Stalin Muhalefeti Nasıl Mağlup Etti? – Lev Troçki
Yoldaş Zeller’in mektubunun ortaya attığı sorular, sadece tarihsel olarak değil, şimdiki zaman için de ilgi uyandırıcıdır. Bu sorularla özel konuşmalarda, ekseriyetle kişisel olanlarda olduğu kadar sıklıkla politik literatürde de karşılaşmak olağan. “Nasıl ve niçin iktidarı kaybettiniz?”, “Stalin aygıtı nasıl ele geçirdi?”, “Stalin’in gücünü meydana getiren nedir?”
Devrim ve karşı devrimin iç yasaları meselesi, her yerde ve her zaman bütünüyle kişisel şekilde ortaya kondu, sanki mesele derin çelişkiler ve toplumsal nitelikli değişimlerle ilgili değil de satranç oyunu ya da bir tür sportif müsabakayla alakalıymış gibi. Bu bağlamda büyük halk hareketleriyle karşı karşıya kaldıklarında birçok sözde-Marksist, meclis lobilerinin kıstaslarını kullanan vulgar demokratlardan hiçbir şekilde ayırt edilemez.
Tarihi azıcık da olsa anlayan herhangi birisi, her devrimin onu takip eden bir karşı devrimi kışkırttığını bilir. Bu karşı devrim ki, şüphesiz, ulusu ekonomi alanında asla tamamen başlangıç noktasına geri fırlatmaz; ancak her zaman politik fethinin dikkate değer bir kısmını, bazen aslan payını halktan alır. Karşı-devrim dalgasının ilk kurbanları, genel bir kural olarak devrimin ilk döneminde, hücum zamanında, “kahramanlık” döneminde kitlelerin başında bulunan devrimciler katmanıdır. Bu genel tarihsel gözlem bizi şu fikre götürür ki mesele basitçe beceri, kurnazlık ya da iki veya birkaç kişinin hüneri meselesi değil, benzersiz bir şekilde daha derin sebeplerin meselesidir.
Marksistler, yüzeysel kadercilerden (Leon Blum, Paul Faure vb. türü) farklı olarak, toplumsal mücadelede bireyin, onun inisiyatifinin, cesaretinin rolünü yadsımazlar. Ancak idealistlerin aksine, Marksistler son tahlilde bilincin varlık tarafından belirlendiğini bilirler. Devrimde liderliğin rolü muazzamdır. Doğru bir liderlik olmadan proletarya zafer kazanamaz. Ancak en iyi önderlik bile, nesnel koşulları yoksa devrim yaratamaz. Proleter liderliğin en iyi meziyetleri arasında, saldırabileceğimiz zaman ile geri çekilmenin gerekli olduğu anı ayırt etme kapasitesi hesaba katılmalıdır. İşte bu yetenek, Lenin’in esas gücünü oluşturur(1).
Sol Muhalefet’in bürokrasiye karşı savaşımının başarı ya da yenilgisi, şöyle ya da böyle bir dereceye kadar, kuşkusuz, savaşan iki kamptaki liderlerin niteliğine bağlıdır. Ancak bu nitelikler üzerine konuşmadan önce, savaşan kampların kendilerinin karakterlerini açık bir biçimde anlamalıyız; bir kampın en iyi lideri diğeri için tamamen değersiz olabilir, tersi de doğrudur. “Niçin zamanında Troçki askeri aygıtı Stalin’e karşı kullanmadı?” sorusu –ki çok yaygındır (ve naif)- soru soran kimsenin Sovyet bürokrasisinin proletaryanın devrimci öncüsü karşısındaki zaferinin genel tarihsel nedenlerini dile getirmek istemediği ya da isteyemediği bir dünyanın en belirgin kanıtıdır. Ben bu nedenleri birçok kez, otobiyografimden başlamak üzere birtakım kitaplarda yazmıştım. En mühim sonuçları birkaç satırda özetlemek niyetindeyim.
Ekim Devrimi’nin zaferini sağlayan, şimdiki bürokrasi değil, Bolşevik önderlik altındaki işçi ve köylü kitleleriydi. Bürokrasi, nihai zaferden sonra saflarını sadece devrimci işçilerle değil diğer sınıflardan (eski çar yanlısı memurlar, subaylar, burjuva entelektüeller, vb.) da temsilcilerle doldurarak büyümeye başladı. Şimdiki bürokrasinin ezici çoğunluğu, Ekim Devrimi sırasında burjuva kamptaydı (sadece Sovyet büyükelçileri Potemkin, Maisky, Troyanovsky, Suits, Khinchuk, vb. örneklerini alın). Bürokrasi içerisinde Ekim günlerinde Bolşevik kampta olanların büyük çoğunluğu da, devrimin hazırlığı, yönetilmesi bir yana (devrimi takip eden ilk yıllarda da) devrimde azıcık bile olsa önemli bir rol almadılar. Bu durum bilhassa Stalin’in kendisi için geçerlidir. Şimdiki genç bürokratlara gelince, onlar eskileri tarafından seçildi ve eğitildi, çoğu kez kendi çocukları arasından. İşte Stalin, devrimden sonra yetişmiş bu yeni kastın “şefi” haline gelmiştir.
Her ülkede sendikal hareketin tarihi sadece grevlerin ve genel olarak da kitle hareketlerinin değil, fakat sendika bürokrasisinin oluşmasının da tarihidir. Bu bürokrasinin ne büyük bir muhafazakâr güce sahip olabildiği ve nasıl bir şaşmaz seziyle “ılımlı” liderlerini seçtiği ve onları ihtiyaçlarına göre şekillendirdiği yeterince iyi bilinmektedir: Gompers, Gren, Legien, Leipart, Citrine vb.(2). Eğer Jouhaux bu zamana kadar soldan gelen saldırılara karşı pozisyonunu korumayı başarmışsa, bunun nedeni harika bir stratejist olması değildir, gerçi o bürokrat çalışma arkadaşlarından şüphesiz üstündür (onların arasında ilk sırayı alması boşuna değil). Pozisyonunu korumayı bilmiştir çünkü bürokratik aygıtın varlığının devamı için bıkmadan usanmadan kavga vermediği, bu mücadele için en iyi metotları kolektif şekilde seçmediği, Jouhaux’u düşünmediği ve ona gerekli kararlar için telkinde bulunmadığı bir gün, bir saat yoktur. Ancak bu, hiçbir şekilde Jouhaux yenilmez anlamına gelmez. Koşullardaki beklenmedik bir değişimde –devrime ya da faşizme doğru- bütün sendika aygıtı kendine güvenini kaybedecek, yetenekli manevraları güçsüz olduklarını kendilerine gösterecek ve Jouhaux’un kendisi fevkalade değil, sefil bir izlenim yaratacaktır. Sadece; 1918’de, devrim hiç de arzu etmedikleri şekilde patladığında, aynı şekilde 1932’de, Hitler ilerlerken, Alman sendikalarının kudretli ve kibirli şeflerinin nasıl aşağılık ve değersiz kişiler olduklarını gösterdiğini anımsamaya ihtiyacımız var.
Bu örnekler bürokrasinin zayıflık ve gücünün kaynaklarını gösterir. İlk dönemde, “kahramanlık” zamanında kitle hareketinden çıkarlar. Ancak kitlelerin üstünde yükselir ve böylece kendi “toplumsal sorununu” (garantilenmiş varlığı, etkisi, saygı vb.) çözüme kavuştururken, bürokrasi giderek artan oranda kitleleri hareketsiz tutmaya çalışır. Niçin risk alsın? Kaybedecek bir şeyleri var. Reformist bürokrasinin esenliği ve etkisinin azami genişlemesi, kapitalist gelişme ve işçi kitlelerin göreli pasifliği döneminde gerçekleşir. Ancak bu pasiflik sağdan ya da soldan kırıldığında, bürokrasinin saltanatı son bulur. Aklı ve yeteneği ahmaklık ve acizliğe dönüşür. “Liderliğin” doğası, öncülük ettiği sınıfın (ya da kastın) doğasına ve bu sınıfın (ya da kastın) içinden geçtiği nesnel koşullara denk düşer.
Kontrolünde devlet iktidarı ve ona bağlı bütün avantaj ve ayrıcalıklar olan Sovyet bürokrasisi, bütün kapitalist ülkelerin reformist bürokrasilerinin hepsinin toplamından ölçülemez şekilde daha güçlüdür. Gerçekten Sovyet bürokrasisi muzaffer proleter devrimin toprağında büyümüştür. Ancak bu nedenle onu idealize etmek saflık olurdu. Yoksul bir ülkede – şu an SSCB hala; hususi bir odanın, yeterli yiyecek ve giysinin toplumun yalnızca küçük bir azınlığı için erişilebilir olduğu çok yoksul bir ülkedir – böylesi bir ülkede, milyonlarca bürokrat, büyük ya da küçük, her şeyden önce kendi refahlarını garantiye almak için her türlü çabayı gösterirler. Dolayısıyla bürokrasinin büyük egoizmi ve muhafazakârlığı, kitlelerin hoşnutsuzluğu karşısındaki korkusu, eleştiriden nefreti, özgür düşüncenin bütününün bastırılmasındaki hiddetli ısrarı ve son olarak onun sınırsız hakimiyet ve ayrıcalıklarını cisimleştiren ve koruyan “lider” önünde ikiyüzlü ve dinsel diz çöküşü… Bütün bunlar, birlikte ele alındığında, “Troçkizm”e karşı mücadelenin içeriği ortaya çıkar.
Dünya işçi sınıfına karşı esen rüzgârlar şiddetlendikçe Sovyet bürokrasisinin daha güçlü hale gelmesi, kaçınılmazdır ve bu durum temel önemdedir. Asya ve Avrupa’da devrimci hareketlerin yenilgileri, Sovyet işçilerinin uluslararası müttefiklerine güvenlerini gitgide zayıflattı. Ülke içinde yoğun sefalet hala hüküm sürmekte. İşçi sınıfının en gözü pek ve adanmış temsilcileri ya iç savaşta can vermiş ya da yükselmiş, esas kısmı bürokrasinin saflarında asimile olmuş ve devrimci ruhlarını kaybetmiştir. Devrim yıllarındaki müthiş çabalar nedeniyle bezgin; bir dizi hayal kırıklığı sebebiyle perspektifsiz bir karamsarlıkla zehirlenmiş büyük kitleler pasifliğe sürüklendi. Böylesi bir gericilik, her zaman söylemiş olduğumuz gibi, her devrimden sonra görülür. Proleter bir devrim olarak Ekim Devrimi’nin muazzam tarihsel avantajı, tükenme ve hayal kırıklığının sınıf düşmanlarına -burjuvazi ve aristokrasi- değil işçi sınıfının üst katmanlarının kendisine ve Sovyet bürokrasisine katılan ara gruplara fayda sağlamasıdır.
SSCB’deki gerçek devrimci proleterler güçlerini aygıttan değil, devrimci kitle hareketinden aldılar. Bilhassa Kızıl Ordu “aygıt adamları” (en kritik yıllarda aygıt hala oldukça zayıftı) tarafından değil, fakat Bolşevik önderlik altında etrafına genç köylüleri toplayıp onları savaşa yönlendiren kahraman işçi kadroları tarafından yaratıldı. Devrimci hareketin gerilemesi, yorgunluk, Avrupa ve Asya’daki yenilgiler, işçi kitlelerin hayal kırıklığı, kaçınılmaz şekilde ve doğrudan enternasyonalist devrimcilerin pozisyonunu zayıflatırken diğer yandan da ulusal ve muhafazakâr bürokrasinin konumunu güçlendirdi. Devrimde yeni bir sayfa açılıyordu. Devrimde ikincil roller oynayan aygıtın muhafazakâr politikacıları en önde muzaffer bürokrasi olarak belirirken önceki dönemin liderleri muhalefete geçiyordu.
Askeri aygıta gelince, o da hiçbir niteliksel farklılaşma olmadan bürokratik aygıtın bir parçasıdır. İç savaş yıllarında Kızıl Ordu’nun içine on binlerce eski Çar subayını aldığını söylemek yeterlidir. Lenin 13 Mart 1919’da Petrograd’da bir mitingde şunları söylemekteydi: “Kısa bir süre önce Yoldaş Troçki’den bizim Savaş Departmanımız içinde görev alan eski Çarlık ordusunda çalışmış subayların sayısının birkaç on bin kadar olduğunu öğrendiğim zaman, düşmanımızın zaaflarından nasıl yararlandığımızı, daha önce komünizme karşı çıkmış olanları bugün onun inşasına katılmak zorunda bıraktığımızı, kapitalistlerin bize fırlattıkları tuğlalarla komünizmi inşa etmekte olduğumuzu çok daha iyi anladım.” Bu subay ve memur kadroları ilk yıllarda görevlerini ileri işçilerin doğrudan basıncı ve gözetimi altında yerine getirdiler. Acımasız bir kavganın ateşinde, memurlar için ayrıcalıklı pozisyon kimsenin aklının ucundan geçemezdi; bu sözcük, sözlükten tam olarak temizlenmişti. Ancak başarı kazanılmasından ve barışçıl bir duruma geçiş tamamlandıktan kesin olarak sonra askeri aygıt, bütün bürokratik aygıtın en etkili ve ayrıcalıklı parçası haline gelmeye çalıştı. İktidarı ele geçirmek amacıyla memur kastına dayanacak bir kişi, memur kastının arzularının ötesine gitmek için hazırlanmış herhangi biri olabilirdi. Bu demektir ki, onlar için daha yüksek bir pozisyonu garantileyen, onlara nişan ve rütbe veren birisi, Stalinist bürokrasinin on-on iki yıl boyunca tedricen yaptığını bir hamlede yapmış olurdu. Kuşkusuz Zinovyev, Kamanev, Stalin vb kliğine karşı herhangi bir güçlük olmadan ve hatta kan dökmeksizin bir askeri darbe gerçekleştirmek mümkündü; ancak böyle bir darbenin sonucu Sol Muhalefet’in mücadele içinde olduğu bürokratikleşme ve Bonapartizmin ritminin hızlanması olacaktı.
Bolşevik-Leninistlerin görevi, özü itibariyle, parti bürokrasi karşısında askeri bürokrasiye bel bağlamak değil, aksine proleter öncüye ve onun aracılığıyla halk kitlelerine dayanmak ve bürokrasinin tamamını denetimi altına almak, onu yabancı öğelerden temizlemek, işçilerin onun üzerinde dikkatli kontrolünü garantilemek ve siyaseti tekrar devrimci enternasyonalizm yoluna sokmaktı. Ancak kitlelerin devrimci gücünün canlı kaynağı iç savaşta, kıtlıkta ve salgın hastalıklarda kuruduğunda ve bürokrasi cüret ve sayı olarak korkunç şekilde büyüdüğünde; devrimci proleterler zayıf taraf haline geldiler. Şüphesiz Bolşevik-Leninistlerin bayrağı, içlerinde bazı askerler de olan en iyi devrimci savaşçıların on binlercesini topladı. İleri işçiler Sol Muhalefet’e sempati duydular, ancak bu sempati pasif olarak kaldı; kitleler artık şartların mücadele ile ciddi şekilde değişebileceğine inanmıyorlardı. Bu esnada bürokrasi şunları ileri sürüyordu: “Muhalefet uluslararası devrim öneriyor ve bunun için bizi devrimci bir savaşa sürüklemeye hazır. Sefalet ve çalkantılar; yeter artık. Rahat etme hakkını kazandık. Daha fazla ‘sürekli devrime’ ihtiyacımız yok. Memleketimizde sosyalist toplumu inşa edeceğiz. İşçiler ve köylüler, bize, liderlerinize güvenin!” Bu ulusalcı ve muhafazakâr ajitasyona, enternasyonalistlere karşı, laf arasında değinilen, tamamen gerici, gözü dönmüş iftiralar, eşlik etti. Bunlar, askeri ve devlet bürokrasisini sıkıca bir araya getirdi ve bıkkın ve geri kitlelerde şüphesiz yankısını buldu. Böylece Bolşevik öncü kendisini izole edilmiş ve kısmen ezilmiş buldu. İşte burada termidorcu bürokrasinin zaferinin sırrı yatıyor.
30 Kasım 1935
***
(1) Stalinistler tam tersini yaparlar: ne zaman ekonomik canlanma ve göreli bir politik denge olsa, onlar “sokakların fethi”, “barikatlar”, “her yerde Sovyetler” (“üçüncü dönem”) ilan ederler. Şimdilerde Fransa derin bir sosyal ve politik krize doğru ilerlerken, onlar Radikallerin, yani tamamen çürümüş burjuva partinin, boynuna atladılar. Uzun bir süre önce bu bayların düğünlerde cenaze ve cenazelerde düğün ilahileri söyleme alışkanlığında oldukları söylenirdi.
(2) Yalnızca katıksız bir dalkavuk Stalin’den bir Marksist “teorisyen” olarak bahsedebilir. Leninizmin Sorunları kitabı, okul çocuğu hatalarıyla dolu olan eklektik bir derlemedir. Fakat ulusal bürokrasi Marksist muhalefeti hiç de “teori” ile değil, toplumsal ağırlığıyla yenmiştir.