KESK Üyesi Bir Kamu Emekçisinden Okur Mektubu
Milyonlarca kamu emekçisi ve emeklisi önemli bir sürecin içerisinden geçiyor. Zira yaşanan ekonomik buhranın en çok tahrip ettiği kesimin başında biz kamu emekçileri geliyoruz. Yıllardır adı sendika ama kendisi bir nevi kamu emekçileri içindeki truva atı olan Memur-Sen’in iktidarla izlediği al gülüm ver gülüm politikası kamu emekçilerinin ve emeklilerinin ücretlerini adeta kuşa çevirdi. Bir yıl içerisinde dolar kuru neredeyse yüzde yüze yakın artış gösterirken, iktidarın TÜİK eliyle ayarlanmış enflasyonu üzerinden maaş artışı alan milyonlar gelirlerinde bu oranda kayıp yaşadılar. Bir sendikacı olarak, hangi siyasal görüşten olursa olsun, kapısını çaldığımız emekçilerin genelinden ekonomiye ve geçim zorluğuna dair şikayetleri duyabiliyoruz.
Ocak ayı yaklaştıkça haliyle işyerlerinde en çok konuşulan konuların başında da kamu emekçilerine yapılacak maaş zammı geliyor. Özellikle Kasım ayı başından itibaren hızlanan TL’deki değer kaybı ve hemen herşeye gelen fahiş zamlar gündemi tamamen bu konuya kaydırmış durumda. Asgari ücrete verilen beklentilerin üzerindeki zam da Ocak ayı zammı için beklentileri artırıyor. Kimileri siyasi anlamda sıkışan “reis”in memurlar için de pamuk elini cebine atacağı beklentisinde, kimisi ise beklentinin üzerinde bir zam yapılsa bile mevcut ekonomik şartlarda bunun geçici bir bahar etkisi yaratacağını ifade ediyor.
Asıl dikkat çekmek istediğim nokta ise burada kamu emekçileri ve emeklileriyle milyonları ifade eden bir toplumsal katmanın bir anlamda işvereni pozisyonunda yer alan iktidarla arasında kurulan ilişki biçimidir. Yetkili sendika ve TİS sürecinden bu yana kuyruğundan ayrılmayan Kamu-Sen’in yıllardır kamu emekçilerini ittiği lütuf bekler ruh hali bugün de fazlasıyla hakim. Milyonlarca insanın emeğinin hakkı en tepedekinin iki dudağı arasından çıkacak söze bağlanmış durumda. Lütfederse ne ala, lütfetmezse de yalandan bir iki “yüksek perde”den çıkışla durum kotarılacak. Ne de olsa yıllardır en iyi yaptıkları, en tecrübeli oldukları konu bu! Milyonlarca emekçi yine kendi umutsuzluğuna ve sorunlarına terk edilecek.
Mesele milyonlarca insanın geleceğinin iki dudak arasından çıkacak bir söze bağlı olmasıdır! Bugüne kadar memurlar TİS masasına grev hakkının olmadığı, esasında en ufak bir yaptırım gücünün olmadığı şartlarla oturdular. Yapılan her TİS döneminde Çalışma Bakanlığı önünde yalandan cüzdan fırlatanlar en sonunda tıpış tıpış sadakavari zamların altına imza attılar. KESK ise AKP’li yıllarda yaşadığı büyük güç kaybının etkisiyle TİS süreçlerine müdahale etmekte oldukça zayıf kaldı.
Ancak işyerlerinde gözlemlenen durum artık tablonun tersine çevrilebileceği şartların olgunlaşmaya başladığını gösteriyor. İktidarın TİS içerisinde verdiği 400 TL rüşvete rağmen yetkili sahte sendikaya yönelik öfkenin arttığını ve henüz bir çığa dönüşmese de kopuşların yaşandığını ifade etmekte fayda var. KESK bu noktada yıllardır yaşadığı erimeyi durdurma ve atağa geçme imkanına fazlasıyla sahip. Herhangi bir sendikaya üye olmayan ve fakat üye olmasının önünde bir engel bulunmayan yüzbinlerce kamu emekçisi mevcut.
Öte yandan KESK’in kamu emekçilerine hitap etmenin yanında geçmişte olduğu gibi toplumsal muhalefetin bir izleyicisi olmaktan öteye geçerek onun sürükleyicisi olması gerekmektedir. Sadece kamu emekçilerinin değil, tüm emekçi katmanların emek mücadelesinin sürükleyici bir unsuru olan KESK’e ihtiyacı bulunmaktadır. Bu anlamda geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen bölge mitingleri uzun zaman sonra alanlara dönmek bakımından önemli olsa da yetersizliği göz önüne alınmalıdır. Yetersizliğin en önemli nedeniyse toplumsal muhalefetin öznelerinden gelen katılımı bir kenara bırakırsak, alana KESK’in kadro diyebileceğimiz unsurlarını taşımakla sınırlı kalmasıdır. Bu darlığın nedeniyse eylemlerin örgütlenme süreçlerinde aranmalıdır. İşyerlerinde krize ve yoksullaşmaya tepki gösteren kamu emekçilerinin alana neden taşınamadığı üzerine düşünülmelidir.
Öte yandan genel toplumsal öfkeye seslenmekte ve onu alana taşımakta da yapılan eylemlerin yetersiz kaldığı görüldü. KESK, tabanda emek koyabilecek önemli bir insan kaynağına sahip ve bunu daha aktif kullanmalıdır. Geçinemiyoruz başlıklı bir miting örgütlenecekse bu ifadenin muhattabı olan kentli yoksul emekçilere ulaşmak ve alana taşımak için de gereken yapılmalıydı. Gerekirse Ankara, İstanbul, İzmir gibi metropollerin emekçilerin yoğun olarak yaşadığı semtlerine miting duyuruları taşınmalı, kamu emekçilerinin talepleri salt ülkeyi yönetenlere değil benzeri dertlerden muzdarip ve mücadele ortaklığı kurulabilecek emekçilere de anlatılmalıydı. Bu süreçte bırakın emekçi mahallelerine gitmeyi kent merkezlerinde bile mitinglerin duyurusu yeterince gerçekleştirilemedi.
Elbette bu eleştirdiğimiz noktaları gerçekleştirebilmek KESK’in yönetimini elinde bulunduran anlayışların önümüzdeki tarihi dönemece nasıl girmek istedikleriyle alakalı bir konudur. KESK bir sınıf örgütü mü olacaktır; yoksa varlığını, büyümesini yüksek siyasetin açacağı kanallara bağlayan bir yapıya mı dönüşecektir? KESK’in içinde olası bir iktidar değişimine ve tıpkı 2019 yerel seçimlerinde AKP’den devralınan belediyelerde olduğu gibi hızlı bir büyüme beklentisine bel bağlayan anlayışların olduğu sır değil. Kimileri için akıntıya karşı kürek çekmek yerine oturup bu dönemin gelmesini beklemek daha cazip gelebilir.
Türkiye’de kamu emekçilerinin böyle bir KESK’e değil; geçmişte olduğu gibi sözünü her şartta her koşulda söyleyen, kendini salonlarda değil sokaklarda ve alanlarda var eden bir KESK’e ihtiyacı bulunmaktadır. Tabanda KESK’in bu yönde bir değişimi için çaba sarf eden mücadele emekçilerinin olduğu bilinmelidir. Bizleri birilerinin lütfuna mahkum edenlere karşı kamu emekçilerinin kendi yolunu kendisinin açacağı bir sendikal mücadeleye ihtiyacımız her zamankinden daha fazladır.