Rojava'da Kürt Halkının Tarihsel Adımı: Özerklik İlanı ve Bölgesel Etkileri

12 Şubat, 2014
Rojava’da Kürt halkının iç savaş ortasında başlattığı mücadele adım adım özerkliğe doğru ilerliyor. 6 Ocak’ta Kürt coğrafyasında üç kantondan biri olan Cizre Kantonu Özerk Yönetimi’nin demokratik özerklik ilan etmesinin ardından Rojava’yı oluşturan Efrin ve Kobani Kantonları’nın da özerklik ilan etmesi Kürt halkının geleceği açısından önemli bir sıçrama noktası oluşturacaktır. Özerklik anayasası ile birlikte 101 sandalyeli parlamento oluşturulurken; resmi dil olarak Kürtçe, Arapça ve Süryanice ilan edildi. Her bir kanton için 20 bakanlık kurulması ve bu kurumların eş başkanlık sistemi ile yönetilmesi planlanırken, seçimlerde % 40 kadın kotasının uygulanacağı belirtiliyor. Yeni kabul edilen toplum sözleşmesi uygulanacak model konusunda fikirler veriyor: Yerel yönetim modellerine güç veren bu sistemde, ayrıca Süryaniler, Ermeniler, Çeçenler, Hristiyanlar ve Ezidiler’in pozitif ayrımcılığa tabi tutulması öngörülüyor. Özerk bölgenin savunma gücü olarak ise Suriye İç Savaşı’nda özellikle radikal İslamcı akımlara karşı yürütülen mücadelede ön plana çıkan YPG görülüyor.

3 yıldır süren savaşta izledikleri strateji ile bugüne kadar yangının dışında kalmaya çalışan Kürt ulusal mücadelesi kazanımlarının mantıki sonuçlarını elde etmeye başlıyor. İç savaşta radikal İslamcı çeteleri destekleyen ve bu çeteleri sadece Esad rejimine karşı değil, aynı zamanda Kürtlere karşı da kullanan Türkiye ve Sünni körfez rejimlerinin bu yöndeki çabalarının da sonuçsuz kaldığı; Kürt ulusal mücadelesinin ulaştığı tarihsel boyutu tersine çeviremeyeceği gözle görülüyor. Bu sadece Kürt halkının bölgedeki gücünden kaynaklanmıyor; artık neredeyse yüzyıllardır bölgede gelişen ve iyice olgunlaşan Kürt sorununun tarihsel bir çözüme kavuşma zorunluluğundan da besleniyor.

Kürt halkı Ortadoğu’da yaklaşık 30 milyonluk nüfusuyla bugüne kadar ulus devlet kuramayan neredeyse tek halk. Ancak Kürt halkının özellikle dört parçada (Türkiye, İran, Irak ve Suriye) bugüne kadar verdiği ulusal mücadele hem nitelik hem de nicelik anlamında ulusal kurtuluş mücadelelerinin tarihinde özel bir önemle ele alınmalıdır.

Kürt halkının ulaştığı örgütlülük düzeyi, kan gölünün ortasında ayakta kalmasına olanak yaratan savaş kapasitesi; oluşan iktidar boşluğunu doldurabilecek organları yaratmasını sağlıyor. Öte yandan bu durum sadece Kürtler açısından değil, bütün bölge halkları açısından örnek bir durum yaratma potansiyelini taşıyor. Radikal Dış Haberler Servisi’nden Fehim Taştekin bu potansiyeli vurguluyor: “Bugün kantonlar oluşturdular, kantonlardan bir tanesinde hükümet kurdular. Meclisleri var. Mecliste Araplar, Kürtler, Ermeniler, Çeçenler ve Süryaniler birlikte. Bu çok çok önemli bir şey. Bu meclis bu hükümet halkın taleplerine adil, eşit bir şekilde yanıt verebilirse model olma rüştünü ispatlayacaktır. O zaman hakikaten üzerinde durup bunun sadece Suriye’de değil Ortadoğu da bir model olarak tartışmak ve konuşmak gerekir.” (Özgür Gündem, 26 Ocak).

Bir diğer aktarımda ise Suriye’de Kürt bölgelerinde yaşanan gelişmeleri yakından takip eden gazeteci Mutlu Çiviroğlu bölgede halklar arasındaki dayanışma ile ilgili olarak şunları aktarıyor: “Mesela ben Serekaniye’den örnek vermek istiyorum. Biliyorsunuz tam Ceylanpınar’ın karşısına denk düşüyor ki iki kasabanın adı da Kürtçe Serekaniye. Ben orada Ermeni Kilisesine de gittim, Süryani kilisesine de gittim. Oradaki değişik cemaatlerle görüştüm. Serekaniye’yi oradaki Arap, Ermeni, Kürt, Çeçen, Süryani, vb. kesimlerden oluşan Barış Meclisi yönetiyor. YPG onlara bağlı. Böylesi bir uyum var. Bu Qamişlo’da da böyle, diğer bölgelerde de. Bu kesimler Kürtleri kendilerine koruyucu olarak görüyorlar. Örneğin Suriye’nin diğer bölgelerine gidin, kilise kalmamış, yakılmış yıkılmış. Ama Rojava’da kiliseler sapasağlam, ibadete açık. Bu Kürtlerin bakış açısından kaynaklı. Kürtler bunu tehdit değil zenginlik olarak görüyor. Ayrıca şunu da hatırlamak lazım, Kürtler de kendi aralarında bir çeşitliliğe sahipler. Ezidisi var, Alevisi var, Sünnisi var, Musevisi var… Suriye’nin geri kalanında muhalefetin radikalleştiği bir ortamda azınlıklar Rojava’da bu açık, toleranslı ortamı kendileri için bir şans olarak görüyorlar. Demokratik Özerklik’i destekliyorlar, YPG ve Asayiş içerisinde her seviyede yer alıyorlar. Hatta geçen hafta Süryani Birliği resmi olarak YPG’ye katıldığını açıkladı. Bu büyük bir askeri birlik. Daha önce de Arap birlikleri katılmıştı. Bu da şunu gösteriyor, YPG birçok çevre tarafından sadece Kürtlerin deği, Rojavadaki diğer halkların da askeri gücü olarak görülüyor.” (1)

Bu durum Kürt ulusal hareketinin Suriye’de üçüncü bir alternatif olarak öne çıkmasına rağmen uluslararası alanda kabul görmesinin önündeki en büyük engel. Suriye’nin geleceğinin tartışıldığı Cenevre Konferansı’na Kürt halkının temsilcilerinin bu yöndeki taleplerine rağmen olumlu yanıt verilmedi. Uluslararası emperyalist güçler masanın iki tarafında sadece kontrol edilebilir müttefiklerin oturmalarına müsaade ediyor. Temel kaygı Kürt sorununun bölge genelinde siyasal atmosferi değiştirebilecek bir konumda yer almasıdır. Bölge halkları açısından kontrol dışı bir unsurun çekim alanı yaratması ve farklı bir siyasal perspektifin oluşması Batı’nın sahadaki kontrolüne gölge düşürecektir. Uluslararası alanda ise Irak’ta Batı ile iyi ilişkilere sahip bir bölgesel Kürt yönetimi var olmasına rağmen Suriye’deki gelişmeler hem Güney Kürdistan’da, hem Türkiye’de hem de İran’da denklemleri yeniden karman çorman edebilir.

Bu nedenle Batı şimdilik Kürt halkının bölgede elde ettiği konumu görmeme eğiliminde ve yalnızca Suriye Devrimci ve Muhalif Ulusal Konseyi (SDMUK) şemsiyesine girdiği takdirde Cenevre Konferansı’na katılma müsaadesi vereceğini belirtmişti. Bu ise Kürtlerin bugüne kadar bağımsız bir çizgide yürüttüğü mücadelesini İslamcı hareketlerin şemsiyesi altına taşıması demektir. Kaldı ki SDMUK özerklik ilanının ardından hareketin başını çeken PYD’yi ağır bir şekilde eleştirmiş ve Suriye’yi bölmekle suçlamıştı.

Kürt ulusal hareketinin ise Cenevre’de bağımsız bir unsur olarak yer almak istediği biliniyor. Kürt halkı geçmişte yaşadığı tarihsel korkularla bir kez daha karşı karşıya kalmak istemiyor. BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Kasım ayında sarf ettiği “Kürt hareketlerinin kendi kimliğiyle gücüyle birlik halinde gitmeleri çok önemlidir. Şu an görünen o ki, Suriye muhalefetiyle birleşmenin henüz koşulları oluşmamıştır. Suriye muhalefeti Kürlere hiçbir taahhütte bulunmadan, karşılıksız ve riskli bir şekilde, Suriye muhalefetinin çatısı altında Cenevre’ye gidilmesi Kürtlere ikinci bir Lozan’ı yaşatabilir. Kürtler bir kez daha aldatılabilir.” (3) sözleri tereddüdü ortaya koymaktadır.

PKK Etkisi ve PKK Alerjisi

Bölgedeki gelişmelerin ideolojik olarak en önemli esin kaynağını PKK’nin mücadelesi ve Abdullah Öcalan oluşturuyor. Türkiye Kürtleri açısından Abdullah Öcalan neyi ifade ediyorsa, burada belki de daha fazlası denilebilir. Kürt ulusal mücadelesi bölgede birçok irili ufaklı siyasal unsurun katılımıyla yürüse de yalnızca Öcalan ve PKK’yi kendisine ilham kaynağı olarak gören PYD halk için gerçek bir alternatif haline dönüşebildi.

Çiviroğlu gözlemlerinde bu durumu şu şekilde belirtiyor: “Abdullah Öcalan’ın Rojava’daki etkisini öteden beri biliyordum ancak işin bu boyutta olduğunu açıkçası ben de bilmiyordum. Her ne kadar PKK Lice’de doğsa da, Ankara’da öğrenci hareketi olarak gelişse de, PKK’yi PKK yapan biraz da Rojava. Oradaki sempati Türkiye’deki Kürtlerden belki de daha fazla. İnsanlar Öcalan’ı sayıyor, seviyor, değer veriyor. Öcalan’ın ulusal bir önder olarak manevi değeri azımsanmayacak bir noktada. Çünkü birçok ev Öcalan’ı misafir etmiş, onun konuşmalarına katılmış, evlerde resimleri var, arada güçlü bir bağ oluşmuş. PKK gerillalarının önemli bir bölümü de Rojava kökenli. Şimdi bir kısmı dönmüşler, kendi insanları içerisindeler. Yani arada çok güçlü bağlar mevcut. Bir de Türkiye Kürtleri ile Rojava Kürtleri arasında akrabalık ilişkileri çok fazla. Mesela bizim de Efrin taraflarında akrabalarımız var. Böyle binlerce aile var. Cizre ve Derik akraba, Nusaybin’le Qamişlo akraba. Ceylanpınar ile Serekaniye akraba. Dolayısıyla, bütün bu tarihsel, sosyolojik, toplumsal sebepler göz önüne alındığında Abdullah Öcalan’ın Rojava’daki nüfuzu şaşılacak bir şey değil. Bunu PKK’nin dışarıdan bir etkisi ya da müdahalesi gibi görmemek lazım. Öcalan adeta oradan birisi gibi. Bunu geçen ay Belçika’da görüştüğümde Salih Müslim’den de duydum: Bizler Öcalan’ın kitaplarıyla, felsefesiyle düşünsel olarak geliştik diyor. İşte böylesi bir bağ var, bunun çok iyi okunması lazım.” (2)

Bölgede PKK etkisi burada açık olarak ifade ediliyor. PKK ve Öcalan’ın bölgedeki etkisi Türkiye’nin PKK alerjisini tetiklemek için yeterli oluyor. El Kaide gibi radikal İslamcı unsurların desteklenmesinin Türkiye açısından en önemli gerekçelerinden biri ise Kürtlerin bağımsız bir gelişim yoluna gitmelerinin önüne geçmekti. Paralı savaşçılarla Kürt halkına bugüne kadar sayısız saldırı gerçekleşti ve Kürt halkına büyük kayıplar verdirildi. Türkiye’nin güney sınırları bu uğurda neredeyse bütünüyle İslamcı çetelerin kontrolüne teslim edildi. Reyhanlı’da, Cilvegözü’nde yaşanan katliamlar PKK alerjisinin kendi halkını bile tehlikeye sürüklemekten çekinilmeyeceği boyuta ulaştığını gösterdi. AKP çetelerin yanı sıra Kürtler içerisinde ayrışma yaratarak Rojava’nın önüne set çekmeye çabaladı. Diyarbakır’da Barzani’yle yapılan sahne şovunun en temel amaçlarından birisi buydu. Türkiye’nin çabaları Suriye Kürtleri’nde yaşanan ulusal uyanışın sınırın öte yakasındaki akraba Kürtlere sıçramasını önlemek ve bu Türkiye egemen sınıflarının uykularını kaçırabilecek bir korku kaynağıdır.

Rojava halkı kendi kaderini tayin ederken, savaşın en önemli sonuçlarından biri olmayı savaş bitmeden başarmış durumda. İlk olarak Kürt halkının mücadelesinde önemli bir yörünge çizen Rojava bölgede ve dünyadaki ezilen halklara önemli bir örnek oluşturmaya devam edecektir. Hareketin önemli yanlarından biri de başarısını kendinden makul görmemesi ve bölgede rahatlatıcı bir etki yaratması olarak özetlenebilir. Rojava etnik kimlikler, kadın sorunu gibi önemli sorunların üstesinden gelse de, üretimin nasıl sağlanacağı gibi ekonomik sorunlar devrimin kaderi için belirleyici olacak.

Ancak sonuç ne olursa olsun Kürt sorununda artık cinin şişeden çıktığını ve Ortadoğu’da Kürt halkı için yeni bir dönemin başladığını ilan etmek mümkün görünüyor. Türkiye, İran gibi ülkeler artık Kürt halkına zulmederken, hemen yanı başlarında yükselen özerk Kürt bölgelerinin ve Rojava gibi örneklerin bütün Kürtler için ilham kaynağı olabileceğini unutmamalıdır. Aynı zamanda Ortadoğu’daki bütün Kürtler eninde sonunda Rojava’nın açtığı yolda ilerlemek isteyecektir. Devrimci Marksistler olarak Rojava konusunda yanılsamalara yer bırakmadan Kürt halkının yanında yer almak tarihsel bir görevdir. Enternasyonalistler için bundan başka bir durum düşünülemez.

Kaynakça:

(1) Cenevre Gündemi ve Rojava’nın Geleceği, http://civiroglu.net/2014/01/21/690/, 21 Ocak 2014

(2) ‘Kürtlerin de ABD’ye bakış açısının değişmesi lazım’, http://vivahiba.com/article/show/kuertlerin-de-abdye-bakis-acisinin-degismesi-lazim/, 23 Ocak 2014

(3) Rojava İçin İkinci Lozan Korkusu, Radikal, 1 Kasım 2013

ETİKETLER