Mısır, Müslüman Kardeşler ve Son Süreç Üzerine

1 Temmuz, 2013

Çağın Erdinç

18 Aralık 2010’da Muhammed Buazizi’nin kendisini yakmasıyla başlayan ve süreç boyunca pek çok aktörün dolaylı ya da dolaysız şekilde müdahil olduğu olaylarda yeni bir evreye girildiğini söyleyebiliriz. Başta, kitlesel gösterilerle diktatörlükleri yıkmak için Tunus ve Mısır’da meydanları terk etmeyen göstericilerin şekillendirdiği süreç, daha sonra Libya ve Suriye’deki olaylarla farklı bir boyut kazanmıştı.

Mısır’da, kitlelerin Tahrir Meydanı’nda bedel ödeyerek gönderdiği Hüsnü Mübarek’in yerini alan Müslüman Kardeşler’in lideri Mursi’ye karşı muhalefet giderek büyüyor. Müslüman Kardeşler’e, özelde de Mursi’ye karşı duyulan tepkinin kökenlerini çok daha eskilere götürebiliriz. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Batı tarzı ekonomik uygulamalarla ilerlemeye çalıştığı dönem, İngilizlerin Ortadoğu’yu kontrol edebilmek için büyük çaba harcadığı döneme tekabül eder. İngilizlerin ”borçlandırma, yerli azınlığı kullanma, doğal kaynak yollarına sahip olma” politikalarını kısmen Mısır’da da uyguladığını söyleyebiliriz.

Mehmet Ali Paşa’nın etkinliğinin Osmanlı- Batı ittifakıyla sınırlandırılmasından sonra ülke tamamen İngiltere’nin sömürgesi haline geldi. Elbette bu sömürgeleştirme politikasına karşı ciddi tepkiler de oldu. Zaghlul ve Nahas paşaların kurduğu Vaft Partisi Mısır’da ulusal bir hareket olarak örgütlenip tam bağımsızlık sloganını kitlelere yaymaya çalıştı. Halkın giderek emperyalist boyunduruğa karşı bilinçlenmesi, Vaft Partisi’nin kitleselleşmesini sağladı.

Mısır’daki bu kitlesel tepkiden rahatsızlık duyan İngiltere, Vaft Partisi’nin etkinliğini azaltmak için, yerli unsurlarla dolaylı-dolaysız işbirliğine giderek Selefi akımın Mısır’daki öncüsü Müslüman Kardeşler’i Vaft Hareketi’ne karşı ”pan-zehir” olarak kullandı. Vaft Partisi’nin, İngiltere’nin Süveyş Kanalı üzerindeki amaçlarına karşı söylemleri ve eylemleri İngiltere için Vaft Partisi’nin iktidardan uzak tutulmasını gerekli kılıyordu.

İkinci Dünya Savaşı konjonktüründe Vaft Partisi kitlelere daha fazla ulaştı ve savaş sonunda yapılan seçimlerde iktidara geldi. Bu süreçte Müslüman Kardeşler, Vaft Partisi’ne karşı gerilla mücadelesi başlatıp Vaft Partisi’ne büyük darbeler indirdi. 1952’deki Hür Subaylar Darbesi’nden iki yıl sonra iktidara gelen Nasır, ulusal politikalarla Ortadoğu’daki siyasal hareketleri büyük ölçüde şekillendirdi. Nasır’a karşı da mücadelesini sürdüren Müslüman Kardeşler, 1967 Arap-İsrail savaşında, Nasır’ın büyük bir yenilgi almasından sonra etkinliğini yeniden arttırdı ve Enver Sedat döneminde konjonktürü de kullanarak kitleselleşmeye devam etti.

Mübarek’in düşmesinden sonra iktidara yürüyen Müslüman Kardeşler’in Mısır halkına karşı daima Batılılarla hareket ettiği gerçeği, Mısır halkının belleğinden asla silinmedi. Mursi’nin seçimleri kazanmasıyla, gerici faaliyetlerine daha fazla hız veren Müslüman Kardeşler, yargıyı ele geçirme operasyonu başlatarak, anayasanın yapım sürecinde diğer siyasi unsurları dışladı. 1997’de Luksor’da 62 kişinin öldüğü bombalı saldırının faili olan Muhhamed El Hayat’ın Mursi tarafından Luksor’a atanması bardağı taşırdı. 30 Haziran’da Müslüman Kardeşler’in Genel Merkez binasının ateşe verilmesi, Mursi’nin sonunun Mübarek’ten farklı olmayacağını gösteriyor. Ancak artık kitleler, gerici selefi akımların kendilerine fayda sağlamayacağının da bilincindeler.

Kuşkusuz, Ortadoğu’da yeni bir sürece giriliyor. Tahrir’den Taksim’e direniş giderek büyüyor. Diktatör Tayyip Erdoğan, diktatör Mursi ve diğer Ortadoğulu diktatörlerin çözülüş süreci hızlanıyor. Tahrir’de de, Taksim’de de kitleler daha fazlasını istiyor. Halklar meydanlara indiklerinde yapabileceklerinin gücünü gördü. Daha da önemlisi, diktatörler bunu gördü. Ve bu süreç çok şeye gebe. Salt sürecin getirilerine odaklanarak değil, eksikliklerimizin bilince olup hareket ettiğimiz sürece, emperyalizmin ve onların maşalarının yıllardır kan gölüne çevirdiği Ortadoğu’da kurtuluş çok uzakta olmayacaktır.

ETİKETLER