Pandora’nın Kutusundan Çıkanlar – Emre Güntekin
3 Ekim’de Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) tarafından piyasaya sürülmeye başlanan Pandora Belgeleri tüm dünyada Shakira’dan Putin’e, eski IMF Başkanı Strauss-Kahn’dan Guardiola’ya kadar geniş bir yelpazede birbirinden ünlü isimlerin vergi kaçakçılığı konusunda ne kadar mahir olduklarını ortaya koyuyor.
Belgelere Türkiye’den girmeyi başaran isimler de oldukça dikkat çekici: İktidarın kıymetlilerinden Rönesans İnşaat’ın patronu Erman Ilıcak, Beşli Çeteden
Mehmet Cengiz, Çalık Holding patronu Ahmet Çalık, Rixos Otellerinin sahibi Fettah Tamince, son yılların büyük vurguncusu Demirörenler, Ciner, Özyeğin, Beşiktaş Başkanı Ahmet Nur Çebi, Doğan’ın damadı Mehmet Ali Yalçındağ, İnan Kıraç… Kısacası belgelerde Türkiye büyük sermayesinin hemen her rengini bulabilmek mümkün.
Belgelerde adı çıkan isimler Türkiye’de elde ettikleri serveti vergi cennetlerinde sahibi veya ortağı oldukları off-shore şirketler aracılığıyla yurt dışına aktarırken; aktarılan servetler aracılığıyla Londra gibi başkentlerde gayrimenkul yatırımları gerçekleştiriliyor. Eski TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ ve damat Mehmet Ali Yalçındağ bu yolu kullananlardan biri. Bunun için aracı olan avukat ise aynı zamanda Aliyev ailesinin de avukatlığını yapan Ramond Saul. Dünya küçük. Servet sahiplerinin yolu bir noktada böylece kesişiyor. Bir başka örnek olan Cinerler de Fransa’nın Cannes kentinde lüks bir malikane satın alabilmek için 2013 yılında Lüksemburg merkezli bir şirketi satın alıyor.
Son günlerde Doğan Medya’yı satın alırken kullandıkları Ziraat Bankası kredisinin üzerine yatmalarıyla gündeme gelen Demirörenlerin de Virgin Adaları’nda bulunan offshore şirketler aracılığıyla Londra’da gayrimenkul yatırımı yaptıkları görülüyor. Yani kamunun parasının üzerine çöken aile varlığını bu sayede güvenli limanlara taşımış oluyor!
Dünya Bankası verilerine göre 42,1 milyar dolarlık bedelle dünyada en fazla kamu ihalesi alan üç şirketten biri olan Mehmet Cengiz de servetini vergi cennetlerinde değerlendiren isimlerden birisi. Cengiz de tıpkı diğer sermayedarlar gibi Londra’da gayrimenkul yatırımını tercih edenlerden.
Hemen hepsinde senaryo aşağı yukarı aynı: Türkiye’de iktidarın vergi aflarından bolca yararlanan, kamu kaynaklarıyla semiren patronlar, elde ettikleri zenginliği paravan şirketler üzerinden vergi cennetlerine aktararak bir anlamda servetlerini güvence altına alıyorlar.
Offshore şirketler üzerinden yapılan vergi kaçakçılığı ve servet transferi kapitalizmin artık olmazsa olmazlarından biri. OECD’ye göre offshore hesaplarda dönen para 11,3 trilyon dolara ulaşmış durumda, fakat bunu kesin olarak belirleyebilmek mümkün değil. Bu çark artık sadece kimsenin gitmediği, kimsenin görmediği fakat paranın cirit attığı kıyılarda değil; Hollanda, Hong Kong, İrlanda, Singapur ve hatta ABD gibi ülkelerde de işleyerek çapını genişletiyor. Pandora belgelerinde burjuva politikacıların da adlarının bolca geçmesi offshore ağının bu kadar genişlemiş olmasında burjuva devlet aygıtlarının da rolünü anlamak açısından önemli.
Belgelerde Türkiye’den bolca isim çıkması bizleri şaşırtmıyor. Zira, iktidar bugüne kadar bırakın offshore hesaplara servet transferine ve bu yolla yapılan “vergiden kaçınma”ya engel olmayı uygulamalarıyla adeta teşvik ediyor. 2006 yılında Kurumlar Vergisi Kanunu’nda yapılan değişiklikle vergi cennetleriyle yapılan ticari işlemlere % 30 vergi getirilirken; Bakanlar Kurulu’nda nerelerin vergi cenneti olduğuna dair bir karar alınmadığı için bu kanun fiilen uygulanmıyor. Dahası Türkiye varlık barışı adı altında yapılan düzenlemelerle kara para cennetlerindeki servetin yurt içine taşınmasında herhangi bir vergilendirme yapmayarak bir nevi bunu teşvik ediyor. Geçmişte Erdoğan ve ailesiyle ilgili de Man Adası’nda bulunan şirketler üzerinden vergi kaçırma iddiaları Kemal Kılıçdaroğlu tarafından gündeme getirilmişti. Yine 2017 yılında yayınlanan Paradise belgelerinde de Binali Yıldırım ve çocuklarının vergi cennetleriyle ilişkileri ortalığa saçılmıştı. Meselenin bu yüzünden bakınca iktidarın kanunları neden uygulamadığını anlamak zor değil.
Sonuç olarak ultra-zenginler ellerindeki siyasi ve maddi olanaklarla “vergiden kaçınma”nın bin bir türlü yolunu bulurken, bunun yansıması karşımıza derinleşen yoksulluk, giderek artan sınıfsal eşitsizlik olarak yansıyor. Milyonlarca yoksul emekçi her ay vergisini daha maaşı hesabına yatmadan öderken; halkın ve kamu kaynaklarının sırtından semirenler elde ettikleri zenginliğin keyfini sürüyor.