Selin Aynasından

9 Eylül sabahı İstanbul’da İkitelli, Halkalı, Silivri gibi çoğunlukla işçi ve emekçi kesimlerin yaşadığı ilçelerde ve Tekirdağ’da başlayan yoğun yağış büyük bir felakete dönüştü. Yoğun yağışlar sonucunda 31 kişi sel sularında yaşamını yitirdi.

Yaşananın bir felaket olduğunu söylüyoruz. Ancak, yağışın yarattığı selin kimin için felakete dönüştüğünü ortaya koymak gerekmektedir: Bir tekstil firmasının camsız, tek kapılı servis minibüsünde boğularak ölen 7 kadın işçi, uykularında sel sularına kapılarak ölen tır şoförleri, selden korunmak için girdikleri bir tekstil fabrikasının deposunda ölen iki kişi ve buna benzer pek çok örnek selin asıl olarak emekçi sınıflar adına felakete dönüştüğünün bir kanıtıdır. Bu noktadan yola çıkarak gerçekleri daha açık bir şekilde ortaya koymak gerekirse felaketin asıl yaratıcısı yoğun yağış değil, çürümüş sömürü düzeninin yarattığı çarpıklıklardır.

Öncelikle şunu söylemek gerekir: Yoğun yağışların İstanbul’un görece zengin, iyi gelirli kesimlerinin yaşadığı nezih semtlerde değil de, İkitelli ve Halkalı gibi sefaletin, yoksulluğun ve asıl önemlisi sömürünün diz boyu olduğu bir bölgede yaşanması hiç de tesadüf değildir. Bu durum, İstanbul’un patronlar için cennete, işçiler ve emekçiler içinse birer cehenneme dönüştürülmesinin bir sonucudur. Özellikle, son 30 yıllık süreçte İstanbul’un nüfusu Anadolu’dan aldığı yoğun göçle nerdeyse 5 katına çıkmıştır. 2000 yılında yaklaşık 9 milyon olan İstanbul’un nüfusu bugün 14 milyona yaklaşmıştır. Anadolu’nun sanayileşme ve iş bulma olanakları açısından daha geri olan bölgelerinden İstanbul’a yoğun bir işgücü akışı gerçekleşmiştir. Bu yoğun akış, işsizliği ve sağlıksız barınma koşullarını da beraberinde getirmiştir. İstanbul’un gözde yerleri sermayenin çıkarları doğrultusunda şekillendirilip plazalarla, lüks semtlerle, alışveriş merkezleriyle süslenirken, sefalet içinde halkın kaderine altyapı hizmeti götürülmeyen, son olayda bir örneğinin yaşandığı gibi her doğal felakette doğrudan etkilenen, sağlıksız gecekondular düşmüştür. Bu durumu sömürünün doğasından kesinlikle ayrı tutamayız: Nitekim bu yolla sömürü düzeninin sahipleri sömürdükleri işçilere daha az ücret ödeme olanağı yaratmıştır. Kimi bölgelerde de kentsel dönüşüm adı altında yoksul emekçi halkın barınma hakkı gasp edilip, bu bölgeler zenginlere devredilmeye çalışılmıştır. Son sel felaketinde yaşanan yıkımın bu denli ağır olmasının en önemli nedenlerinden birisi budur: Yoksul emekçi kesimlerin oturduğu mahalleler bu sistem altında her daim üvey evlat muamelesi görecek ve her selde, her depremde yıkılmaya, çürümüş düzenin enkazı altında kalmaya devam edecektir.

İki yıl önce hatırlanacağı gibi Bursa’da Özay Tekstil Fabrikası’nda 5 kadın işçinin yanarak can vermesi, Tuzla’da cinayet gibi kazalarda ölen yüzü aşkın işçi, Davutpaşa’da bir havai fişek imalathanesinde yaşanan patlamada ölen 22 işçi, kot taşlama nedeniyle yakalandıkları silikozis hastalığından ölen veya ölmeyi bekleyen sayısız işçi. Bu örnekler Türkiye’de işçi sınıfının kaderinin nasıl da vahşi sömürü düzeni tarafından çizildiğinin göstergesidir. Sel felaketiyle birlikte tüm bunlara bir yenisi daha eklenmiş oldu: 7 kadın işçi mal taşımak için tasarlanmış bir minibüsün içerisinde boğularak can verdiler. Hangimiz bu katliamı, geçtiğimiz yıl Tuzla’da deneme amaçlı bindirildikleri botun denize düşmesi sonucu boğulan 3 işçinin katledilmesinden ayırt edebilir?

Özellikle İkitelli bölgesinde yer altlarına gizlenmiş tekstil atölyelerinin bu düzenin en vahşi yüzlerinden birini gösterdiğini belirtmekte fayda var. Güvencesiz çalışma koşulları, ödenmeyen maaşlar, sigortalar, işten atılmalar işçi ve emekçilerin bu bölgede her gün yüz yüze geldiği gerçekler. Patronların bulabildikleri her alanda karlarını maksimuma çekme isteği işçi sınıfına bu tür saldırıları dayatmaktadır. Sel olayında 7 kadın işçinin ölümünün ardından burjuva düzenin tüm pespaye sözcüleri ölümleri kapitalizmin doğasından ayrı tutma gayreti içerisindeler. İstedikleri kadar patronun ihmallerinden bahsededursunlar, bunun sömürü düzeninin işçi sınıfına karşı işlediği yeni bir cinayet olduğu ortadadır ve burjuva düzenin ne mahkemeleri ne de yasaları bunun hesabını sorabilecektir. Bizler bu ölümlerin, işçi ve emekçi halk sağlıksız barınma koşullarında yaşadığı, patronların kar hırsı nedeniyle iş güvenliğinin zerresinin bulunmadığı, kapısı olmayan minibüslerde işe gitmeye mecbur kaldıkları müddetçe devam edeceğini biliyoruz. Kapitalist sistemde işçi sınıfının “takdiri ilahi”si budur.

Nitekim, bölgenin emekçi halkı da bu çarpıklıkların net bir şekilde farkındadır. İkitelli’de daha önce Ağa Tekstil işçilerinin mücadelesi ve son olarak bizimde aktif olarak destek sunduğumuz Ayzi Moda işçilerinin direnişi emekçi sınıflar arasında sömürü düzenine karşı bir tepkinin varlığının göstergesidir. Ayrıca, son sel felaketinin ardından mahallelerine gelen belediye başkanlarını kovmaları, başbakanın afet bölgesinin üzerinden helikopterle geçmesine verdikleri tepkiler, devletin kurumlarının fakir işçi ve emekçi mahallelerinden ziyade afet bölgesindeki büyük alışveriş merkezlerinin ve büyük firmaların mağazalarının bulunduğu yerlerle ilgilenmeye öncelik tanımalarına duydukları kişisel bir öfkeden ziyade sınıfsal öfkeyi yansıtan tepkiler sömürü düzeninin hiçbir meşruiyetinin kalmadığının göstergesidir. Nitekim, sermaye medyasının olayların ardından evlerini sel basan yoksul emekçi halkı bilinçsizlik ve cahillikle, dere yataklarına yerleşmekle suçlaması onların da emekçi halka ve onların tepkilerine karşı duyduğu sınıf kininin göstergesidir. Sermaye düzeni için önemli olan sel bölgesindeki büyük firmaların kaç milyon zarara uğradıkları ve devletten bekledikleri yardım talepleridir.

Egemenler sınıf doğaları gereğince emekçi halkın öfkesini kabartacak her türlü olayı manipüle etmeye çalışacak ve suçluları emekçi sınıflar arasında arayacaktır. Yeri gelmişken ekleyelim: Burjuva düzenin kalemleri suçluları bulmayı gecikmediler. Yüksek tirajlı gazetelerin baş sayfaları, milyonlarca kişinin izlediği haber bültenleri sanki felaketin sorumluluğunu büyük mağazalardan sokağa saçılan ürünleri toplayan yoksul halka yıkıverdiler. Günde 15-16 saate açlık sınırında yaşamaya mahkûm ettikleri, bırakın o sokaklara saçılan elektronik eşyaları almayı karınlarını zor doyuran yoksul insanlardan burjuvazinin mülkiyet hakkına saygı duymalarını mı bekliyorlardı?

Sermaye düzeni yaşattığı her felaketle çürümüşlüğünü bir kez daha kanıtlamaktadır. Ayakta kaldığı her günü emekçi sınıflar için bir cehenneme çevirmeye devam etmektedir. Bugün olmasa bile, işçi ve emekçi sınıflar bu köhnemiş düzeni yıkmak için harekete geçeceklerdir, bundan hiç kuşkumuz yok. Önemli olan bunun işçi ve emekçi sınıflar arasında kök salmış bir devrimci örgütlülüğün önderliğinde gerçekleşmesidir. Bugün yoksul emekçi mahallelerin mücadelede geride durmalarında düzenin geçmişte ve günümüzde uyguladığı baskılar etkili olmakla birlikte, küçük burjuva, maceracı sol yapıların emekçi sınıfların enerjisini har vurup harman savurmasının da apayrı bir etkisi bulunmaktadır. 12 Eylül darbesiyle birlikte büyük bir yenilgi yaşayan, işçi ve emekçi semtlerinden silinen sol hareket, toparlandığı 1990’lı yıllar boyunca özellikle Kürt-Alevi kesimlerin yaşadığı varoşlarda yeniden etkili olmaya başladı. Ancak bu bölgelerde ve işçi sınıfının yoğun olarak yaşadığı bölgelerdeki potansiyeli sınıf mücadelesinin çıkarlarından ziyade, kendi maceracı politikaları çerçevesinde kullanmaları, bu bölgelerdeki radikalliği gereksiz bedellere sürükleyerek harcamaları, emekçi kitlelerin sol hareketten uzaklaşmalarının zeminini hazırlamıştır. Bugün, bu çıkışsızlığı aşmanın yolu İkitelli, Halkalı, Sefaköy gibi işçi ve emekçi halkın yaşadığı bölgelerde sınıf mücadelesinin çıkarlarını ön plana çıkaran, mücadelesini işçi ve emekçi sınıfların bu düzene duydukları haklı öfkeye dayandıran bir örgütlenme yaratmaktan geçmektedir. Bugün saflarından 7 işçi kardeşlerini kurban veren ve her yeni günde ölümlerle burun buruna yaşayan işçiler ve emekçiler ancak böyle bir mücadele altında sola yakınlık duyacak ve gerekirse mücadeleleri uğruna bedel ödemekten çekinmeyeceklerdir. İşçinin Yolu olarak İkitelli’den başlayarak bu önderliği göğüsleyebilecek bir önderliği yaratmak ve işçi sınıfıyla buluşturmak için mücadeleyi yükseltiyoruz! Bu mücadele bugün sele kurban verilen 31 kişinin hesabının sorulmasını burjuva yasalarına bırakmayacak, sınıf mücadelesiyle soracaktır.

ETİKETLER