"Küsüratlı Ölümler", Katliamlar, Kan ve Gözyaşı: Ne Yapmalı? – Çağın Erdinç
Geçen yıl bu zamanlar tek başına iktidarın çıkmadığı bir seçim gününün ertesi sabahına uyanmıştık. Tayyip ve beraberindekiler sessiz bir şekilde “milli iradenin tecellisi” diyor fakat katliamlar ufukta açıkça görünüyordu. Tayyip, koltuğu bırakmamak adına ülkeyi kan gölüne çevirmeyi göze alıyordu. Zira HDP’nin Türkiyelileşme söylemi, ancak etnik çatışma üzerinden geriletilebilirdi. İlk olarak Suruç’ta patladı bomba. Kobanê’ye oyuncak ve insanî yardım malzemesi götüren gençler hayatını kaybetti. Katliamı gerçekleştiren IŞİD’di fakat Kürt hareketine yönelik operasyon dalgası başladı. Buna karşılık PKK lojman bastı, polisleri öldürdü. Bu noktada, katliam sarmalını başlatan ve büyütenin AKP olduğunu söylemekle beraber, Kürt hareketinin silahlı kanadının da 7 Haziran öncesindeki gibi aklıselim davranmadığını vurgulamak lazım. (Bu noktaya yazının devamında değineceğiz)
7 Haziran sonrasında başlayan çatışma ortamı, 1 Kasım seçimlerine sürdü. 2 Ağustos 2015’te PKK 2 ton bombayla Doğubeyazıt’a saldırdı. 2 asker ölürken çok sayıda sivil yaralandı. Sonrasında malum… 10 Ekim’i yaşadık. Onlarca kardeşimizi, arkadaşımızı, yoldaşımızı toprağa verdik.
1 Kasım seçim sonuçları, Tayyip’in hesaplarının tuttuğunu gösterdi. Etnik çatışma HDP’yi geriletti, AKP’yi iktidar yaptı. 1 Kasım’dan sonraki hedef başkanlıktı… Şiddet sarmalı 1 Kasım öncesinde olduğu gibi aynen devam etti. 23 Aralık 2015’te TAK, Sabiha Gökçen Havalimanı’na saldırdı. Saldırıda, temizlik işçisi 2 çocuk annesi Zehra Yamaç hayatını kaybetti; bir kişi de yaralandı.
Ardından yine IŞİD saldırdı. 12 Ocak 2016’da İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda patladı bombalar. Saldırıda 12 kişi öldü; 16 kişi de yaralandı.
Sultanahmet katliamından 2 ay sonra 17 Şubat’ta Genelkurmay, TBMM ve kuvvet komutanlıklarının yakınında bombalar patladı. Saldırıyı TAK üstlendi. Saldırıda 28 kişi öldü; 61 kişi yaralandı. Son saldırının ardından yine Ankara’da, son beş ayda üçüncü kez saldırı düzenlendi. Kızılay’da bomba yüklü araçla düzenlenen saldırıda 34 kişi öldü; 125 kişi yaralandı. Katliamlar sarmalını, Kilis’e atılan bombalar, Gaziantep’te patlayan havanlar izledi.
“30 Küsür Kişi Öldü”
Dün Vezneciler saldırısı, bugün Midyat’ta patlayan bomba… Akan kan, sarayın başkanlık yolunda attığı her adımın birer simgesi olarak görülebilir. Bugün Binali Yıldırım çıkıyor, Mardin’deki saldırıyla ilgili “30 küsür kişi öldü” diyor. İşte muktedirler için katliamların anlamı bu. Her bir eve düşen ateş, onlar için rakamların birer küsüratlarından ibaret. Her bir ölüm, her bir gözyaşı, amaca giden yolda birer araç.
Etnik Çatışma AKP’nin Bastığı Zemini Güçlendiriyor!
Bu noktada PKK’nin de büyük yanlışlar yaptığını ifade etmek lazım. Etnik çatışma her zaman AKP’nin ekmeğine yağ sürüyor. Kürdistan’da yaşanan katliamların yarattığı öfke, görülmedik yıkım ve imha politikasının karşısına PKK kent merkezlerinde patlayan bombalarla cevap veriyor. Ne yazık ki pek çok sivilin de ölümüne sebep olan bu bombalı saldırılar şiddet sarmalının derinleşmesinden başka bir şey ifade etmiyor. Batı’da bomba korkusuyla yaşayan halk bu bombaların faturasını devlete ya da AKP’ye kesmiyor. Devletin eşitsiz güçlerle uyguladığı sivil katliamlarının öcü alınmak isteniyor, ancak fatura Kürt hareketine, Kürt halkına kesiliyor. Şovenizm tavan yapıyor. Kürt dostlarımıza, Kürt siyasal hareketine daha önce yönelttiğimiz eleştiriler yenilemek istiyoruz:bu eylem biçimi halkları kardeşleştirmez, düşmanlık yaratır.Kazanan AKP olur. Bakın CHP’si, MHP’si AKP’si tek vücut olup savaşın yükselttiği şovenizmle bugün HDP’li vekilleri tutuklatmak peşinde. Daha bir yıl önce bugün HDP milyonları “seni başka yaptırmayacağız” diyerek ikna etmişti. Oysa bugün, herkes vekillerin tutuklanması için çığlıklar atıyor. Etnik gerilim had safhaya ulaşıyor. Bu yolla sadece Kürt halkının değil tüm toplumsal muhalefetin ümüğüne basılıyor. Etnik çatışmanın yükseldiği süreçlerde, sınıf savaşı geriler. Sınıf savaşının gerilediği süreçlerde ise muktedirler her zaman kârlı çıkar. AKP’nin yarın Kürdistan’da daha büyük katliamları planlayabilme gücünü arttıracak olan başkanlık rejiminin tesisini kent merkezlerinde sivillerin de hayatını kaybettiği eylemler durduramaz. Aksine, bu yöntemler vatan millet edebiyatıyla milyonları AKP’nin arkasına yedekliyor. Devlet terörü kitleler nezdinde meşrulaşıyor.
Ne Yapmalı?
Sosyalist Emekçiler Partisi olarak her zaman yüksek sesle haykırdığımız bir şiar var: “Katliamlar ülkesi olmayacağız.” Peki ama nasıl? Biz bu şiarı yineliyoruz fakat neredeyse her güne yeni katliamlarla uyanıyoruz. Elbette elimizde sihirli değnek yok. Gücümüz oranında etki yaratıyoruz. Bu etki, süreç ilerledikçe artacaktır. Ancak her şeye rağmen katliamlar ülkesi olmamak için topyekûn mücadeleye ihtiyacımız var. AKP’yi geriletecek olan tek şey, sınıf mücadelesidir.
Hatırlayınız, Metal Fırtına süreci AKP için tam bir depremdi; ancak kendisine karşı gelişen etkilere tepki olarak etnik, mezhepsel, dinsel kutuplaşmayı körükleyen AKP’li muktedirler Metal Fırtına sürecinde kutuplaşmayı teşvik edebilecek söylemler geliştiremediler. İşçilere “Sen Kürt’sün, sen Türk’sün. Bazıları Alevi, bir kısmı Sünni” gibilerinden etnik ve mezhepsel çıkışlar yapamazlardı, yapamadılar. Zira işçilerin davası, her zaman emeğin kavgasıdır. Emeğin kavgasında; etnik, mezhepsel, dinsel farklılıklar ekmek ve emek kavgasında bir potada erir. İşçilerin mücadelesinde aslolan zengin ve yoksulun kutuplaşmasıdır. Yeni Çeltek belgeselinde bir işçinin söylediği gibi: “Madende çalışırken bir maden göçüğü olsa, kafamıza düşen taş ‘sen Alevi misin? Sen Sünni misin?’ diye sormaz” İşçiler sınıf mücadelesinde bu bilince kısa sürede erişiyorlar. İşte bu söz, aslında birçok şeyin özeti. Yapılması gerekenin de özeti…
Umutsuzluğa Yer Yok: Direnen İşçiler Yol Gösteriyor!
Bakınız, Fransa yanıyor. Sokaklarda aynı amaç için bir araya gelen yüz binlerce emekçi direniyor. FİFA dahil birçok burjuva kurumu “Acaba Euro 2016 yapılabilir mi?” korkusu sardı. Fransa dışından en az 15 bin polis Fransa’ya gitti. Bu noktada bir parantez açalım. İsterse 500 bin polis Fransa’ya takviye olarak gitsin. İşçilerin asıl gücü, üretimden gelen güçtür. Fransa’ya giden 15 bin polisin, grev yapan ulaştırma işçilerini çalıştırma gücü olacak mı? Air France emekçileri bir süredir grevde. Uçakları polisler mi uçuracak? Trenleri polisler mi yürütecek? Petrolü polisler mi çıkartacak? Bu yüzden dünyadaki tüm burjuva muktedirler Fransalı işçiler konusunda endişelenmekte haklı! Dünyayı var edenler, dünyayı durdurabilirler!
Hollande, “Ülkede Euro 2016 öncesi çok büyük bir tehdit var ” diyerek Fransa işçi sınıfını uluslararası kapitalist kurumlara şikayet ediyor. Evet, işçi sınıfı her zaman patronlar ve onların hükümetleri için tehdit olmuştur. Velhasıl kelam, Türkiye için de durum farklı değil. Ya sınıf mücadelesi yükselecek, yükselteceğiz; ya da her güne yeni katliamlarla uyanacağız. Bu gerçeği görmemiz şart.
Sonuç
AKP’ye karşı “kurusıkı” söylemlerin hiçbir işe yaramadığı aşikâr. Bu böyle devam ettiği sürece, patlayan bombalarla yaşamlarımız elden gidecek. Üniversite mezunu yüz binlerce işsiz gencin geleceği elden gidecek. İşçilerin iş katliamlarında yaşamları elden gidecek. Hal böyleyken toplumsal muhalefetin bir kısmının hâlâ mücadeleyi “laiklik elden gidiyor” noktasından örmeye çalışması büyük bir yanlış. Elbette laikliği savunacağız. Ama nasıl? Yukarıda bahsettiğimiz mesele çok önemli. Emekçileri ekmek kavgası için bir araya getirebilirsiniz ancak laiklik için bir araya gelmezler. Bu iki iki daha dört! Kimisinin başı açıktır; kimisi kapalı. Kimisi namaz kılar; kimisi kılmaz. Fakat hepsinin ortak yanı, ekmekleri için mücadele veriyor olmalarıdır. Örnek verelim: Bir Ülker direnişi yaşadık. Direnen işçilerin bir kısmı dinine son derece bağlı işçilerdi. Fakat ne oldu? Emeğin kavgası hepsini ortak düşmana karşı bir araya getirdi. Örnekler çoğaltılabilir. Tekrar söyleyelim: laiklik elbette önemli fakat laikliğin nasıl savunulacağı meselesi, laikliğin kendisinden çok daha önemli. Katliamlar ülkesi olmamak için doğru yöntem ve araçları kullanmak hayati öneme hâiz.
bolsevik.org