız şartsız teslimini istemektir. Olacak şey mi bu? Bu suçlamaların hiçbir ciddiliği bulunmuyor.

Ayrıca kutuplaşma nedeniyle sosyalistlerin gösterdiği adayların Hopa dışında ciddi bir etken olmadığı da ortada. Hopa gibi sol-sosyalist kimliği ile öne çıkan, geçtiğimiz yıllarda Metin Lokumcu’nun acısını yaşayan sembol bir kentte belediyenin AKP’ye kaptırılmasının faturası tek başına sosyalist kurumlara kesilmemelidir. Evet, %50’nin üzerindeki sol oylar 3’e bölünmüş ve aradan sıyrılan AKP olmuştur, yani bir anlaşma olsaydı sonuç farklı olurdu. Ama anlaşma konusunda geri çekilmek neden illa ki sosyalistlere düşsün ki? Sosyalist kurumların daha akıllı davranması gerektiği açık, ama CHP’nin “Rabbena hep bana anlayışı” da gözlerden kaçırılmamalı ve mahkum edilmelidir. Bir yandan berbat bir belediyecilik performansı sergileyeceksiniz, diğer yandan sosyalistler bana tabi olmalı diyeceksiniz.

Bundan Sonrası

Bundan sonrası için ilk önce elimizde ne var ona bakalım. Birincisi AKP hala iktidarda olduğuna göre “AKP karşıtı dinamik”, varlığını koruyacaktır ve ilk andaki moral bozukluğunun atlatılmasından sonra yeri geldikçe kendisini eylem olarak gösterecektir. AKP’ye karşı gelişen muhalefetin hem eylemsel, hem de fikirsel anlamda radikalleştiğini ve bunun böyle devam edeceğini varsayabiliriz. Bu da yeni bir kuşağın sola kayması anlamına geliyor. Yani, karamsarlığa kapılmaya gerek yok. Sınıf mücadelesinin bu tarihsel kesitini sosyalist inşa için verimli bir dönem ya da başka bir deyişle ciddi fırsatların var olduğu bir ortam olarak değerlendirmeliyiz.

Diğer taraftan bu fırsatların kendiliğinden ve basitçe realize olmayacağını belirtmek gerekir. Bu noktada kuru kuruya örgütlenme çağrısı yapmanın kendi başına bir getirisi olmayacak. Kitlelerin birebir görüp hissedeceği bir başarı öyküsü olmadan ve bu çerçevede geliştirilecek somut ve inandırıcı hedefler geliştirilmeden kimse sosyalist örgütlere akın akın insan gelmesini beklemesin. Yani örgütlenme adına elverişli bir tarihsel kesitteyiz derken bunu 68-78 kuşağında olduğu gibi kendiliğinden ve hızlı bir süreç olarak kavrayamayız. Geniş kesimler açısından haldır haldır bir örgütlenme arayışından söz edilemeyeceğini Haziran Günleri’nden beri yaşayarak gördük.

Bir akına benzeyen örgütlenme süreci olmayacağına göre sosyalistler için önümüzdeki süreç, elverişli olsa da kolay bir dönem de değil. Gerçekçi olmak gerekirse sosyalist solun kısa vadede öyle etkileyici bir başarı öyküsü ortaya koyması mümkün değil. Bu yüzden sıkı durmak şart. Bir yandan enerjik ve yaratıcı bir çaba içerisinde olmak, diğer yandan da istikrarlı ve adım adım da olsa gelişen örgütsel performanslar sergilemek gerekiyor. Bunun için de olmazsa olan yeni gençlik kuşağı içerisinden akın akın insan beklemek yerine bu kesim içerisinden yeni kadrolar çıkartmak ve bunların sayısını çoğaltmaktır. Yani bir anlamda bahsettiğimiz şey “boy atmaktır”. Hızlı ve belirleyici zaferler beklemek kesinlikle hayal kırıklığı yaratacaktır.

Diğer taraftan sosyalist solun geleneksel yapısının böyle bir görevi yerine getirmek için pek elverişli olduğu söylenemez. Bu yüzden de geçmişten günümüze tekrarlana gelen ideolojik ve bunun yansıması olan pratik zaaflardan kurtulmak gerekir. Geçmişin bir muhasebesi olmadan geleceği inşa edemeyiz. Yani, 20.yy’ın Türkiye ve dünyadaki dersleri çıkarılmadan 21.yy’a talip olamayız. Bu görevi ancak yeni bir gelenek, kendi dinamiğini ve rüzgarını yaratarak gerçekleştirebilir. SDH bu göreve taliptir.

KATEGORİLER
ETİKETLER