Nasıl Bir Muhalefet? – Emre Güntekin

Nasıl Bir Muhalefet? – Emre Güntekin

Erdoğan gücünü pekiştirdiği ölçüde ülkede muhalefet yapma biçimlerinin de değişmesi gerektiği daha yıllar öncesinde kendisini göstermişti. Kemalizm soslu ulusalcılığın; yaşam tarzları, laiklik ve burjuva cumhuriyet üzerine tutuculuğun iktidara muhalif milyonlarca emekçiye en ufak bir ufuk açamadığını ispatlamak için günümüze bakmak yeterli. Aksine bu yöndeki saplantılar, AKP öncesi de en az AKP dönemi kadar gericilik içeren burjuva cumhuriyetten sömürü, yoksulluk, baskı dışında bir şey göremeyen milyonlarca emekçiyi toplumsal kutuplaştırmanın bir parçası haline getirmek için Erdoğan’a müthiş katkılar sağladı.

Erdoğan rejimi kendi istediği kıvama getirebildiyse bu konuda eski Türkiye’ye çok şey borçlu. Toplumsal muhalefeti darbelerle, katliamlarla, cezaevleriyle ezen ve emekçi sınıfların örgütlülüğünü yok eden eski düzen yerine İslamcı cemaatleri ve örgütleri getirmemiş olsaydı, bugün farklı bir Türkiye hikâyesi yaşanıyor olacaktı. Ancak kuruluşundan itibaren yağmacılığa, vurgunculuğa kapı aralayan; farklı kimliklere tahammülsüzlüğü karakter edinen burjuva cumhuriyetin bugünkü uluslararası gericilik çağında AKP ve Erdoğan gibi bir sonuç yaratmış olması şaşırtıcı mı?

Şaşırtıcı değil elbet. Türkiye sermayesi geçmişte tüm iplerini nasıl ki Kemalist iktidarın eline bıraktıysa ve sadece bunun aracılığıyla zenginleşmeye baktıysa; bugün de aynı şekilde yoluna bakmaktadır. Demokrasi ve insan hakları ayaklar altına alınmış, ezilenlerin tepesine yeni bir demir yumruk indirilmiş bunlar sermaye açısından tali meselelerdir.

Yaklaşık iki ay sonra yerel seçimler gerçekleşecek ve iki ay içerisinde ciddi bir siyasi kırılmaya şahit olmazsak netice üç aşağı beş yukarı belli. Emekçi sınıflar içerisinde alttan gelen bir hoşnutsuzluk, iktidara muhalif olan kentli orta sınıflarda ise gözle görülür bir kabullenme mevcut. Üçüncü havalimanında, Flormar’da, Başakşehir Hastanesi’nde, TOKİ işçilerinde, Cargill’de, İzban’da karşılaştığımız emekçi eylemleri emekçi sınıfların tabanında bir mayalanmaya işaret ediyor. Maya tutar tutmaz bunu zaman belirleyecek. Ancak diğer taraftan Fazıl Say örneğinde olduğu gibi çürümüş bir rejimle uzlaşma aramaktan başka çıkar yol bulamayan, uzlaşmacı bir muhalefet şekilleniyor. Şekilsiz, eğilip bükülmeye müsait, bedel ödemekten köşe bucak kaçan… Çünkü görüldü ki rejime karşı başkaldıran, Üçüncü Havalimanı işçilerinde olduğu gibi soluğu cezaevlerinde alıyor. Metin Akpınar gibi ortalama şeyler söylediğinde bile rejimin sopası kafasında sallanıyor.

Yılmaz Özdil bu türün en güzel örneklerinden biri. İşine gelince rejimin kirli işlerini destekle, işine gelince muhalif görün Mustafa Kemal’i pazarla. İşin garibi toplumda bu pespayeliğin alıcısı da çıkıyor, 2.500 TL’lik kitabı kısa sürede bitirebiliyor. Başlı başına başarılı bir ticari başarı öyküsü!

Ama buradan diktatörlüğe karşı en ufak bir mücadele öyküsü çıkmaz! AKP’yi durdurmak yerine onu daha da güçlendiren milyonlarca kişilik Cumhuriyet Mitingleri’nden, 1881 kişilik bir kodaman ordusunun alacağı kitaptan “siyasi bir başarı” çıkarma çabasına düşmek asıl Bonapart’tan kardeş Bonapart’a düşmek kadar trajik!

Aradan geçen bunca zamanda şu açıkça görüldü: Olağanüstü koşulları dayatarak başımıza çöreklenen Erdoğan rejiminden olağan yollarla kurtuluş mümkün görünmemektedir. Dahası sorun sadece Türkiye’ye özgü değildir. Kapitalizm kendisi uluslararası çapta çürümeye yüz tutarken hem insanlığı hem de gezegeni uçurumun eşiğine getiriyor.

Savaşlar, katliamlar, açlık, kıtlık, küresel ısınma, iklim değişikliği… Kapitalizm kaynaklı pek çok sorun insanlığın dünyada varolacağı süreyi daha da kısaltıyor, sistem bu kötü gidişatı hızlandıracak Erdoğan gibi Trump gibi aktörleri daha fazla öne çıkarıyor.

Dolayısıyla ulusalcı dar kafalılık ve cumhuriyet romantizmi sadece zaman kaybıdır. Kurtuluş reçetesi bu gidişatı durdurabilecek tek kolektif özne olan işçi sınıfı içerisinden doğacak radikal bir devrimci sınıf mücadelesiyle mümkün olabilir.

Gerisi laf-ı güzaftır.

KATEGORİLER