Sarayın Savaşı ve “Barış” Meselesi – Engin Kara
7 Haziran seçimlerinde ters köşeye yatan AKP, hükümeti tek başına kuramayınca iktidarını sürdürebilmek adına “süreci” bitirdi ve PKK ile Kürt halkına yönelik saldırılarını kademeli bir şekilde artırmaya başladı. Öte yandan yıllardır süregelen AKP’nin Ortadoğu politikası da ülkeyi bölgedeki savaşın çemberine dâhil ediyor.
1 Kasım’da tekrarlanacak olan seçimlere giderken de hükümetin (daha doğrusu kendisini hükümet yerine ikame etmekten vazgeçmeyen Tayyip Erdoğan’ın) hem Kürt bölgelerinde hem de sınırın ötesinde saldırgan politikalarını yoğunlaştıracağı yönünde belirtiler giderek ciddileşiyor.
Suruç saldırısının henüz anılarda tazeyken, medyaya yeterince yansımasa da Türkiye sınırlarına yönelik IŞİD tehlikesi de devam ediyor. En son 1 Eylül’de IŞİD militanları Kilis sınırında devriye görevi yapan askerlere ateş açtı, bir asker hayatını kaybederken bir asker de IŞİD tarafından kaçırıldı. AKP IŞİD’e karşı uluslararası koalisyona yanaşıyor görüntüsü vermeye çalışsa da geçtiğimiz haftalarda operasyon yapılan Bugün gazetesinin yayınladığı fotoğraflara göre Selefi çetelere yönelik silah ve mühimmat sevkiyatı devam ediyor. IŞİD’e karşı ikili oynayan Türkiye, izlediği çelişkili çizginin karşısında IŞİD’in hedefi oluyor.
Batıdaki kentlerde devam eden ev baskınlarını ve operasyonları da hesaba katarsak Türkiye’de fiilen bir savaş halinin sürdüğünü söyleyebiliriz. 1 Kasım arifesinde Davutoğlu ve şürekası tarafından yayınlanan genelgeler, yönetmelikler de ülkenin savaş koşullarına göre yönetildiğini gösteriyor.
AKP’nin Suriye Bataklığı
AKP’nin 2011’de başlayan ilk çatışmalardan bu yana Suriye ve bir bütün olarak Ortadoğu’ya dair emperyalist emelleri, bölgede bataklığa batmasına yol açtı. Suriye meselesi başlı başına içinden çıkılamaz bir hal alırken, buradaki kangrenin sancıları Türkiye topraklarına yansıdı. Bizzat AKP aracılığıyla Selefi-İslamcı çetelere gönderilen silah ve bombaların bir kısmı, yeniden Türkiye içerisine döndü: Reyhanlı, Kilis, Suruç… Bütün bu süreç boyunca Suriye Afganistanlaşırken, Türkiye Pakistanlaşmaya doğru yol aldı. Ülkenin sınırları cihatçılar için OGS gişesi halini alırken özellikle sınır kentleri cihatçılar için pansiyon görevi gördü. Bugün AKP boğazına kadar battığı Suriye bataklığında çırpınmaya devam ediyor. Son haftalarda IŞİD’e yönelik operasyonlar yapıyor görüntüsü vermeye çalışan iktidar, aynı zamanda emperyalist barbarlığın ateşini harlamayı da sürdürüyor. Hala IŞİD’e gönderildiği iddia edilen cephaneliklerin bilgisi ve görüntüleri ortaya çıkıyor. Sevkiyat söylentilerinin üzerine giden gazeteciler baskılanıyor.
İktidarın TSK politikası da aynı durumu gösteriyor. Geçtiğimiz ay Genelkurmay Başkanlığı’na atanan ve NATO’yla sahip olduğu yakın ilişkilerle tanınan Hulusi Akar, AKP’nin Suriye politikasıyla uyumlu bir isim olarak ön plana çıkmıştı. Eylül ayının başında meclise gelen tezkere de aynı mantığın ürünü. MHP ve CHP’nin desteğiyle kabul edilen tezkere, TSK’ya Irak ve Suriye üzerine sınır ötesi operasyon yetkisi veriyor. Sıkıştığı zaman meclisteki diğer burjuva partilerin desteğiyle düze çıkan AKP’nin Ortadoğu’daki saldırgan politikası yeni Reyhanlılar, yeni Suruçlar yaşanmasının zeminini oluşturuyor. Seçim hükümeti nitelemesiyle kurulan geçici hükümetin bir savaş kabinesi olarak hareket edecek olmasına dair beklentiler de yine iktidarın savaş arzusunun bir sonucu. AKP’nin yeni katliamlara yarattığı zeminin ortadan kaldırılması ve savaş kabinesine karşı mücadele etmek temel görevlerden biri. Eylül tezkeresine karşı en ufak bir protestonun bile ne yazık ki örgütlenmemiş olması bu konuda bir zaaf anlamına geldi.
7 Haziran ve Kürt Halkıyla Yeniden Savaş
AKP’nin savaş ve katliam projelerinin diğer ayağını 7 Haziran seçimlerinin ardından Kürt ulusal hareketine yönelik giriştiği yeni saldırılar oluşturuyor. Aslında bu yönelimin ayak sesleri seçimlerden önce duyulmaya başlamıştı. Ağrı ve HDP’nin Diyarbakır mitinginde yaşanan saldırılar, pek çok yerde HDP seçim bürolarının talan edilmesi, AKP’nin “barış görüşmelerinin geleceği”ne dair fikirlerini ortaya çıkarıyordu. Nitekim seçimlerin ardından HDP’nin seçim barajını iyimser beklentilerin bile üzerinde oy alarak aşması ve meclise girmesi; böylece AKP’nin de tek başına hükümet kurabilmek için ihtiyaç duyduğu sandalye sayısına ulaşamaması, hükümet adına barış görüşmelerinin bir hükmünün kalmamasına yol açtı.
AKP kurmaylarının bir kısmı sürecin devam edeceğine dair beklentilerini sürdürmeyi denese de Tayyip Erdoğan’ın çıkışları “sürece” (en azından şimdilik) noktayı koymuş oldu. Kürt meselesinde ibrenin yeniden çatışmalara dönmesini Suruç katliamının hemen ardı sıra yaşananların ışığında değerlendirmek lazım. Dayanışma duygularıyla Kobani’ye yola çıkan sosyalist gençlerin, Türkiye’de yer edinmiş olan IŞİD militanları tarafından gerçekleştirilen saldırıda hayatına kaybetmesi, geniş kesimleri öfkelendirdi. Katliamdan sonra “Katil IŞİD İşbirlikçi AKP” sloganı etrafında büyük bir toplumsallaşmanın yakalanması gayet mümkündü. Ancak Suruç için örgütlenebilecek büyük eylemler, hafta sonuna ertelendi (katliam pazartesi günü gerçekleşmişti) ve aradaki bu süre AKP tarafından toplumsal algının manipüle edilmesiyle sonuçlandırıldı. Katliamdan iki gün sonra 22 Temmuz’da PKK, IŞİD ile ilişkili oldukları gerekçesiyle 2 polisi evlerinde öldürdü. Ertesi gün IŞİD Suriye tarafından ateş açarak Kilis’te bir astsubayı öldürdü. 23 Temmuz gecesi TSK’nın Suriye’deki IŞİD mevzilerine yönelik bombardımanıyla başladı. Fakat zaman zaman devam eden IŞİD’e yönelik operasyonlar, gerçek amacın maskelenmesinin ötesinde bir işe yaramadı. Operasyonların asıl yüzünü önce Kandil’e sonra Kürt sivil bölgelerine yapılan saldırılar oluşturuyordu.
Kandil’in bombalanması sürecin fiilen sona erdiği ve çatışmaların yeniden başladığının göstergesi oldu. O tarihten bugüne, yine IŞİD sosuyla medyaya sunulan operasyonlarda başta Kürt aktivistleri olmak üzere yüzlerce solcu-devrimci gözaltına alındı, tutuklandı. Aradan geçen bir ayı aşkın sürede Kürt kentlerinde onlarca sivil katledildi; pek çok bölgede fiili OHAL ve sokağa çıkma yasakları uygulamaya sokuldu. Artık daha kaygan bir koltuğa yapışmaya çalışan AKP iktidarının yeni dönem politikası da böylece yalnızca sınır ötesinde değil, ülke içinde de savaş ve katliamlar oldu.
Solda “Barış” Arayışları Temmuz ayının başlarında AKP’nin Ortadoğu’daki savaş politikalarına karşı geniş bir bileşene sahip Barış Bloku kurulmuştu. Daha kuruluşunda merkezi bir ağırlığa sahip olan HDP ve çevresi, Kürdistan bölgesinde devletin yeniden silaha sarılmasıyla Barış Bloku’nun programının temel belirleyeni haline geldi. Ancak dikkat edilmeli ki Blok’un bileşenleri arasında “Suriye muhalefeti”ne ya da açıktan ÖSO’ya destek veren gruplar da mevcut. Öte yandan Demokratik İslam Kongresi, Din Âlimleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Ehlibeyt Âlimler Derneği gibi İslami tandanslı gruplar da bileşenler arasında. Denilebilir ki ilk gruptakilerin etki alanı oldukça sınırlı; ikinci gruptakiler ise Kürt ulusal hareketine yakınlıklarıyla biliniyor. Bu savunmaların, o gruplarla böyle bir gündem üzerine yan yana yürümeyi ne kadar mümkün kılacağı tartışılır. İkinci nokta özellikle Kürdistan’da çatışmaların başlamasıyla ana gündemin “Kürt hareketiyle barış”a kaymasıyla belirginleşti. Blok’un özellikle İstanbul’daki bildiri ve basın açıklamalarında yer alan “soyut ve kalıcı” barış arayışları/çağrıları, “acil barış ve demokrasi” söylemleri gerçeklikten uzaklaşmaktadır.
Ne Kürdistan’da ne de Ortadoğu’da, bırakalım kapitalizmi yıkmayı, AKP’yi bile devirmeden şöyle ortalama düzeyde, geçici de olsa bir barış hâlinin ya da asgari düzeyde bir demokrasinin kapısı aralanamayacaktır. Özellikle bu topraklarda barışın, demokrasinin, özgürlüğün yolu egemen sınıflarla hesaplaşmaktan geçer. (Elbette bu Kürt halkının barış ya da yeniden müzakere taleplerinin değer ifade etmediği anlamına gelmez.) Egemen sınıflarla hesaplaşmanın barış için tek alternatif olduğuna kitleleri ikna edebilmek ise tam da Blok’un etkinliklerindeki katılımcı tabanın tepkilerinde kendini açığa vurmakta. Taksim’den Aksaray’a yürünerek yapılması planlanan Barış Mitinginin yasaklanmasının ardından Bakırköy’de gerçekleştirilen mitingde, kitlelerin en öfkeli ve coşkulu barış talebini yükselttikleri dakikalar, konuşmacıların AKP ve Sarayın savaş çığırtkanlıklarını teşhir ettikleri anlardı.
Son çatışma sürecinde medyaya sıkça yansıyan asker cenazelerindeki asker yakınlarının protestoları da benzer bir toplumsal tabana işaret ediyor. Toplumdaki AKP öfkesi ve son çatışmaları alenen AKP’nin tırmandırması, başka şartlarda milliyetçiliğe zemin hazırlayan asker cenazelerini bile bir muhalefet alanına dönüştürebiliyor. Hem Kürt tabanı hem de Türk yoksullarının önemli bir kesimi için hâlihazırdaki çatışmalar AKP’nin oy avcılığından öte bir anlam ifade etmiyor. (Asker cenazelerindeki protestolar için eklemek gerekir ki artık silahlı bir çözümün mümkün olduğuna duyulan inanç da erimeye yüz tutuyor. Protestoların bir etkeni de bu.) Görülüyor ki hem Türk hem de Kürt kitlelerin azımsanamayacak bir kesimi için savaş artık bir vatan savunusundan ziyade bir “saray entrikası”. Bu durumda AKP’nin savaş tamtamlığına karşı alınacak en sağlıklı tutumun yoksul-emekçi halka barış çağrısı yaparken, bu barışın da ancak Saray ile mücadele edilmekle kazanılabileceğini vurgulamak olduğu ortaya çıkıyor. Yani Marksist Bakış’ın 50. sayısının kapaktan haykırdığı gibi: “Saraylara Savaş, Kondulara Barış!”. “Kalıcı” bir barışın, halklar arasındaki kardeşliğin yolu bu perspektiften geçiyor.
Barış Bloku için alınacak tavra gelince. Öncelikle şunu teslim etmek gerekiyor ki Blok’un kimi temsilcileri,
konuşmacıları, en azından kendi kitlesinin hızlıca kavradığı “Sarayın savaşına karşı mücadele” ihtiyacını barındıran bir söylem kullanıyor. Öte yandan yukarıda yapılan eleştirilerin büyük çoğunluğu İstanbul’daki Blok faaliyetlerini temel alırken, bu durum her yerde aynı olmak zorunda değil. Çeşitli yerellerde Blok’un hem alacağı kararlara müdahil olmak daha kolay hem de devrimci Marksist bir ajitasyon faaliyetinin olanakları daha geniş olabilir. Blok’un tabanının da mücadele arzusunu dikkate aldığımızda şu olasılıklar ve gerekliliklere ulaşıyoruz: Blok’un karar mekanizmasında etkili olunabilecek alanlarda bu işe dört elle sarılmak ve “Saraylara Savaş, Kondulara Barış” sloganının rotasını kitlelere mal etmek mümkün ve gereklidir. Etki alanının daha sınırlı olduğu alanlarda, Blok’un etkinliklerinde, mitinglerinde mümkün olan en geniş sınırlarda bir propaganda faaliyeti yürütmek önemlidir.
Her durumda, Blok ile dayanışma içerisinde olunmasının yanı sıra Blok’un politik sınırlarına sıkışmamak gerekir. Acil ve Güncel Talepler AKP’nin hem içeriden hem de dışarıda sürdürdüğü savaş programına karşı şu talepler etrafında “barış” mücadelesini çok daha geniş bir kampanyaya dönüştürmek gerekmektedir: TSK, MİT gibi kurumlar eliyle Suriye’deki çetelere yapılan sevkiyat durdurulmalı, bugüne kadar yapılanların sorumluları –en alttan en üstteki kademeye kadar- hesap vermelidir. Sınırların cihatçılar için açılmasına kesin olarak son verilmeli ve ülkenin çeşitli yerlerindeki cihatçı oluşumlar temizlenmelidir. TSK ve Emniyet güçleri eliyle Kürt kentlerinde yaşanan saldırılar bir an önce durdurulmalıdır. Kürt halkının barış talepleri doğrultusunda müzakereler yeniden başlatılmalıdır.
Davutoğlu’nun başkanlığındaki Geçici Hükümet, bir savaş kabinesi rolüne girmemeli, geçiciliğinin sınırları dâhilinde seçimlerin gerçekleştirilmesi görevini yerine getirmelidir. Tayyip Erdoğan fiili başkanlık uygulamasına son vermelidir. Erdoğan’ın anayasal sınırlarına çekilmesi gibi bir talep yeterli değildir. Reyhanlı ve Suruç başta olmak üzere katliamlarda parmağı olanlar ve ihmal de dâhil olmak üzere suçlu olan en küçük bürokrattan en üst düzey isimlere kadar tüm sorumlular yargılanmalı ve cezalandırılmalıdır. Böylesi talepler etrafında örülecek bir kampanya kendi toplumsal tabanını genişleterek Sarayın savaşına karşı ciddi bir muhalefet odağına dönüşebilecektir.