SSCB’yi Kim Yıktı? – Gökçe Şentürk
About Latest Posts Sosyalist Gündem Latest posts by Sosyalist Gündem (see all) Keşmir’in Kitlesel İsyanı: Ezilenlerin Ayaklanması – Umar Shadid – Ekim 2, 2025 Akbabaların Gazze’ye Çökme Planı – Emre Güntekin – Ekim 1, 2025 TRUMP VENEZUELA’YA SALDIRGANLIĞINI YOĞUNLAŞTIRIYOR! – Eylül 29, 2025 1917 Ekim Devrimi insanlık tarihini kökten değiştirebilecek bir ileri adım olarak gerçekleşti. 20.yy’ı bütün dinamikleriyle değiştiren bu süreci ve sonrasında SSCB’yi yıkıma götüren ekonomik çöküntüyü anlamadan ne yakın tarihi ne bugünü anlamak ne de yarına müdahale edebilmek mümkün. SSCB’de ekonomik krizin- ve bununla birlikte yeniden yapılanma ihtiyacının- neden ortaya çıktığını anlamak için, Stalin, Kruşçev, Brejnev ve Gorbaçov döneminde Rus ekonomisinin dinamiklerini, üretim sürecindeki gerçek ilişkileri kavramak gerekiyor. Stalin Dönemi: İşçi Sınıfının Atomizasyonu Stalin döneminde kapitalizmi uluslararası düzeyde devirme perspektifi yerini, Stalin’in sözleriyle Batılı güçleri “yakalayıp onları aşma” girişimine bıraktı. 1917’de doğan devrimci işçi devleti, 1920’lerde etrafındaki kapitalist dünyanın baskıları altında ve Rusya’nın özgün koşullarında bürokrasiye teslim oldu. Nicel değişiklikler 1928-29’da Troçki önderliğinde Sol Muhalefet’in de yenilgisiyle nitel değişikliklere dönüşerek, 1991’de yıkılana kadar sürecek bir bürokratik devlet kapitalisti rejimin doğmasına sebep oldu. Devleti denetim altında tutanlar artık şehirlerdeki işçi denetiminin son kalıntılarını da yıkıyorlar, köylerde köylüleri kolektif çiftliklerde kalmaya zorluyorlardı. Rusya’da bürokrasi, işçi sınıfını kesin yenilgiye uğrattığı 1928 yılındaki ekonomik krize, köylülerin ve işçilerin en gaddarca sömürüsü yoluyla cevap verdi. Hızlı sanayileşme ve zorunlu kolektifleştirmenin sosyalizmden çok milliyetçilik ve “süper devlet” kurma fikri ile alakası vardı. Köylüleri topraktan “kolektife” sürükleyerek, bürokrasinin hem artı- değer elde etmesi hem de modern sanayii inşa etmek için ihtiyaç duyduğu oldukça yetersiz gıda maddelerinin kontrolünü ele geçirmesi sağlandı. İşçilerin yaşam standartlarını düşürerek yeni sanayide genişlemeyi sürdürmek için yeterli sömürü oranı elde edildi. Dolayısıyla, Sovyetlerde planlı bir ekonomiden bahsetmek yerine, bürokratik olarak yönlendirilmiş bir ekonomiden bahsetmek gerekecektir. Stalin’in 1928-29 yıllarında devreye soktuğu Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’yla tek ülkede “sosyalizmi” ayakta tutmak için ağır sanayi hedefleri belirlendi. 1930-40’lı yıllar boyunca Sovyet ekonomisi askeri yatırım ve silah sanayi üzerinde yoğunlaşan bir sömürü cehennemiydi. Kaynakların askeri rekabete sokulduğu bir ekonominin sorunu; yatırımlar askeri olmayan sektörü modernleştiremediği için eninde sonunda rakiplerinin gerisinde kalmanın riskini oluşturmasıdır. Askerî açıdan gelişmiş güçlere yetişmek zorundaydılar ve bu maliyeti ne olursa olsun ağır sanayiyi kurmak anlamına geliyordu. Benimsenen aşırı birikim oranları, dünya kapitalist sisteminin ülke dışındaki baskılarının içeriye yansımasıydı. Rus bürokrasisi bu rekabetçi birikim sürecine girdiğinde, dünya kapitalist sisteminin bir parçası haline geldi. Ekonomideki bu dönüşümün sağlanabilmesi için de elbette devrimi gerçekleştiren ülkede işçilerin ve parti üyelerinin en ufak bir muhalefetine yer yoktu. Böylece tarihin en ileri adımını bütün insanlığa armağan eden Sovyet işçileri Stalin dönemi boyunca Ekim Devrimi’nin aydınlığından koparılıp yeraltının karanlığına hapsedildi. Ekim’in bütün kazanımları bürokrasinin ayakta kalması için toprağın altına gömülecek ve bürokrasi işçilerin ve köylülerin üzerine basarak yükselecekti. Gerçeklere sırtını dönmeyenler için Stalinist diktatörlüğün sosyalizmle alakası olmadığı açıktır. Hala bu garabeti sosyalizme bulaştırmak isteyenlerin ana argümanı bütün politikaların Sovyetleri ayakta tutmak için gerçekleştirildiği safsatasıdır. Öyleyse Stalin döneminde bir işçi iktidarından bahsetmek mümkün olabilir mi? Dönemin en temel politikalarına bakarak değerlendirelim. Ekim Devrimi’nin ardından Parti hücreleri, fabrika işçi komiteleri ile birlikte, sanayinin yönetiminde yer alıyorlardı. Teknik müdür bunların ikisiyle beraber ve onların denetimi altında çalışıyordu: üçünün birliği Troyka’yı (üçlü yönetim) oluşturuyordu. Büyük sanayileşme girişimiyle birlikte artık Troyka’ya izin verilemezdi, çünkü bunun varlığı bile işçilerin sermaye birikiminin gereklerine tamamen boyun eğmelerini engellemeye yeterdi. Bu yüzden Şubat 1928’de Troyka feshedildi ve bütün yetki, tam ve kayıtsız şartsız şekilde müdüre verilmiş oldu. 1920’lerin sonlarında Stalinist bürokrasinin zaferinden hemen sonra grevler yasaklandı ve grevciler ölüm cezası kapsamına sokuldu. Ölüm cezasının emek gücünü zayıflattığı gerekçesiyle kaldırılmasından sonra ise bunun cezası 20 yıl zorunlu iş mahkumiyetine çevrildi. Sendikalar işçi sendikası olma özelliklerini yitirmiş parti bürokratlarıyla doldurulmuştur. Üstelik de 1934’te toplu sözleşmelere son verilerek sendikaların ücretlerin saptanması konusundaki söz hakkı dolayısıyla bütün niteliği ortadan kaldırılmıştır Parça başı iş sistemleriyle işçiler arasında rekabetin körüklenmesi politikası izlendi. Beş Yıllık Plan’ın başlamasından sonra, 1930’da tüm işçilerin %29’u; 1931’de %65’i; 1932’de %68’i parça başı iş sistemine tabi olmuştur. 1934’te tüm sanayi işçilerinin yaklaşık dörtte üçü bu sözde “sosyalist rekabet” uygulaması içinde yer almıştır. Rekabeti daha da arttırmak için kademeli parça başı sistemi uygulamaya konmuştur. Yani, standardın %50 fazlasını üreten bir işçi, standart ücrete ek olarak %110, üretimi standardın %70 fazlası ise ek prim %189, üretim standardın %100 üzerindeyse ek prim standardın %300 üzerinde olacaktır. İşçilerin Yasal Özgürlüklerinden Mahrum Bırakılması Birinci Beş Yıllık Plan’ın başlamasına kadar işçiler kendi arzularına göre işyerlerini değiştirmekte özgürdüler. Aslında istedikleri yerlerde çalışma hakları 1922 iş yasasıyla garantilenmiştir. Aynı şekilde işçiler hiçbir engelle karşılaşmadan ülkenin bir tarafından başka bir tarafına göç edebilirlerdi. Fakat 1931’e gelindiğinde işçilerin özel izin olmadan Leningrad’dan ayrılması yasaklanmıştır. 27 Aralık 1932’den itibaren bu uygulama bütün Rusya için başlatılmış ve çarlık rejimininkinden daha ağır bir iç pasaport sistemi uygulamaya konmuştur. Yine 1931’de iş karnesi uygulaması başlatıldı, önceki işyerinden izinsiz ayrılmış bir işçinin tüm sanayi işletmelerinde işe alınması yasaklandı. Hiçbir işçi karnesini göstermeden yeni bir işe giremezdi. 1932 tarihli bir yasa ile geçerli bir nedeni olmadan bir gün işini aksatan bir işçi işten atılma ve eğer yaşadığı konut işine bağlı ise (sanayi işçileri, madenciler gibi) aynı zamanda konutundan çıkarılma tehdidiyle karşı karşıya kaldı. 28 Aralık 1938 tarihli yasa ise işe geç gelenleri, erken ayrılanları, öğle molasını gereğinden fazla uzatanları hedefliyordu. Yasayı çiğneyenlere öngörülen ceza, bulunduğu seviyeden daha geri bir işe transfer edilmek ve aynı suç bir ay içinde üç ya da iki ay içinde dört defa daha işlenirse, işten atılmaktı. Daha üzerinden iki yıl bile geçmeden işten atma tehditlerinin, işçi darlığı nedeniyle umulan sonucu getirmediği belli oldu ve cezalar 1940’ta değiştirildi. Otoriteleri tatmin etmeyen bir nedenle işine gelmeyen bir işçi artık atılmak yerine aynı işyerinde 6 ay boyunca zorunlu çalışma ve ücretinin %25’e kadar olan kısmının kesilmesi cezasıyla karşılaşıyordu. Stalinist iş yasalarının özelliğini şu sözler özetler: “Özel girişime izin verilen NEP dönemi yasalarıyla karşılaştırıldığında, emeğin yasal statüsü kötüye gitmiştir. Kapitalist dünyada işçinin kendi davasını takip edebileceği tüm kanallar -yasalar, mahkemeler, icra kurumları ve sendikalar – Sovyetler Birliği’nde sanayi işçisinin başlıca işvereninin – hükümetin – araçlarıdır. Mevcut Sovyet iş yasalarının bir diğer özelliği sayısız ceza maddeleridir, iş hukuku büyük ölçüde bir ceza hukukudur.” ( V.Gsovski, Soviet Civil Law, Ann Arbour 1948, c. 1, s.805) Oysa … SSCB’yi Kim Yıktı? – Gökçe Şentürk okumayı sürdür
WordPress sitenizde gömmek için bu adresi kopyalayıp yapıştırın
Bu kodu sitenize gömmek için kopyalayıp yapıştırın