Oya Baydar’ın Sazanlıkları – Dolunay Aker
Siyasi mevzular birçok kere tanımlanan şeyleri yeniden gündeme getiriyor. Türkiye’de “aydın nedir?” sorusunu defalarca cevaplasanız da eksik kalır. Genellikle bu sorunun cevabı yazı kanadından gelir. Politik-estetik derdi olan yazar, harekete geçer ve o “asılacak adam”ı anlatır. İktidarın yerleşik dilini anlatırken, iktidarı altüst etmenin yollarını da aramak gerekiyor. Peki bu iktidar nedir, necidir? Devletin bütün gücünü ezilenlere karşı yek hücumla kullananın külliyatı burada az değil. “Eski”ler bilir ama bazen bilmiyorlar.
Sazan da halbuki kolay kolay öyle yola gelmez. Hemen yemi yutmaz, sarsar oltayı, dengeyi bozar, son direnişini sergiler.
Sazan bazen de kaçar… Hep bir kaçış yolu bulur; tarih sazanların dışında da yazılabiliyor yahut iktidar o sazanı kendi lehine kullanabiliyor. İktidarın açık çağrısına selam vermek mi, “iktidara hakikati söylemek” mi? Ne diyordu devlet? Yanılmadığımız bir “ezilenler geleneği” var önümüzde. Katliamlarla, sürgünlerle, hapisle, ölümle yazılmış bir gelenek bu. Yaşamla ölüm arasında yaşayanların izini sürdüğü bir gelenek.
Oya Baydar, bu geleneğin “iyi niyetli düşünen” kısmında yer alıyor. İktidarın bizi yıktığı yerde o “belkiler” buluyor. İktidar bize sayıp söverken o “siz ne güzel savundunuz kendinizi” diyor. İktidar bizi bir “taraf” olarak görürken o “tarafsız bölge”de “aydın” oluyor.
Baydar’ın netleşemediği noktalar çok, bu yüzden sürekli sistemin içinde alternatif bir dil kuruyor: ara bölge. Fakat entelektüelin ara bölge koruyucusu olduğunu kim söylemiş? Sorumluluk, reddiye, bağımsız bir ses olarak muhalif kimliği korumak; toplumun ana damarlarını, kabul görmüş yargılarını yıkmak ve yıkılanı “doğruyla” yeniden inşa etmek zordur. Türkiye’de iki kat zordur.
Oya Baydar’ın ilgili yazısını1 okurken ilk başlarda bunları düşündüm. Ama sonra Baydar’ın ısrarla sazanlıklarına vurgu yaptığını gördüm. Gerçek çoktan yola çıkmıştı. Baydar, “yanılmıştı”. Bu yanılgısı ilk değildi. Son da olmayacak gibi görünüyor.
Bizim de çok net bir soru düşüyor aklımıza: sazanlar gerçekten anlar mı?