“Milli Mutabakat” Neleri Örtüyor? – Emre Güntekin
Lenin 1914 yılında başlayan ve Çarlık Rusya’sının da dâhil olduğu emperyalist savaş için şunları yazmıştı: “Pazarlar için ve yabancı toprakları yağmalamak için mücadele, tüm ülkelerde proletaryanın devrimci hareketinin önünü kesme ve demokrasiyi ezme gayreti, bütün ülkelerin proleterlerini aldatma, bölme ve ezme dürtüsü, burjuvazinin çıkarları için bir ulusun ücretli kölelerini diğer ulusun ücretli kölelerine karşı kışkırtma isteği; savaşın gerçek içeriği ve anlamı sadece budur.”
Günümüzde savaşlar yüzyıl öncesinden çok farklı siyasal ve askeri araçlarla yürütülse de Lenin savaş konusunda burjuvazinin değişmez doğasına dokunuyor. İktidarlar savaş başlatırken, başlangıçta ulusu milliyetçi bir histeriyle bir araya getirme amacını taşırlar. Bu sadece onların gerçek amaçlarını saklamaya yarar.
AKP için de aynı durum geçerli: İktidar Ortadoğu’yu saran ateşin başından bu yana elinde benzin bidonuyla olay mahalline koştu: Libya’da yaşanan iç savaşta İslamcı çeteler desteklendi, Mısır’da Müslüman Kardeşler gazlanarak resmen intihara sürüklendi ve Suriye’de Esad rejimini bir an önce iktidardan düşürme amacıyla önüne çıkan bütün İslamcı unsurlara yoğun bir destek sağlandı. Bunu sadece AKP’nin siyasal İslamcı yönelimiyle açıklayamayız. Türkiye egemen sınıfları emperyalist kampta kendisine yer açabilmek umuduyla bugün bir bütün halinde Ortadoğu’da Türkiye’nin askeri yayılmacılığının arkasına dizilmiştir. Burada en fazla kısa vadeli taktiklerde anlaşmazlık yaşayacaklardır; fakat ayaklarına diken batmaması için birbirlerini her daim kollayacaklardır.
İkinci olarak yüzyıldır bu toprakları kanatan Kürt sorununu askeri yollarla bitirme konusunda geniş katılımlı bir milli mutabakat söz konusudur. Kürsülerde “megri” okunulan zamanlar çok geride kaldı. Kürt kentlerinin yakılıp yıkılmasının ve HDP’li milletvekillerinin tutuklanmasının ardından Afrin’e başlatılan operasyon Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollardan çözümü burjuva düzen ayakta kaldığı müddetçe çok uzak bir gelecekte bile mümkün görünmemektedir. Dahası Kürt halkı için demokratik mücadele kanalları sonuna kadar tıkanmıştır. Erdoğan’ın sakın ha sokağa çıkma gafletinde bulunmayın tehdidi neler olabileceğinin işaretini vermektedir.
Afrin operasyonu 5. gününe girerken, savaşın bu yöndeki etkilerini her alanda belirgin bir şekilde hissetmek mümkün. Toplumsal muhalefet ve emekçi sınıflar 15 Temmuz’un ardından ilan edilen OHAL’le birlikte büyük baskı altına alınmışken; aradan geçen 5 gün bu baskının dozajının artacağını gösteriyor. Fiilen bırakın iktidarın savaş politikalarını eleştirmeyi, destek vermemenin bile “vatan haini” olarak ilan edilmeye neden olabileceği bir süreçteyiz.
Beyaz TV’de yayınlanan bir programda Ece Erken gibi bir iktidar ünlüsü diğer ünlülerin instagram hesaplarını didikleyerek Afrin operasyonuna destek vermeyenleri, bakın karşı çıkan demiyoruz, yani herhangi bir paylaşımda bulunmayanları hedef gösterirken; Kral Pop sunucusu polise Afrin operasyonuna karşı çıkanların infaz edilmesi çağrısında bulunuyor. Buna benzer pek çok örnek gündelik yaşamın her alanında karşımıza çıkıyor.
Öte yandan iktidar da düşünce ve ifade özgürlüğüne dair kalan son kırıntıları da savaşı kullanarak yok etme derdinde. Ülke genelinde birçok ilde Afrin operasyonunu sosyal medyada eleştirenlere yönelik operasyon gerçekleştirilirken; İstanbul’da savaş karşıtı eylemde gözaltına alınan 13 kişiden 11’i tutuklandı.
AKP’nin 15 Temmuz’dan çok daha baskıcı bir şekilde tahakküm ettiği “milli mutabakat” söylemi burjuva muhalefetini de fiilen etkisiz hale getirdi. CHP, operasyonun başlamasının ardından “milli mutabakat”ın dışında kalma korkusuyla şirazesini iyice kaybetmiş durumda. Bu durum normalde AKP iktidarına karşı durabilecek olan sosyal demokrat emekçilerde, yaratılan şovenist milliyetçi havanın etkisiyle geniş bir sinme etkisi doğuruyor. Daha 6 ay öncesinde Ankara’dan İstanbul’a büyük bir coşkuyla yürümüş olan bir kitleden bahsediyoruz.
Diğer taraftan fiilen emekçi halkın en basit ekonomik hakkına sahip çıkmak için vereceği bir mücadele bile onu “vatan haini” potasına sokmaya yetebilir. Örneğin önümüzdeki süreçte metalde büyük grevler gündeme gelecek ve patronlar OHAL’i ve savaş durumunu öne sürerek işçi sınıfını ölüme razı etmeye çalışacak. Türk Metal gibi işbirlikçi sendikalar da “sorumlu” davranarak işçi sınıfına yeni bir ihanet sürecini yaşatacaklardır. Petrole zam gelmiş, maaşlarda vergi yükü artmış, BES için maaşınızdan kesinti yapılmış vs… Böyle bir dönemde işçi ve emekçilerden böyle ufak şeylerin lafının yapılmaması istenecektir. Ola ki yapacak olan varsa da “sakın haaa!” denilerek parmak sallanacaktır.
Son olarak… Bu savaşın sonucu iktidarın geleceğiyle sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. İktidar girdiği bu bataklıktan artık kös kös dönemez. Silahı bir kere kınından çıkardığı için artık sonuna kadar kullanmak zorundadır. Erdoğan merkezli dikta rejiminin savaşsız, düşmansız, OHALsiz, baskısız bir şekilde siyasal projelerini hayata geçirmesi mümkün değildir.
Artık katıksız bir diktatörlükle karşı karşıyayız.
“la fascisme ce n’est pas l’inderdiction de dire c’est l’obligation de dire” (Rolan Barthez). Yani faşizm konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir. Gidişatı değiştirmenin yolu, iktidarın baskısından pısmak sinmek değil, daha yüksek sesle gerçekleri dile getirmekten geçmektedir.