Tek Adama Karşı Kadınlar -Derya Koca

Tek Adama Karşı Kadınlar -Derya Koca

Dünyanın 21. yy.da geldiği nokta adeta bir 20.yy.ın kötü taklidi. Kitlesel kıyımlar, en az 12 saatlik çalışma saatleri, kitlesel göçler, kadın haklarında muazzam gerileme, otoriter rejimlerin iktidarları… 20. yy.’da bu gidişata sınıf mücadelesinin yükselişi dur demişti. Ekim Devrimi ile bu yükseliş tarihsel bir zafer elde etmişti. 19. yy.ın çetin sınıf savaşları ise Ekim Devrimi’ni yapan kuşağı beslemişti. 8 saatlik iş günü için mücadele ederek 1 Mayıs’ı yaratanlar ve yine eşitlik ve emek için mücadele ederek 8 Mart’ı var edenler… Tarih, kuşaklar boyu mücalede bayrağını devralan ve onu düşürmeyenlerin elleriyle yazıldı. Ezilenlerin sesi daha gür çıktı, eşitlik talepleri işçi sınıfının dilinde türkü olduğunda başarıya ulaştı. Kadınların tarihsel zaferleri işçi sınıfının zafer anlarına denk düşer. Bu, bir tesadüf değildir. Ezenlerin aynı zamanda sömürenler olduğu dünyada: sömürmek için ezenlerin dünyasında işçi sınıfı sömürüye dur dediğinde ezilenlerin şöleni başlar.

Tarih, tekerrür ediyor gibi hissedebiliriniz. 12 saatlik iş günü için verilen mücadele de kadınların eşitlik mücadelesi de 100 yıl önce başlamıştı. Şimdi 8 saatlik iş gününün yerinde yeller esiyor; kadınlar ise faşizm yıllarından bu yana belki de en sert saldırılara maruz kalıyor.

Kapitalizm, tarihsel çevrimi krizler ve savaşlardan ibaret bir düzen. Barış, refah sadece küçük tarihsel anlarda istisna. En sert emek düşmanı figürler tarih sahnesine bugünlerde yeniden tarih sahnesine çıkıveriyor. ABD’de Trump iktidarı aldı. Fransa’da Le Pen başkanlığı almak üzere ciddi bir aday. 2008 krizini en derin yaşayan ükelerden Yunanistan’da neo-Nazi örgüt Altın Şafak çok ciddi bir taban kazandı. İsviçre’de aşırı sağ iktidarda. Macaristan,Polonya ve hatta refah devletinin ve bir zamanlar sosyal demokrasinin beşiği olarak bilinen İsveç’te bile aşırı sağ güçleniyor.

Avrupa aşırı sağı, kapitalizmin yıkımı karşısındaki tepkilerden besleniyor ancak bu tepkileri yabancılara, yoksullara, azınlıklara, kadınlara ve mültecilere yönelterek ilerliyor. Kapitalizmin 2008 krizini atlatamamasının sonucu olarak merkez eridi, sol ve sağ alternatifler öne çıktı. Solun Avrupa’da uzun süredir var olan iflası ise aşırı sağ güçlerin önünü açarak güçlenmelerine neden oldu.

Kadınlar ve Kriz

Aşırı sağın yükselişi,kadınlara hiç de dost olmayan düzende kadın düşmanı politikaların yeniden canlanmasını beraberinde getirdi. Dünyada selefilerin etkisinin artması dünyanın öbür ucundaki ABD’de Orlando’da eşcinselleri katletti. Kadın cinayetlerin dünyanın tamamında arttı. Kürtaj yasakları sağ iktidarların temel propaganda söylemi haline geldi. Kadın ve eşcinsellere düşmanlık bir norm haline gelirken sağ unsurlar birbirini besleyip cesaretlendirir oldu. Türkiye’de kadınlara cehennem edilmeye çalışılan hayat: şiddet, nefret, düşmanlık ve tecavüz vakalarının gündelik hayatta sıradanlaşması iklimini besleyen unsur AKP’nin varlığının yanında dünyanın içinde bulundığu bu koşullar tarafından da belirleniyor. Bu “bileşik gerileme”, dünyada emekçilerin gerilemesinin, sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Emekçi kadınlar, örgütlülük halkasından en önce kopanlar. Çünkü örgütleri dağıtılan ve güvenceli işlerinden kopartılan emekçilerin kamusal hakları da ellerinden alınıyor. Kadınlar, kapı dışına ilk konanlar. Eve; temizlik, yemek ve çocuk bakımına ve düzen için işçiler doğurmak vazifesine geri gönderiliyorlar.Gerici fikirlerin kucağına itiliyorlar. Kadınların işçilerin yeniden üretimini bedava gerçekleştirmeleri ideolojik savlarla siyasi alana taşınıyor: analık kutsaldır, kadının ilk görevi anneliktir, kürtaj cinayettir… Tanıdık geliyor değil mi? Çünkü burjuva gericiliğin dili evrenseldir.

Neoliberalizm ile hem ideolojik hem de örgütsel yenilgi içinde on yıllar geçiren işçi sınıfı ve emekçi kadınlar birlikte geriledi. Ancak tüm toplumsal mücadelelerin birikimi ile oluşmuş bir bilinç karşısında egemenlerin işi de kolay olmayacak. Bugün tam da böyle bir dönemin içindeyiz. Kimlik politikası, kapitalist toplumda ezilme ilişkisini kaynağı olan sömürüyü yani onun sınıfsal temellerini ve nedenlerini yok sayan bir yüzeysellik içinde. Bugün dünyada popülerleşen kimlik siyasetinin “mor kapitalizm” hayalleri, burjuva siyasetçilerin vitrine koyduğu bir iki kadın figür eliyle kadın sorununu kendisine demokrasi sosu yapmakla meşgul. Hillary Clinton ve onun kızkardeşlik demogojisi bundan başka neydi ki? Trump’a oy veren kadın ve göçmenlerin varlığını nasıl açıklayacağız? Üstelik bu kesim bir önceki seçimde Obama’ya oy vermişken.. Beyaz Saray’ın sayfasına LGBT haklarını koymuş, iktidar süresi boyunca “kadın hakları” söylemini popülerleştirmiş başkandan sonra kadın ve göçmen düşmanı kaba bir despot nasıl olur da bu kesimden destek alır?

Trump Beyaz Saray’a çıktıktan sonra ABD’de genelinde tam 600 ayrı noktada kitlesel kadın eylemleri gerçekleşti. Bu eylemler, 75 ülkeye yayıldı. ABD toplumunun canlı dinamikleri ciddi bir enerji açığa çıkardı. Bu enerjiye rağmen toplanıp dağılan ve protesto hareketinden öteye gidemeyen, kadının sırtındaki yükleri sosyal hak olarak kazanmayı başarabilecek bir sınıf gücü olmaksızın bu enerji top yekun bir kurtuluşu sağlayabilir mi? Hillary Clinton, kendi sınıfınn en kirli temsilcilerinden biri olduğu için kadınlara kız kardeşlik demogojisi yapması yetmedi. Bernie Sanders bir erkek olarak, reformist programı ile daha fazla umut vaadediyordu. Hillary’nin düzenle kirli ilişkileri ve çıkar siyasetinin verdiği tiksinti geleneksel Cumhuriyetçi oyları bile kaybetmesine neden oldu. Ve ortalık Trump’a kaldı. Kızkardeşlik demogojisi tutmadı.

Kadının “Sınıfı”

Kapitalist toplum üretim faaliyeti ile toplumsal yeniden üretimi birbirinden ayırdı. Böylesine keskin bir ayrım insanlık tarihinde ilk kez kapitalizmde var olmuştur. Yeme içme, gündelik ihtiyaçların temini, çocukların bakımı gibi toplumun yeniden üretilmesi anlamın gelen şeyler kamusal alanın yani burjuva devletin sorumluluğu olmaktan çıkartıldı.Bunlar politik olarak egmen sınıfın çok yakından ilgilendiği ancak tamamen kadının sırtına yükledikleri şeyler oldu. İşçilerin maliyetleri düştü. Kadına yönelik şiddet “aile meselesi” denilerek özel alanın sorunuymuş gibi muamele gördü çünkü uysal kadınlar hem evde hem işte köleliğe daha çok razı olurlardı. Yani, kadının kurtuluşundan bahsedeceksek kadının sırtına yüklenen bunca yükün toplumsal yükler olduğunu ve kamusal haklar yoluyla bu makus “talih”in geriye çevirebileceğini içinde kavraması şarttı. Erkeler için de bu hayatta ucuza ve güvencesiz çalışmak cehennemi dayatılıyordu. Bu haklar çok sert mücadelelerin konusu olabilir . Üstelik elinizde yaptırım gücünüz yoksa kazanılması da hiç kolay olmayacaktır. Bu güç, üretimden gelen güçtür. Sınıfın gücüdür.Kapitalizmin üzerinde yükseldiği bu çark kırılmadan kadınlar için bir kurtuluş mümkün olamaz. Zaten bu, sadece kadınların değil; erkeklerin de yani bütün bir işçi sınıfının mücadelesi ve kazanımları anlamına gelecektir. Ve kaçınılmaz olarak işçi kadın bu yolda burjuva kadının karşısında ve işçi erkeğin yanında ve onun bir adım önünde olacaktır. Cinsiyetçiliği aşmanın ilk koşulu kadınların bu yaşamsal talepler etrafından varlık göstermesi ve toplumu dönüştürmesidir.

Peki, bugün kadın hakları için, eşitlik mücadelesi için nasıl bir mücadele hattı izlemeliyiz? Bunun için güzel bir örnek Fransa’nın emekçi kadınlarından: Fransız kadın işçiler 16:34’te iş bırakarak sokağa döküldü ve eşit işe eşit ücret talebini yaratıcı bir sınıf eylemi ile ortaya koymuş oldu. 16.34’ten sonra çalıştıkları zaman için Fransız kadınlara ödeme yapılmıyor. Yani, gizli olan eşitsiz ücreti somut bir eyleme döktü. Fransız emekçi kadınların erkekler ile aynı maaşı alması için bir yılda 38.2 gün daha çalışması anlamına geliyor. Yani erkek emekçinin maaşını alabilmesi için kadın 1.5 ay çalışmak zorunda.

Benzer bir örnek de gelişmiş kapitalist ülkelerden ve cinsiyet eşitliği listesinde üst sıralarda yer alan İzlanda’dan. İzlandalı kadın emekçiler Fransız kadınlardan bile 2 saat fazla çalışıyor. İzlandalı kadınlar 14.38’te iş bırakma eylemi gerçekleştirerek kitlesel bir protesto gerçekleştirdi. 2016 yılı bu byük eylemlere tanık oldu. Bu iki örneğin çarpıcı noktası şudur: kapitalist gelişme düzeyi kadınlara otomatik olarak ne özgürlük ne de eşitlik verecektir. İzlanda, Fransa’ya göre daha refah bir ülke.Üstelik Türkiye’nin 130. sırada olduğu Dünya Ekonomik Forumu toplumsal cinsiyet eşitliği sıralamasında en iyi ülke! Yani burjuva devletlerin en iyisi bile bu halde. İzlanda’da bu istatistiklere karşın Fransa’daki örgütlü sınıf mücadelesinin canlı dinamikleri kadın emekçilerin İzlanda’dakinden 2 saat daha az sömürülmesine temel oluyor. Kapitalizmin temellerine dokunmayan ve burjuva gelişmişlik, kimi talepleri tarihsel kesitte içerebiliyor.Ancak sömürü oranları başka şeyler söylüyor. Kadınların talepleri en gelişmiş kapitalist ülkelerde dahi kurtuluş vaadetmekten çok uzak. Kadınların en temel hakları kapitalizmin çıkarlarıyla çelişiyor.

Sınıf mücadelesinin şu an en örgütlü olduğu yerlerin başında,sosyalistlerin emek politikasının çok güçlü olduğu Arjantin geliyor. İspanyolca konuşan dünyaya Arjantin’in canlı mücadelesi önderlik yapıyor desek abartmış olmayız. Kadın hareketinin de önemli bir dinamik olduğu Arjantinli emekçi kadınlar bu 8 Mart’ta dünyadaki sınıf kardeşlerine greve çıkma çağrısı yaptı. Ve çok sayıda ülkeden sembolik dahi olsa olumlu cevap aldı. Daha önce de Brezilya’da kamusal alanda bebeğini emziren kadına yönelik polis müdahalesini protesto etmek için binlerce kişi başta Arjantin’de olmak sokağa çıkmıştı. Yıllardır devam eden “Ni Uno Menos” yani “Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz” kampanyasının sloganı ise şimdiden tüm dünyaya mal oldu.

Ekmek ve Gül

8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nün Türkiye’de anlamı bu sene tek adam rejimine karşı bir direnişi ifade ediyor. Hem emeğe hem kadına gelmiş geçmiş en sert saldırıları gerçekleştiren bir despotun anayasa değişikliğine kadınların HAYIR demesi, 8 Mart’ın toplumsal muhalafete moral verecek büyük bir eyleme dönüşmesi çok önemli. Kadınların toplumda sorgulanamaz meşruiyeti bu zamana kadar OHAL döneminde bile tecavüz yasasını geri çektirecek enerjiyi yarattı. Sınıf örgütlülüğünün ve solun zayıf olduğu Türkiye’de kadınların sokaklarda varlığını devam ettirmesi büyük önem taşıyor. Diktaya karşı kadınların kendilerini savunması tüm toplumu savunmaya eşdeğer.

Kadının kurtuluşu, yani bir daha geri kaybetmeksizin özgürlük ve eşitliği kazanması bu topraklarda güdük ve kendi çıkarını dahi bir despota karşı koruyamayan burjuvalardan beklenemez. Az gelişmiş ülkelerin bujuvaları kadını ve erkeği ile topluma ağır bedeller ödetmek pahasına kendi dar çıkarlarının, günübirlik karların peşinde koşturur. Liberal feminist “duyarlılıklar” vitrininin arkasında bu kabalıkta bir sınıfsal ilişki var. Emekçi kadınlar kendi göbeğini kendisi kesmek zorunda.

Ekonomik krizin ağır faturası Türkiyeli emekçileri vurmaya hazırlanırken emekçilerin vereceği cevap (ilk adım olarak Nisan’da HAYIR’ın kazanması) bu topraklarda gelecekte ne ile mücadele edeceğimizi belirleyecek. Sonuç ne çıkarsa çıksın mücadeleyi eşitsizliğin ve sömürünün kalelerini yıkana kadar devam ettirmekle yükümlüyüz. Ancak 16 Nisan’da görülecek bir hesabımız var. Somalı madenciler, Karadenizli Havva Ana, Torunlar İnşaat’ta katledilen işçiler ve tüm emekçi kadınların ortak bir hesabı bu. Ancak, kadınlar bir adım öne:ekmek ve gül için.

KATEGORİLER
ETİKETLER