Marksist Tutum'un Merkezciliği

Merkezcilik terimi, merkezde-ortada olma anlamından türemiştir. Merkezciliğin Marksist kullanımı sosyal devrimle reform arasında kalmak anlamına gelir. Ezilen sınıfların ayağa kalktığı veya toplumsal ve ekonomik krizin düzeni sarsmaya başladığı dönemler sosyalist hareketlerin, sendikaların ve değişik işçi hareketlerinin belirleyiciliğinin ciddi şekilde artmasını beraberinde getirir. Bunlar içerisinde reformistler başından beri düzenin istikrar sağlamasını amaçlarlar. Bunu, kimi durumda alenen, sınıfın aşağıdan gelen mücadeleci basıncının şiddetli olduğu kimi durumlardaysa üstü örtülü olarak, ayak oyunları ve aldatmacalarla yaparlar. Bu haliyle reformist bürokrasi üzerine düşeni yapmış olur. 70’lerde CHP, DİSK yönetimi ve onu kontrol eden TKP bunun en tipik örneğini sunmuştur.

Reformistlerden başka merkezciler de işçi hareketi üzerinde devrimci yükseliş dönemlerinde önemli ölçüde etkide bulunurlar. Merkezciliğin ana karakteri devrimden duyulan korkudur. Sıradan zamanlarda atılan tumturaklı devrimci nutuklar, devrimci dönemlerde yerini panik, kuşku, çaresizlik vb. ile şekillenen kaypak tavırlara bırakır. Devrimci yükselişin sistemi sarsmasına paralel olarak merkezciler yalpalamaya başlar, devrimci görevleri yerine getirmez, sorumluluk almaktan kaçınarak oyalanır ve böylelikle egemen sınıfa toparlanması için zaman kazandırır. Merkezcilerin önemli görevleri ertelemek için her zaman yeterli nedenleri vardır. Sınıf düşmanın gücü çoğu kez olduğundan çok daha fazla gösterilirken kendi gücü kronik olarak azımsanır, böylelikle sorumluluktan kaçınmak için tüm zamanlara uyan bir bahane yaratılmış olunur.
Durumun gerçekçi ve sağlam kavranışıyla el ele giden kararlılık, atılganlık ve inisiyatif alma yani kitlelere sistemle bağlarını kopartmaları için ön ayak olmak, devrimci önderliğin olmazsa olmaz görevleridir. Merkezciler ise düzenle bağlarını koparıp yüzlerini devrime dönemezler. Merkezciler kendilerinin de sağında olan sendikal bürokrasi ya da merkezi sol partilere karşı açık bir savaşa girmekten kaçınırlar. Onları deşifre etmek, fiili mücadele ile onlara halen inanan emekçileri kazanmak yerine onlarla anlaşmaya, onları ikna etmeye çalışırlar ya da laf olsun diye söylenen “devrimci eleştiriler”le saklanan uzlaşmacı bir tavır benimserler.
Merkezcilerin en önemli özelliklerinden birisi lafla iş arasındaki, yani söylenenle yapılan arasındaki kapanmayacak uçurumdur. Merkezcilik Troçki’nin deyimiyle “radikal” bir postülalar toplamıdır, hepsi o kadar. En uç oportünistlerin, en uç radikalizme meyilli oldukları akıldan çıkarılmamalıdır. Merkezciler, devrimci lafazanlıklarla atıp tutmalarla kendilerini kamufle etmek isterler, bu sebepten onları ayırt etmek için günlük politikalarına bakmak en doğrusu olacaktır.
Merkezciler bu rolleriyle kitlelerin devrime giden yolundaki bariyerlerdir. İşçi sınıfı ve emekçiler üzerinde daha önceden kazandıkları, hiç de hak etmedikleri, saygı ve bağlar, kitlelerin en aktiflerine vurulmuş pranga işlevi görür.
Merkezciliğin ideolojik alandaki yansıması ideolojik merkezciliktir. İdeolojik merkezcilik, yerleşik düşünce kalıplarına meydan okuyamama, eskimiş olana açık kapı bırakma, ona şirin gözükme, ikircikli tavırlarla ideolojik billurlaşmadan mümkün mertebede uzak durma tutumudur. Türkiye’de ideolojik merkezciliğin çokça zuhur ettiğini, bunun kendisini Stalinizm eleştirisi boyutunda gösterdiğini söyleyebiliriz. Dünyada solun resmi ideolojisi olan Stalinizm Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından büyük ölçüde tasfiye oldu. Türkiye’de ise ideolojik hesaplaşma çok cılız kaldı. Stalinizm eleştirisi adı altında liberal sola kayanlar bir yana, devrimcilik iddiasında olan birçok yapı ideolojik merkezciliğin farklı boyutlarına yerleşti. Stalinizmin şu ya da bu yönünü eleştirip eleştiriyi yarıda kesenlerden tutun da Stalin’in şahsında eleştirel tutumlar benimseyip bunun ideolojik yanlarını bir kenara koyanlara ya da Stalinizmi mahkum edip iş Stalinizmi çözümleyerek devrimci Marksist geleneği sürdüren Troçki’ye gelince yan çizen tutumlara kadar birçok ideolojik merkezci tür bulmak mümkün.
İdeolojik merkezciliğin önemli örneklerinden birisini Marksist Tutum sergilemektedir. Elif Çağlı’nın Uluslararası Alanda Menşevizmin Yansımaları adlı yazısı, ideolojik merkezciliğe has ikircikliği, muğlaklaştırıcılığı ve kaypaklığı ile bu tutumun önemli örneklerinden birisini sergilemektedir. Gelenek ve ideoloji konularını ele alan bu yazı, bu anlamıyla cevaplanmayı hak etmektedir.
Troçkizmin Yaygınlaşması
Diğer tüm ideolojik merkezciler gibi Marksist Tutum da solun geneli tarafından “Troçkist” olarak adlandırılmakta, yine tüm merkezciler gibi Marksist Tutum da bu isimlendirmeden pek hazzetmemekte hatta böyle adlandırılmaktan bir miktar eziklik hissedip tersini ispat etmeye çalışmaktadır. Elif Çağlı’nın yazısında da bu durum net olarak görünüyor.
Troçkist olunmadığını ispatlamanın birçok yolu var. Troçkistleri yerden yere vurmak bunlardan birisi mesela. Elif Çağlı bu yolu tutmuş. “Troçkistlerin” hepsini aynı kefeye koyarak, daha açıkçası kendisini Troçkist olarak lanse eden kimi oportünist akımları öne çıkarıp bununla tüm Troçkistleri, Troçkizmi ve alttan alta da Troçki’yi karalama hatasına düşüyor Elif Çağlı ki bu yazısını daha baştan geçersiz kılıyor.
Troçki ve ardından gidenler Marksist Leninist geleneğin yegane temsilcileri olarak bayrağın yere düşmesini engellemişlerdir. Olağanüstü zor şartlara ve tüm olumsuzluklara karşın devrimci Marksizmin temiz mirası bugünlere kadar taşınabilmiştir. Bunun neticesinde Troçkizm, tüm dünyada büyük bir saygınlık kazanmış, Stalinizmin iflasının buna eklenmesiyle de başta Avrupa ve Latin Amerika’da olmak üzere, kendisini sistem dışında ifade eden sol akımların temel çatısı haline gelmiştir. Öyle ki Latin Amerika’dan Uzak Asya’ya, Avrupa’dan Afrika’ya, reformist ve sivil toplumculardan gerillacılara ve bireysel terörü yöntem olarak kabul edenlere kadar geniş bir yelpaze içinde “Troçkist” bulmak olanaklıdır. Marksist olma iddiasında bulunan ne cevherler olmuştur, Troçkizm açısından da durum buna benzemektedir. Dolayısıyla kendisine Troçkist diyen akımlar elbette ki aynı torbaya konamaz. Bu somut gerçeklik, söz konusu akımların tek tek incelenmesini zorunlu kılar. Devrimci Marksist geleneği tutarlı bir şekilde sürdürenler ile Troçkist etiketinden içi boş bir iddia olarak faydalanmaya kalkanlar ayrılmalı ve ilkesiz akımlar mahkum edilmelidir. Diğer taraftan Marksist Tutum’un yaptığı gibi tutarsız-ilkesiz akımları bahane ederek Troçkizme çamur atmaya kalkmak, merkezciliğe has “hafif” bir tutumdur. Bugün Marksist ya da Leninist sıfatını kullanan oportünist revizyonist birçok siyasi gelenek sayabiliriz. Şimdi Marksist Tutum tavrıyla bunları örnek göstererek Marksist–Leninist geleneğin “öteden beri varolan” zafiyetlerinden mi bahsedeceğiz. Elbette ki hayır. Böyle bir saçmalık kabul edilemez.
Elif Çağlı Öncelikle Kendilerinin IMT ile Uzun Süre Devam Eden Yol Arkadaşlığını Açıklamalıdır
Elif Çağlı, Troçkizme dair karşı yorumlarına destek olarak Birleşik Sekreterya ve IMT’yi örnek veriyor- ya da kullanıyor. Gelgelelim, Birleşik Sekretarya Troçkist akımların geneli tarafından aforoz edilmiş bir siyasal aygıttır. Birleşik Sekretarya oportünizminden hareketle Troçkizme karşı “kurnaz” “eleştirilere” girmek, tüm samimiyetsizliği bir yana, işi bilenler açısından akıllıca bir tutum bile sayılmaz. Bu, TKP oportünizminden yola çıkarak komünizmi mahkum etmeye benzemektedir. Troçkist hareket içerisinde bir diğer en çok eleştirilen akım olan IMT de Elif Çağlı’nın Troçkizme yönelik saldırısının cephanesi durumunda. Öte yandan Çağlı’nın yazısı söz konusu oportünist grupla Marksist Tutum’un epey eskilere dayanan ilişkisi hakkında bir bilgi vermiyor. Marksist Tutum’un daha düne kadar organik ilişkilerinin olduğu bu geleneğin oportünist bir akım olduğunu uzun yıllardan sonra yeni mi keşfetti Elif Çağlı? Çağlı’nın eleştirdiği süresiz entrizm oportünizmi IMT’nin ezelden beri sergilediği bir tavırdır. Bush’un yol arkadaşı Blair’in liderlik ettiği Britanya İşçi Partisinin içinde kalmayı bile savunan bu akımla Marksist Tutum liderliği ilişkisini sürdürmekte bir sakınca görmemiştir.
Marksist Tutum’un IMT ile uzun yıllar devam eden ilişkisini adlandırmaktan özellikle kaçınıyoruz. Ama IMT liderleri Alan Woods ve Ted Grant’ın Aklın İsyanı adlı kitabının Marksist Tutumcular tarafından basılması veya internet sitelerinde birbirlerine verilen referanslar, konferanslarda birbirleri için okunan mesajlar vb. Marksist Tutum’un eleştirdiğimiz tavırları için yeterli dayanakları bize sunuyor. IMT geleneği en başından beri, yarım asırdan uzun bir süredir, sürekli entrizm oportunüzmini sürdürüyor. Elif Çağlı’nın bugüne kadar aklı neredeydi? Şimdi IMT’ye verip veriştirmek ne menem bir şeydir. Onlar IMT ile yoldaşça ilişkilerini sürdürürlerken samimi Troçkistler IMT geleneğini çok uzun yıllar önce mahkum etmişlerdi bile. Marksist Tutum liderliği IMT oportünizmi ile uzun yıllar devam eden “yoldaşça” ilişkilerinin bir özeleştirisini vereceğine IMT üzerinden Troçkizme dil uzatmak samimiyetsizliğine düşüyor. Böylelikle yazının bütünündeki samimiyetsizlik en uç noktalarından birine ulaşmış oluyor.
Nikaragua, Küba, Chavez
Elif Çağlı’nın yazısındaki merkezci samimiyetsizliklerle devam edelim. “Mandel ve benzerleri Stalinist bürokrasilere abartılı ilerici roller atfederek veya Küba, Nikaragua örneklerinde olduğu gibi bazı ulusal kurtuluş devrimlerini gerçek proleter devrimler katına yükselterek pek çok önemli noktada Troçki’nin gerisine düştüler”. “Venezuela sorununda IMT’nin Chavez’e şakşakçı yaklaşımının…” Elif Çağlı’nın bu sözleriyle tamamen aynı fikirdeyiz. Samimiyetsizlik ise başka yerde, Çağlı’nın bu örnekleri Troçkizme karşı kullanmak istemesinde gizli. Söyleyin Nikaragua, Küba ya da Venezuela konularında eleştirilen tutumdan farklı bir tavır takınmış bir tek Stalinist yapı var mıydı? Peki bu konularda var olan tüm psikolojik ve fiziki baskı koşullarına rağmen görülen ender devrimci tutumlar kimden kaynaklandı? Biz söyleyelim. Bu konularda Troçkistlerden başka doğru tavır alan olmadı. Venezuela örneği henüz çok taze. Soruyoruz Troçkistler dışında Chavez’e karşı devrimci tavır alan var mıydı? Hayır, yoktu. Stalinist cümle alem tam da Elif Çağlı’nın eleştirdiği tutumu alıyordu. Elif Çağlı ise Stalinistler içerisinde “Bolşevik” yanlar aramaya çalışırken bir kez daha “Troçkistlerin” içindeki çürük yanları genelleştirme tutarsızlığında bulunuyor.
Öte yandan hemen belirtelim uzak coğrafyalardaki geçmiş devrimler hakkında devrimci lafazanlıklar yapmak kolay şeydir. Kendi bulunduğun ülkeye, bugüne, somut olana ilişkin konularsa merkezciler için her zaman daha çetrefillidir. Marksist Tutum’un bugün sendikalarda nasıl tavır aldığı, ayrı bir yazının konusu olmayı fazlasıyla hakediyor, ama bakın geçmişten bir sayfayı, 15-16 Haziran olayları nasıl değerlendiriliyor Tutum sayfalarında. “İşçileri sakin olmaya çağıran Kemal Türkler, “Anayasamız her türlü toplantı ve yürüyüşlerin silahsız ve saldırısız olacağını emreder. Bizler anayasaya sımsıkı bağlı işçiler olduğumuz için hiçbir hareketimiz anayasaya aykırı olamaz” diyor ve ardından “şerefli Türk ordusu”na karşı tahriklere kapılmama uyarısında bulunuyordu. İşçi hareketinin o dönemki yükselişinde olduğu kadar sonraki döneminde de büyük emeği geçen Kemal Türkler, bu konuşmasından ötürü, sekter sol çevrelerce hain olarak damgalanıp aforoz edildi. Aradan bunca yıl geçmesine rağmen bu tür yanlış değerlendirmeler sürüyor. Oysa, “Anayasaya sımsıkı bağlılık” düşüncesi ve “şerefli Türk ordusu” vurgusu, Kemal Türkler gibi bir sendika liderinin icadı değildi”(*) Kemal Türkler faşistler tarafından öldürülmüş olabilir, (bunu 12 Eylüle giden süreç çerçevesinde ele almak gerekir) ama Kemal Türkler hiçbir zaman devrimci bir işçi önderi olmadı. Tutum’un alıntısı zaten kendi kendini ele veriyor, devrimci işçi hareketi karşısında her zaman fren vazifesi görmüş oportünist bir sendika bürokratını eleştirmek ise Marksist Tutum’a göre sol sekterlik ya da küçük burjuva solculuğu oluyor.
Troçki ve 4. Enternasyonal
Stalinist karşı devrime karşı mücadele bayrağını yükselten kim oldu? Troçki ve yoldaşları. Troçki 1940’ta katledildiğinde tüm dünyada Troçkistlere karşı sürek avı devam ediyordu. Emperyalist kamptaysa 2. Dünya Savaşı bitimiyle bayram havası vardı. Devrimler Stalinist SSCB’nin aktif işbirliği sayesinde ezilmiş, böylelikle dünya emperyalist sistemi neredeyse yarım asır süren kâbusundan kurtulmuştu. Korkunç bir gericilik on yıllar boyunca dünyaya hakim olacaktı. Burada kritik bir noktaya geliyoruz. Troçki devrimci Marksizmin özdeğerlerini yaşatmayı başardı. Peki ama nasıl? Koşullar şöyle bir düşünüldüğünde durumun vahameti ortaya çıkıyor. Ekim Devrimi ve Bolşevik kuşak boğazlanmış, devrim adına direnenler ağır bir yenilgiye uğratılmış ve liderleri ülkeden sürülmüştü. Stalinizm eline topladığı dev devlet aygıtıyla bir yandan devrimci Marksistlere karşı imha politikası izlerken diğer yandan dünyadaki sol hareketleri pençesine alıp Marksist Leninist ideolojiyi kendi devletinin milliyetçi çıkarları doğrultusunda tahrif ediyor ve bunu da genel doğrular olarak tüm dünyaya yayıyordu. Soğuk savaşın devleri arasında devrimci geleneği sürdüren küçük bir azınlık dava adamı kalmıştı geriye.
Troçki, 1940 yılında öldürüldüğünde haklı devrimci davası da onunla birlikte mezara gidebilirdi. Eğer tekil bir figür olsaydı Troçki, olacak olan buydu zaten. Bu durumda Stalinist revizyonizm tüm karşı devrimci korkunçluğuyla alternatifsiz kalacak ve proleter devrim mücadelesinin Marksist Leninist geleneği onulmaz bir yara almış olacaktı. Neyse ki Stalinist revizyonizme karşı devrimci Marksizmin alternatifi tüm güçlüklere karşın yaşatıldı. Bu, nasıl başarıldı? Bunda en önemli adım Troçki’nin 4.Enternasyonali örgütlemesiyle atılmış oldu. 4.Enternasyonal karşı karşıya olduğu sonsuz güçlükler karşısındaki tüm zayıflığına rağmen örgütsel devamlılığı koruyarak, Troçki’den sonra halkanın kopmamasını sağlamıştır. Elif Çağlı marifetmiş gibi 4.Enternasyonalin gerçek anlamda bir enternasyonal olamadığını yazıyor. Doğrudur, ama ne beklenebilirdi ki? Sihirli bir dokunuşla bir enternasyonal mi çıkacaktı ortaya. Troçki ne bir büyücü idi ne de peygamber. Lenin’in 2.Enternasyonal’in çökmesi sonucunda giriştiği 3.Enternasyonal çalışmalarının ve Kienthal ve Zimmerwald konferanslarının ideolojik çeşitliliği ve fiziksel zayıflığı hatırlanacak olursa ve hatta 3.Enternasyonal’in kurulma çabalarının ancak Ekim Devrimi’nden bir yıl sonra başarılabildiği düşünüldüğünde 4. Enternasyonal’in zayıflığı gayet normaldir. Üstelik böyle bir Enternasyonalin merkezini oluşturabilecek Rus, Çin, İspanya Sol Muhalefetinin kitlesel kırımı da bu zayıflığın kaynağı olmuştur. Bütün bunlar kavranmayacak şeyler değil, ama niyet önemli. Anlaşılan Çağlı’nın derdi üzüm yemek değil bağcıyı dövmek.
Troçki’nin ardından gelenlerinin bir bölümünün Troçki’nin gerisine düştüğü kesinlikle doğrudur. Bu noktada da sapla saman ayrılmalıdır. Stalinizme yaklaşanlar, oportünizme kayanlar, maceracılığa savrulanlar mahkum edilmeli; tüm güçlüklere rağmen geleneği yaşatanların, devrimci Marksist geleneği dünyanın her köşesine yayanların mücadelesi sahiplenilmelidir.
Merkezciliğin Bahane Gardırobu
Elif Çağlı Troçki’yi bir Bolşevik olarak görürken Troçkizmi yadsıyor ve Troçkistlere ise verip veriştiriyor. Bunun arkasındaki nedenleri biraz kurcalamak lazım. Türkiye Stalinist solunun eski kuşak temsilcilerinden bir kısmı hapishanelerde okumaya fırsat bulduklarından eski kalıpları kırarak, bir kısmı da 12 Eylül’den sonra çıktıkları Avrupa’da Troçkistlerle etkileşime girmeleri sonucunda Troçkizme eğilim göstermeye başladılar. Troçkizmin bu topraklara gelişi (çok gecikmiş olsa da) böyle oldu. Öte yandan bu süreç epey zahmetli olduğu gibi birçok çarpıklığı da beraberinde getirdi. Teorideki Troçkizme denk gelen pratikteki Stalinizm bunlardan biriyken devrimci kararlılık ve enerjisi tükenmişlerin Troçkist projeye imza atmak üzere Türkiye’ye gelmeleri çok büyük zararlara yol açan başka türlü bir çarpıklıktı. Ayrıca bu “önderliklerin” Troçkizmin tüm yanlarını kabullenseler de Stalinist psikolojik baskının esiri olarak Troçkizm heyulasından sakınmak için uzun süre Troçkist olmadıklarında diretmeleri “utangaç Troçkizm” adlı yeni bir küçük burjuva garabetin doğmasına yol açtı.
Utangaç Troçkizmin dillerinden birisi Troçki kavgasında haklıydı fakat biz kendimizi neden Marksist Leninist dışında bir tanımlamayla ifade edelim sorusu oldu. Bir kere kendimizi nasıl “tanımlayacağımız” sorusunun cevabını tarih vermiştir. Lenin “Leninizmden”, Troçki “Troçkizmden” hoşlanmazdı, ne var ki zaman ilerledikçe bu tanımlamaların tarihe mal olacağını kavramışlardı ve yaşamlarının sonlarına doğru ister istemez bu tanımlamalara karşı itiraz etmez oldular. Bugün tarihin tekerliğini tersine çevirmek isteyenler Stalinizm karşısında büzülen ideolojik merkezcilerdir. Bugün kim ağzına “enternasyonalden”, “dünya deviminden”, “bürokratik yozlaşmadan”, “sürekli devrimden”, hatta “proleter enternasyonalizminden” dem vuracak olsa Troçkist lafzını yiyecektir. Bütün bunlar Marksist Leninist geleneğin temel yaklaşımlarıdır, ne var ki bunlar Stalinizme karşı verilen uzun ve bedelli mücadelenin sonucunda Troçki ve ardıllarıyla özdeşleşmişlerdir. Sınıf düşmanlarımızdan ABD başkan yardımcısı Henry Wallace’ın 1943’te sarf ettiği şu sözler “eğer Rusya dünya çapında devrim kışkırtan Troçkist fikre birkez daha kapılırsa 3. Dünya Savaşı kaçınılmaz olur” sınıf düşmanlarımızın da devrimci Marksizmi Troçkizmle eş tuttuğunu gösterir. Bu, “Neden Troçkizm?” sorusunun tarih tarafından yanıtlandığının bir başka kanıtıdır.
Üstelik Troçki’nin Marksist Leninist geleneğe ideolojik katkıları da çok önemli boyutlardadır. Troçki; özellikle azgelişmiş ülke devrimcilerinin görevlerini sistematik hale getirmiş, Ekim Devrimi deneyimlerini genelleştirmiş, Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongre kararlarını referans alan Sürekli Devrim kuramına ve eşitsiz bileşik gelişim yasalarına imza atmıştır. Komünist Enternasyonal’in Birleşik İşçi Cephesi taktiğini geliştirerek savunmuş, faşizmi tahlil edip politik sonuçlar çıkarırken faşizme karşı mücadele yöntemlerini ortaya koymuştur. 4.Enternasyonal Programı ile tüm dünya Bolşeviklerinin görevlerini Proletaryanın Dünya Partisini inşa etmek olarak belirlemiş, yine III.Enternasyonal’den temellendirdiği Geçiş Programı perspektifini netleştirmiştir.
Troçkizm mi Stalinizm mi İkilemi Geçerli Midir?
İdelojik merkezciliğin önemli örneklerinden birisini Maya dergi çevresi sunmuştu bu topraklarda. Stalinizme karşı eleştirel tutumunu ve sürekli devrim gibi birçok temel yaklaşımı Troçkizmden alan bu çevre, mesele Troçki’ye gelince tam bir ikircikli tavır takınarak merkezciliğin en net örneklerini sunuyordu. Gelgelelim merkezciliğin doğası kaygandır, eleştiriyi ve tavrı sonuna kadar götürme kararlılığını gösteremediği için politik hattı oynaktır. Maya dergisi yayın hayatını sonlandırdığında arta kalan kadrolarının önemli bir kısmının koyu Stalinci, proletaryanın yerine ezilenleri ikame eden postmodernist rüzgarlardan nasibini almış ESP’ye katılmaları merkezci savrulmanın tipik bir örneğidir.
Elif Çağlı’nın bu yazısı da merkezci savrulmalara açık olduklarının bazı ipuçlarını veriyor. “günümüzde devrimci işçi hareketinin yakıcı sorunlarının Stalinizm mi-Troçkizm mi ikilemine hapsedilerek çözümlenemeyeceğini gözler önüne seriyor.” Bugün Türkiye’de işçi hareketi ve devrimciliğin en önemli sorunlarının başında eski Stalinist gelenekle hesaplaşmanın yaşanamamış olması geliyor. Devrimci hareketin bugün yaşadığı tıkanıklığın en önemli nedeni ideolojiktir. Stalinizmle devrimci bir hesaplaşma geniş ölçekte yapılmamış, geçmişin dersleri çıkarılmamıştır, bunun sonucunda da uzun geçmişine rağmen Türkiye solu işçi hareketine ve güncel siyasete müdahale olanaklarına sahip olmayıp rutinizm temelinde günü kurtarmaktadır. Diğer taraftan Stalinizmin mirasını reddeden önemli boyutlardaki eski Stalinist ise sözümona bir eleştiriye girerek Stalinizmin günahlarını Marksizme ve Leninizme yükleyerek liberal sola sapmış ve AB’ci olmuştur. Stalinist gelenekten “devrimci” bir kopuş sağlanmadan devrimci işçi hareketinin sorunları asla çözülemez. Elif Çağlı’nın bahsettiği “Stalinizm mi Troçkizm mi” ikilemine dair sağlam bir formülasyona şu şekilde gidebiliriz. Stalinizmle mümkün mü? Asla. Troçkizmle mümkün mü? Evet, ama sadece “gerçek” Troçkizm ile mümkün, bunu laf olsun diye kullananlarla değil. Devrimci Marksizm dışında başka da seçenek yok.
Elif Çağlı yazısında bir yerlere iliştirilmiş şu sözlere de rastlamak mümkün. “ devrimci işçi mücadelesini güçlü kılabilmek için Stalinizmden devrimci Marksizm temelinde kopuş şarttır.” Bu sözle yazının diğer birçok kısmına serpiştirilmiş diğer birçok vurgu arasında bir çelişki daha çok da arada derede bir tutum, bir kafa karışıklığı mevcut. “devrimci işçi mücadelesini güçlü kılabilmek için” ifadesi kafa karışıklığının, arada derede tutum almanın bir ifadesi aynı zamanda. Güçlü kılmak ne demektir, bir zorunluluk mu belirtiyor bu tümce? Burada anlam muğlaklaşıyor. Yazının diğer kısımlarında yeni sentezlerden bahseden, Stalinistler arasında da Bolşevik nüveler olduğunu belirten Elif Çağlı burada da Stalinizmden kopuşun devrimci işçi hareketini “güçlendireceğini” söylüyor, bir cümle öncesi ise daha da vahim “ Stalinizmden kopan devrimcilerin neden aynı zamanda Troçkizmin yanlışlarına da prim vermemek zorunda olduklarını açıklar.” Troçki ile Troçkizm arasında yapılan bu tarih dışı zorlama ayrım, dediğimiz gibi “Troçkist” “damgasını” yememek için atılan korkakça bir adım. Gerçi Elif Çağlı’nın yazısında Troçki’ye dair de ikircikli tutumların uç verebileceğinin işaretlerini veriyor. “Stalinizmin Troçki’ye yağdırdığı haksız suçlamalar” Troçki, yoldaşları ve devamcılarına yapılmış katliamcı eylemler ve akıl almaz iftiralardan “haksız suçlama” türünden bir ikirciliklikle bahsetmek dikkatli ve namuslu bir tarihçinin bile yapmayacağı bir tutumdur. Elif Çağlı Troçki’nin Ekim Devrimi’ne önderlik etmesi için “Troçki’nin ulaştığı bu olumlu pozisyon” tümcesini kullanıyor ki bu da tarihsel rolün azımsanmasına yol açacaktır. “ Troçki’nin pek çok devrimci açılımı ne denli önemli ve isabetliyse de, onun örgütsel deneyiminde her zaman aksayan bazı yönler mevcut oldu.” Bu gibi sözler, Marksist Tutum’un Troçki şahsında da dümen kırabileceklerinin ipuçlarını veriyor . Troçki’nin 4.Enternasyonali hangi şartlar altında örgütlediğini yukarıda kısaca anlatmıştık. Bir kere kendisi sürgüne gönderilmiş ve kendisine karşı uygulanan yoğun uluslararası tecrit koşullarında mücadelesini sürdürmüştür. Çarlığa karşı mücadele eden Bolşeviklerin karşı karşıya kaldığı koşullar, 4. Enternasyonali örgütlemeye çalışan Bolşevik Leninistlerin karşı karşıya olduğu koşullara göre çok daha hafifti. Sadece burjuva devlete ve tüm dünya kapitalistlerine karşı mücadele verilmiyor, emperyalizmle el ele Troçkizmi boğmaya çalışan dev SSCB devlet aygıtının da tüm dünyadaki yok edici baskısı altında mücadele veriliyordu. İşçi hareketinin Stalinizmin kontrolünde olması, yaratılan ideolojik tahrifatlar ve psikolojik baskı ve sayılabilecek birçok korkunç ağır faktör Troçki, yoldaşları ve ardıllarının işini sonsuz derecede zorlaştırıyordu. Kendisi, binlerce yoldaşı, ailesinin hemen hemen tamamı bu mücadele katledildi. Ödenen tüm bu bedeller sayesindedir ki Marksizmin temiz bayrağı gelecek kuşaklara devredilmiştir. Kendisi de bu bedellerin ürünü olan Marksist Tutum liderleri bu sürece olumlu yönde ışık tutacaklarına ortacı-kaypak tavırlara meyletmesi affedilir cinsten değildir.
Stalinist gelenekten henüz tam anlamıyla kopmayı başaramamış bazı sol çevreler arasında Bolşevik anlayışın izlerini bulmak mümkün tespitini yapan Elif Çağlı hemen ardından da yeni sentezlerden dem vurmaya başlamış. “Tüm bu olumsuz tabloya karşın, biz sonuna kadar inanıyoruz ki, doğrular uğruna yürütülen canlı mücadele, ihtiyaç duyulan yeni sentezleri de er geç yaratacaktır.” Bu yeni sentezler nelerdir, içeriği ne olacaktır? Merkezciliğe has muğlaklık ve imalarla dolu bu yazının bu sorulara verdiği bir cevap yok. Bu sözler, ideolojik merkezciliğin kaygan zeminini bize hatırlatan, oldukça şüphe uyandırıcı sözlerdir. Peşinen söyleyelim devrimci Marksizmin yeni sentezlere ihtiyacı yoktur, yeni sentezler arayanların ideolojik duruşlarında görülecek sapmalar şaşırtıcı olmayacaktır.
(*) Baran, Oktay, Aşılması Gereken Bir Zirve: 15-16 Haziran Direnişi, Marksist Tutum dergisi, no:15, Haziran 2006
KATEGORİLER
ETİKETLER