Küresel Bir Akım Olarak Yalanın İktidarı – Emre Güntekin
Geçtiğimiz günlerde Wasington Post gazetesinde “President Trump has made 9,014 false or misleading claims over 773 days” (Başkan Trump 773 gün içinde 9,014 yanlış ve çarpıtılmış açıklama yaptı.) başlıklı çarpıcı bir araştırma yayınlandı.
Habere göre Trump başkanlığının ilk senesinde günde ortalama 5,9 yanlış ve çarpıtılmış açıklamada bulunurken, ikinci yılında bu sayı 16,5’e yükseldi. 2019 yılı ortalaması ise günde 22 yalan!
Trump’ın bugüne kadar söylediği yalanları merak edenler burayı tıklayarak ayrıntılı olarak görebilir.
Ne var ki Trump tek örnek değil. Emperyalist kapitalist sistem baştan aşağı yalan deryası içinde. George Orwell “Sahtekarlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir.” derken, sözünün haklılığı Trump, Erdoğan, Bolsonaro, Modi gibi günümüz demogoglarının varlığıyla daha fazla anlam kazanmaya başlıyor. Bütün bu isimler salt kendileri değil, iktidarlarının parçası olan bütün özneler aracılığıyla aynı yalanları ısrarlı bir tekrarla gündeme getirerek bir iktidara tutunma taktiği yarattılar. Bir nevi Nazi rejiminin Propaganda Bakanı olan Goebbels’in şu sözlerle dile getirdiği taktiği bugünkü otoriter rejimlerin de çimentosu haline geldi: “Yeterince büyük bir yalan söylerseniz ve tekrar ederseniz bu yalanı sürekli, insanlar sonunda buna inanmaya başlayacaktır. Yalan, halkın yalanın siyasi, ekonomik ve / veya askeri sonuçlarından devlet tarafından korunabilmesi için muhafaza edilebilir. Dolayısıyla Devlet, muhalefeti bastırmak için tüm güçlerini kullanması açısından, yalan hayati bir önem taşımaktadır; çünkü gerçek doğru yoldur ve bu da devletin en büyük düşmanıdır.”
Bugün hemen her ülkede bir tür Makyavelizm hâkim. Otoriter demogogların iktidarda ülkelerde bu yönelim çok daha gözle görülür hale geliyor. Bu unsurlar yeni bir rejim tesis ederken geçmiş dönemin yarattığı gerçekleri yıkıp yerine yenilerini inşa etmekle meşgul. Türkiye’de bir dönemin gerçeği olan Kemalist egemenlerin yarattığı gerçekliği yıkıp yenisini inşa etmek Erdoğan için hala bitmiş bir mesele değil. Aynı şekilde Trump da 8 yıllık Obama dönemini içine düşülen krizin sorumlusu olarak göstermekten, Demokratları her fırsatta işsizliğin, yoksulluğun günah keçisi olarak ilan etmekten geri durmuyor. Bolsonaro göreve daha yeni geldi ve kendisinden önce 14 yıl ülkeyi yöneten İşçi Partisi iktidarı için ne düşündüğü malum. Yeni gerçeği şiddetle inşa edeceğini Brezilya’nın askeri diktatörlük geçmişine yaptığı atıflarla fazlasıyla belli etti. Makyavelli de Prens’e iktidarı nasıl koruyacağı konusunda tavsiyelerde bulunurken benzeri yöntemlerin meşruluğunu dile getiriyordu: “Devletin yararına olacaksa prens acımasızlığa ve dürüst olmayan yollara başvurabilir. Ama erdem gibi, erdemsiz davranışlar da kendi içinde bir amaç değil, amaca götüren birer araçtır. Prensin her eylemi, taşıdığı ahlaki değer açısından değil, devlet üzerindeki etkisi ışında değerlendirmelidir.”. Güncel dile tercüme edecek olursak: Onlar için amaca giden her yol mubahtır.
Gerçeklerin yerine konulan yalan elbette sadece sıradan bir yalan olarak kalmıyor. Alternatif bir “gerçeklik” inşa edilirken bunun zaman içerisinde doğrunun kendisi olarak görülmeye başlandığını yakından görüyoruz. Devrimci mücadele içerisinde propagandanın önemli bir bölümünü bu alternatif gerçekliği yıkmak için kullanılan argümanlar kaplıyor. Zamanın ve emeğin büyük çoğunluğunu Oscar Wilde’ın da belirttiği gibi insanların kandırıldığına ikna etmeye ayırıyoruz.
Kapitalist egemenlerin yalana ve çarpıtmaya bu kadar başvurmaları kişisel karakterlerinin bir sonucu olmaktan öte sistemin geldiği çürümenin bir ifadesidir. Çürüme öylesine derin ki kapitalist sistem buna uygun karakterleri ön plana çıkarmakta zorlanmıyor. Kapitalizm içine düştüğü krizi daha fazla barbarlığa başvurmadan, emekçi sınıflara saldırmadan atlatabilecek yeteneğini kaybedeli uzun zaman oldu. Neoliberal kriz çözüm olarak daha fazla neoliberalizmi öne sürüyor. Yani emekçi sınıfların tarihsel kazanımlarını budamak kapitalistler açısından krizden çıkışın tek yolu. Bu ise kapitalist devletlerin baskı aygıtlarını daha fazla harekete geçirmesini zorunlu kılıyor. Böyle bir rejime kitleleri ikna edebilmenin yolu da daha fazla yalandan ve bu yalanları her seferinde yüzü kızarmadan dile getirebilecek demogogları ön plana çıkarmaktan geçiyor.
Fakat bu sonsuza kadar başarı sağlayabilecek bir yol değil. Emekçi sınıfları böylesine çürümüş bir düzenin yalanlarına sonsuza kadar ikna edebilecek bir formül bulabilselerdi dünyada muhalefet adına yaprak kımıldamaması gerekirdi. Ama en berbat diktatörlüklerin hüküm sürdüğü Cezayir ve Sudan örneğine bakarsak yalanın ve demogojinin ikna ediciliğinin bu yetmediğinde şiddetle muhalefeti bastırmanın bir sınırı var. Aynı durum gelişmiş kapitalist ülkeler için de geçerli. ABD’de Trump şimdiden 2020 yılında karşısına çıkacak heyulanın ürküntüsünü yaşıyor olacak ki Beyaz Saray sosyalizmi karalayan raporlar ve FOX gibi burjuva medya organları Çocuklarınıza Nasıl Sosyalizme Hayır Dedirtirsiniz? başlıklı araştırmalar yayınlıyor. Daha geçtiğimiz aya kadar Fransa’da Sarı Yelekliler neoliberal Macron rejiminin “güleryüzlü” maskesinin Sarı Yelekliler tarafından alaşağı edildiğini deneyimledik. Türkiye’de de bütün baskılara rağmen ayakta durmayı başarabilen bir toplumsal muhalefetti yabana atmamak gerek ve ekonomik kriz derinleştikçe Erdoğan ve avanelerinin yalanlarının daha fazla işlevsiz kalacağını göreceğiz.
Şimdilik bu yalancılar sırça köşklerinde kendilerinin güvende olduğunu düşünedursunlar. Ama Sabahattin Ali’nin bize öğütlediği gibi: “Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.”.