Kürdistan’da Kentsel Dönüşüm- Sevcan Karadağ

  1. Kentsel Dönüşüm nedir?

Kentsel dönüşüm, kentsel sorunlara çözüm üretmek amacıyla, değişime uğrayan bir bölgenin ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel koşullarına kalıcı bir çözüm sağlamaya çalışan kapsamlı bir vizyon ve eylem olarak ifade edilmektedir. Kentler, gerek kentsel gelişim sürecine özgü sanayileşme, göç gibi nedenlerle gerekse savaş, afetler gibi olağan dışı nedenlerle dönüşüme uğramaktadırlar. Kentsel dönüşüme konu olan alanlar, köhneleşmiş veya bir şekilde mevcut planlamalar dışında kalmış alanlardır.

Kentsel dönüşüm ile eski işlevini yitirmiş artık kullanılmayan,kent için fiziki ve sosyal uyumsuzluk gösteren, içinde yaşayanlar için de fiziksel ve sosyal tehlike arz eden,tarihsel olarak korunmasına gerek görülmeyecek kentsel alanların hem o bölgede yaşayanlara hem de kent sakinlerine daha iyi bir çevre yaratmak üzere değişime uğratılması amaçlanmaktadır.

  1. Türkiye’de uygulanan kentsel dönüşüm

Türkiye’de kentsel dönüşüm mantığı ne yazık ki genel kentsel dönüşüm algısından farklı ilerlemektedir. Türkiye’de kentsel dönüşüm, TOKİ’ye hazine arazisinin temin edilip  “güvensiz” bulunan gecekondu bölgelerindeki  sakinlerin az öteye ittirilip – ki çoğu zaman bölgede yaşayan insanlara tahsis edilecek yerler konusu oldukça önemsizleştirilip bölgedeki insanlara yer gösterme yapılmıyor – yerine yüksek katlı, beton kütlelerin yığıldığı, insanları ve yaşam tarzlarını tek tipleştiren daha “güvenli” bölgeler oluşturulması şeklinde yapılıyor.  Nereden öğrendilerse “güvenlikli site” yapılarını, buldukları her yere kopyala- yapıştır şeklinde yapıyorlar. İstanbul’a da Van’a da gidip aynı yapıyı yapacak cüreti kendinde bulan bir anlayış geliştirdiler. İklimi, coğrafyayı, insanların yaşama biçimlerini tek tipleştiren ve yaptıkları yapılarla ” güvenlikli bölge” ilan ettikleri bölgelerin dışında kalan bireyleri ötekileştiren yapılaşma anlayışları her geçen gün çevremizi daha da sarmalamakta. Geçtiğimiz yıllarda Sulukule, Fener-Balat örneklerinde gördüğümüz hadsiz dönüşümler bugünlerde farklı politikalar devamında Kürdistan Bölgesi’ne diretiliyor. Örneğin Sulukule’de yapılan dönüşüm sadece yapıların dönüştürülmesi değildi. Aynı zamanda bir Roman kültürünü yerle bir ettiler. Sokak- hane etkileşiminin başka bir şey ifade ettiği, müziğini, dansını sokaklara taşıyan bir halkı alıp yüksek katlı yapılara hapsettiler. Yaşam alanlarımıza yapılan saldırı aynı zamanda yaşamlarımıza da yapılıyor. Direngenliğimiz de aynı hızla baltalanmaya çalışıyor. Gerek orantısız güç kullanarak yapıyor bunu iktidar, gerekse gece yarısı meclisten geçirdiği yasalarla. Sanıyor ki hepimiz sonunda “makul” insanlar olup bize biçtiği yaşamları kabulleneceğiz.

543fc418fdf2eb6b1be4e601

  1. Kürdistan’da ablukalar ve kentsel dönüşüm

İktidarın bugün Kürdistan illerinde gerçekleştirmeyi planladığı kentsel dönüşüm, öncelikle bu alanları yıkmak ve ardından da TOKİ’ye peşkeş çekme şeklinde ilerlemektedir. 1984 yılında kurulan TOKİ, AKP’nin iktidara gelmesi ile hukuksal çerçevesi yeniden çizilmiş, kamu-özel arası muğlaklığı elinde tutarak denetim mekanizmalarından muaflaştırılmış ve şirketvari bir yapıya dönüştürülmüştür.  Pilot bölgeler ise Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi, Dargeçit gibi günlerce ablukaya alınan bölgeler. 2016/8659 sayılı Bakanlar kurulu kararı ile kentsel dönüşümün yasal zemini duyuruldu. 21 Mart 2016’da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından alınan “acele kamulaştırma” kararı çerçevesinde yapılması düşünülen kentsel dönüşüm kararını Türkiye Mimarlar Odası Diyarbakır Bölge Başkanı Şerefhan Aydın şu şekilde eleştirdi:

” Sur’da çatışma olan 6 mahallenin dışındaki, hiç yıkım olmayan  12 mahalle de kamulaştırmaya dahil edilmiş. Alelacele bir karar alınmış. Öyle ki Sur’da Süleymangazi diye bir mahalle yok; orası Süleymannazif mahallesidir. Adını bile yanlış yazmışlar. Sur kararı yaklaşık 100 bin kişiyi etkiliyor. İptali için gerekli hukuki mücadeleyi başlatacağız.”

Kürdistan’da uygulanması planlanan kentsel dönüşümün öncelikli hedefinin kent rantı sağlamak değil, alternatif yönetim modeli olarak özyönetim talep eden siyasi gücün baskılanmasıdır. Burada gerçekleşen yıkımlar yerinden etme ve mülksüzleştirme amacı taşımaktadır. Yoksulları yerinden edip orta-üst sınıf bireyleri bu bölgelere yerleştirerek bir yandan kent rantı yaratarak bunu sermaye gruplarına aktarmak diğer yandan da bu bölgelerde yaşayan yoksul halkın toplumsal dayanışmasını,mekansal ortaklaşmasını ve siyasi örgütlülüğünü ortadan kaldırmayı hedeflenmektedir.

 

“Soylulaştırma” diye de bildiğimiz kentlerin bazı bölgelerinden işçi sınıfının çıkarılıp yerlerine orta sınıf bireylerin yerleştirildiği düzenin koşullarını yaratan ise kapitalist arsa ve inşaat piyasasıdır. Kapitalist piyasanın ihtiyaçları, devlet kurumları ve yasa koyucular tarafından işçi ve yoksul sınıfların aleyhine düzenlenir ve bu süreçte de düşük gelirli sınıfların barınma hakları ellerinden alınır ve evsizleştirilirler. Evsizleştirme sürecini ise bu insanların yaşam koşullarına alışık olmadığı bölgelere ve hanelere yerleştirilip yaşam tarzlarının kontrol altına alınması izlemektedir.

Böylelikle zaten bölgedeki halka kimlik mücadelesinden dolayı uygulanan faşizm, kentlerin yıkımıyla şehirlere de uygulanmaktadır. Öldürebildiklerini öldüren, öldüremediklerinin de yaşam tarzlarına müdahale eden “Ben nasıl istersem öyle yaşayacaksın.” ı direten bir iktidar istemiyoruz. “Makul” bireyleri bu diretmelerle yaratıp “makbul rant”ı elde edemeyeceksiniz. Yaşam alanlarımız, yaşam tarzlarımız ve yaşamlarımız iktidarın rant sevdasına peşkeş çekilemez.

Yazarımızın bu yazısı jiyan ekolojik’te yayınlanmıştır. (http://www.jiyanaekolojik.org/arsivler/3448)

KATEGORİLER
ETİKETLER