Karadeniz'in Devrimci Tarihi-I

Kimisi için adım başı ve irili ufaklı akarsularıyla yemyeşil bir cennet, uçsuz bucaksız yaylalarıyla bir özgürlük alanı; kimisi için Türkçeyi iyi konuşamayan şivesi bozuk, çabuk kızan, çabuk soğuyan, komik, zeki; kimisi içinse devletin kolayca tetikçileştirdiği, farklı kültürlere kapalı, sola karşı olan bir halkın yaşadığı bölgedir Karadeniz. Oysa Karadeniz’in çok farklı yönleri vardır: Üç bin yıllık yazılı bir tarihi, içinde barındırdığı çeşitli halkları, yaşatabildiği farklı dilleri. Ve Artık HES kavgalarıyla gündemde olan acılı ve sancılı bir coğrafya.

Bizans’tan Osmanlı’ya Karadeniz

Karadeniz’in kadim dilleri olarak şu üçü öne çıkar: Lazca (aslı Megrelce), Rumca (Helence) ve Hemşince (aslı Ermenice). Laz, Helenler tarafından Doğu Karadeniz bölgesinde Atina (Pazar) ve ötesinde yaşayanlara denilir. Hemşin, Artvin etrafında birkaç köy ve kasabayı kapsayan bölgesel bir isim olup Ermeni Müslümanlar için kamufle amaçlı kullanılan bir isimdir.

Karadeniz şu an sanıldığının aksine hiç de homojen bir yer değildi. Dağların denizin dibinden başlayarak yarattığı uçsuz bucaksız yaylalar ve yamaçlara kurulan yerleşkelerde yaşamak için  farklı kimliklerle birlikte mücadele verirdi. Köprü-ev-tamirat-hayvancılık gibi konular birbirine imece usulü yardımlaşmayı gerektirirdi. Hatta bu imece kültürü kendisini en iyi Lazca söylenen “heyamola”, “helessa” ,”yalessa” gibi sözlerde hissettirirdi. Bu sözler, ağır yükler çekilirken hep birlikte  söylenir ve insanları yardım için toplama amacıyla çağrı sözcüğü olarak kullanılırdı.

Kırsal kesimde kadın üretim sürecinin gereği olarak, salt ev işleri ve çocuk bakımıyla uğraşan eve kapanmamıştır. Kadının eve kapanması daha çok kasaba ve küçük taşra şehirlerinde başlar ki burada da muhafazakarlaşma alır yürür. Köylerde ise kadın tarımda ve hayvancılıkta ekonominin direğidir. Ama Laz kadını bu genel durumun ötesinde çalışkandır ve aslında çok ezilmiştir. Bu günlere kadar bağı, bahçesi, mısırı, tütünü, çayı, kadın yapar; tarlaya, değirmene kadın gider; ahır Lazlarda kadından sorulur; en geç kadın yatar; en erken o kalkardı. Kadın yoksa yaşam da yoktu. Bu yüzden Lazcada kadın (oxoica), ev (oxori) ve ağaç (nca) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştu.

Bugünlerde belediyelerin her sene düzenlediği festivallerle kutlanan şehirlerin kurtuluş günleri sanki o yörede her zaman Müslüman Türk çoğunluğu yaşıyormuş da onların düşman işgalinden bir kurtuluşu olmuş havası yaratmaya hizmet etmektedir. Ancak Trabzon’da 1461’den itibaren başlayan Osmanlı hakimiyeti hiç de öyle gerçekleşmemiştir. 32 günlük bir mücadele sonucu Fatih Sultan Mehmet ile Trabzon imparatoru David Komnenos arasındaki anlaşma sonucu Trabzon İmparatorluğu alınmış, Osmanlı şehirlere dokunmayacağını beyan etmiştir. Trabzon seferinin Divan katibi Tursun Bey, diğer adıyla Tur-i Sina’nın tuttuğu tutanaklarda; şehrin en güzel kızları hareme gönderilip, 800 erkek çocuğu da yeniçerilere katılır. Şehirde yaşayan Hristiyanlara sert kurallar konulur. Hristiyanların yapılarının Müslümanların binalarından uzun olması; düğün, dernek, eğlence ve cenazelerde gürültü yapmaları; Müslümanların dini bayram ve şenliklerine katılmaları yasaktır. Kilise yapmak padişahın özel izni dışında yasaklanır. Müslümanların olduğu sokaklarda istavroz çıkarmak, Müslümanların yanında ata binmek ve silah taşımak bile yasaklar arasına alınmıştır. Bir nevi kelle vergisi olan cizre vergisi (fethettikleri yerdeki yaşayan gayrimüslimlerden alınan vergi) zorbalıkla alınıyordu (1).

Hayatta kalmak için Müslüman olunuyor ya da Hristiyanlık gizli yaşanıyordu. Bunun en büyük nedeni padişahın Hristiyanları bölgedeki tımar sahipleri, ayanlar, derebeylerinin inisiyatifine bırakması sonucu  gayrimüslimlere karşı girişilen olumsuz tavırlarıydı. Bu nedenle Hristiyanlar bu bölgelerde hayatta kalmak için yıllarca ya dinlerini değiştirmek ya da kırlara-yaylalara göç etmek zorunda kaldılar. Of kırsalı ve Uzungöl’de Hristiyan dağ köyleri türedi. Malını mülkünü bırakan gitti. Hatta kırsallarda gizli Müslümanlığa örnek olarak dışarıda Müslüman olarak kendisini tanıtan Hristiyanlar, dağ evlerinin bodrum katlarında yeni doğan çocuklarını gizliden gizliye vaftiz edip, dini günlerinde bodrum katlarında kullanmak üzere Hristiyan materyallerini orada sakladılar. (2010 yılında çıkan Yüreğine Sor filmi de  Hristiyanların kültürlerini yaşatmak için kullandığı gizli Müslümanlığı bazı sahnelerinde yansıtmıştır).

  1. yüzyılın ortalarına doğru gelindiğinde artık İslam’ı iyiden iyiye içselleştirmek gerekiyordu. Dönemin Tapu Tahrir defterlerine göre 1486 yılında Trabzon’da yaşayan 6.711 nüfusun 5500’ü gayrimüslim, 1100’ü Müslümandı (bu sayının %80’ine yakını da Anadolu’dan Karadeniz’e zorla gönderilen cemaatlerden ibarettir). 1906’ya gelindiğinde ise vilayetin nüfusu 627.532 iken % 82.5’inin Müslüman olduğu karşımıza çıkıyor. Ordu ilinde ise 1914’te 14.349 Ermeni, 18.505 Rum nüfusu olduğu belirtiliyor (2). Çoğu köye 19. ve 20. yüzyılda cami inşa edildi. Karaçam, Köknar, Uzungöl çevresi eski Ermeni ve Rum köylerinin birbirlerinin kiliselerini yıktıkları göze çarpıyor. Karadeniz bölgesi ve Trabzon’da 150 yılı aşkın tarihi olan cami çok azdır.

Ekonomik Siyasi Öznellik: 20. yüzyıla gelindiğinde 1913’teki resmi tutanaklarda ülkedeki 250 sanayi işletmecisinin %50’si Rum, %20’si Ermeni, %10’u Yahudi, %15’ i Müslümandır. Görüldüğü gibi Trabzon’da da şehrin sanayisinin büyük bir kısmı gayrimüslimlerde iken burjuvalaşanlar genelde gayrimüslimlerdi.

Ekonomiyi Rumlarla birlikte hemen hemen elinde bulunduran Ermeniler, idari reform talep ediyorlardı. 1887’de Marksizm ideolojisinden etkilenen Devrimci Hınçak (Çan) Partisi kuruluyor ve 1909’da isim değişikliğine giderek Sosyal Demokrat Hınçak adını alıyor. Trabzon’da ciddi bir örgütlü mekanizma sağlayan Hınçak, tüm sahil boyunca Merzifon’a kadar çalışmalarını sürdürüyordu. 1890’da daha milliyetçi olan Ermeni Devrimci Federasyonu (bilinen adıyla Taşnak) kuruluyordu. Taşnak, bugün dahi Ermenistan’da siyasi bir güç olarak siyasi çalışmalarına devam ediyor. 1889’da Ermeni öğrenciler tarafından Gizli Eğitim Derneği kurulur, Ermeniler tarafından siyasi kıpırdanmalar yine Tiflis öznelinden de gerçekleşmeye devam edecektir.

Hristiyanlar tarafından ilk isyanlar 1915 yılında baş gösterdi. 1912 Balkan Savaşlarında Balkanlardan gelen Müslümanlar, Karadeniz köylerine Hristiyanların yanına yerleştirildi. Savaşlarda yerlerinden yurtlarından olmasının faturasını Hristiyanlardan çıkartmak isteyen Balkan göçmenlerine karşı tepkiler artar ve ilk isyanlar baş gösterir. 1916 Rus işgaliyle sonuçlanan, 1915 Şubatında Rusların Trabzon’a saldırmaya başlamasıyla Ermenilerin Ruslarla din temelli bir ortaklığa giriştiklerini düşüncesi yayılır. Hükümet Trabzon’da tüm Ermenilerin tecridi için emir vermiştir. Bu tecridin sonunda 30 bin kişinin açlık ve tifüsten öldüğü belirtilmiştir. Ancak Ermenilere karşı uygulanan bu durum Hristiyan halkın korunmasını öngören 1918 Mondros anlaşmasıyla kısmen duraksamıştır.

30 Ocak 1923 Lozan’a ek protokol uyarınca Yunanistan ile Türkiye arasındaki din temelli mübadele sonucu birçok Hristiyan geri dönme hayalleriyle Karadeniz’den gitmiş, kalanlar ise Müslüman olup saklanmıştır.

Yeni Ulus Devlet

1923’te yeni kurulacak olan rejimde artık hedef bir ulus devlet kurmaktı. Hristiyan, Rum ve Ermeni kontrolündeki sanayi ve ekonomi önce Türklere geçecek, sonra da eskiden gayrimüslimlere Müslüman olmaları için kurulan baskı bu sefer Türk kimliği üzerinden birleştirmeye dönecekti. Yani yeni rejim Sünni-Türk bir ulus devlet olacaktı.

Mondros ateşkes anlaşması sonrasında Anadolu’da gelişen işgale karşı direniş başlatmak amacıyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’a giden Mustafa Kemal Kuvayi Milliye çalışmalarına başlangıç yaparken ilk olarak Topal Osman’la görüşmüş, Kuvayi Milliye etrafında ona yeniden örgütlenme imkanı sağlamıştır. Topal Osman, tarihte azınlıklara ve gayrimüslimlere uyguladığı barbarca baskı ve katliamlarla ismini duyurmuştu. Mustafa Suphi’lerin Trabzon Sürmene açıklarında katledilmesinde de başat role sahipti. Dönemin Sağlık Bakanı Rıza Nur ile Topal Osman Arasında şu diyalog geçmişti: “Ağa Potnos’u iyi temizle!” dedim. “Temizliyorum” dedi. ”Rum köylerinde taş üstünde taş bırakma” dedim. “Öyle yapıyorum ama kiliseleri ve iyi binaları lazım olur diye saklıyorum” dedi. “Onları da yık hatta taşlarını da uzaklara yolla, dağıt! Ne olur ne olmaz burada bir daha kilise vardı diyemesinler” dedim (3). Yine benzer şekilde 1924’te dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un “Benim fikrim, kanaatim şudur ki, dost da düşman da bilsin ki, bu memleketin efendisi Türk’tür. Öztürk olmayanın Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır” cümleleri, kurulan yeni cumhuriyetin bundan sonra izleyeceği politikaların ruhunu yansıtmaktadır (4).

Çanakkale Savaşı’nın yıl dönümü olan 30 Mart’ı ardımızda bırakırken her zaman olduğu gibi tartışmalara vesile olan Kemalist algının tavan yapması ve üzücüdür ki birçok sol-sosyalist kurumun da ilericilik gericilik kutuplaşmasından çıkamayarak Kemalizm’i döneme göre ilerici görme hastalığı süredursun, 4000 yıldır farklı kültürlerin ve dini inançların bir arada yaşamasına ev sahipliği yapan bu topraklar yeni rejimde bir etnik temizlik operasyonuna maruz kalıyordu.

1930-40’lı yıllarda yeni okullar açıldı. Bu okullarda 1. sınıflara Rumcayı bilen öğretmenler getirilirken üst sınıflarda bu dili konuşmak yasaktı. Amaç çocukların beyninde deformasyon yaratmaktı. Aynı şekilde bu tarihler arasında birçok yer adları değiştirildi. 28 bin kadar yerleşim adı değiştirilirken bunlardan 12 binden fazlası köy adı idi. Bu rakam, bu tarihlerde Türkiye sınırları için köylerin %35’ine tekabül etmektedir. Yalnız Trabzon’da 390, Giresun’da 167, Ordu’da 134, Samsun’da 185, Gümüşhane’de 343 köyün adı değiştirilmiştir. Bu bölgeler 20. yüzyılda zaten Müslümanlaşmıştı ama artık amaç Türkleştirmekti. TRT eliyle Lazca ve Hemşince ezgilerin sözleri İsmail Türüt usulü Karadeniz ağzıyla Türkçe seslendirilirken, kentlerdeki tarihi Hristiyan dokular, ahşap Ermeni evler bir bir yıkıldı. 1912’de Trabzon Meydan alanında Türkiye’nin ilk opera binası (Sümer Sineması) Ermeni eliyle yapıldığı ve  şehrin dokusuna zarar verdiği gerekçesiyle 1958 yılında Meydan projesi kapsamında yıkıldı. Yine 1902’de 41 kilise ve üç bin öğrencinin okuduğu 47 okul ile Ermeni tiyatrosu faaliyetine devam ederken (5) bu tablodan günümüze kalan tek yapı ise 2006 yılında rahip Santora cinayeti ile adını duyuran “Santa Maria Katolik Kilisesi olacaktı.

Çay ve Karadeniz

Çin üzerinden gelişen yaklaşık 5000 yıllık tarihi olan çay ,Türkiye’ye İlk defa 1924’te Batum’dan getirilen uygun tohumlarla 1935 yılında çay ziraatına başlandı. 1947 yılında Çaykur kuruldu. %65’i Rize, %21’i Trabzon, %11’i Artvin, %3’ü Giresun olmak üzere 202 bin üreticiyle yaş çay üretimine başlandı. Çaykur yığılmayı bahane gösterip, üreticiye günlük dönüm başı 10 kilo kontenjan uygulamıştır. (Toplam dönüm başı 350 kg; 2011 yılından itibaren ise 425 kg kota uygulamıştır.) Normal şartlarda bir tarlada 500-600 kg çay üretimi yapıldığı göz önüne alındığında üretici çok zor durumda kalıyordu. Aynı zamanda Çaykur tüketiciye verdiği ödemeleri de yaş çay alımından 1 ay sonra veriyordu.  1984 yılında yaş çay alım piyasası özelleştirildi ancak özel sektör üreticilere ücretlerini 1 ay değil, 1 yıl sonra ödemeye başladı. Çaykur kilosunu 957 kuruştan alırken, özel sektör 630 kuruştan almaya başladı. Hatta ödemelerini yapmadığı üreticiye de 1/8 ve 1/10 oranında kuru çay ile ödeme yapıyordu. 1996 yılında 1 kilo et 8 kilo çaya alınırken 2010 yılında 23 kilo çay ile 1 kilo et alınmaya başlandı. Süte karşı yarı yarıya değer kaybetti. Çay kendisine göre bile değer kaybetmiştir. 1996 yılında 1 kilo kuru çay için yaklaşık 5.5 kilo yaş çay gerekiyorken bu oran 2010 yılında 10 kiloya çıktı. Başlangıçta bu duruma karşı özel sektörü tek kurtuluş yolu olarak gösteren Çaykur’a karşı üretici umutla beklerken, özel sektöre karşı öfkeler büyüyerek arttı ve üretici hep mağdur oldu. Bu durum yöre halkının göçe zorlanmasına yol açtı. 1950-1960 yılları arasında zirveye ulaşan göç devam etti.

1960-1970’li Yıllar ve Solun Yükselişi

TİP’in 1960’lardan 12 Mart 1971’e kadar geçen sürede atılganlığı Karadeniz’de de etkisini göstermişti. TÖS(Türkiye Öğretmenler Sendikası)’ün 1971 darbesinde kapatılmasından sonra kurulan TÖB-DER(Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği)’de örgütlenen öğretmenler ve büyük şehirlerden memleketlerine dönen öğrencilerin etkisiyle şehir merkezlerinde ilçe ve taşra bölgelerde sıfırdan ciddi bir örgütlülük sağlanmıştır. Bunların başında Trabzon- Samsun- Ordu- Fatsa- Artvin çevresi –Hopa ve Pazar bulunmaktaydı. TÖB-DER 200 bin öğretmenin üye olduğu, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük öğretmen örgütlenmesidir. Kuruluşuna Köy Enstitüleri kökenli birçok öğretmen öncülük etmiştir.

1965-70 arası Karadeniz’de emekçilerin yaşamı birçok eylem ve mitingiyle geçmekteydi, bunlardan bir kısmı:

– 9 Mart 1965’te Zonguldak Karadon Kömür ocaklarında çalışan yaklaşık 5 bin madenci ücret zammı ve gasp edilen hakları için iş bırakma eylemi yaptılar.

– Temmuz ve Eylül 1967’de Fatsa’da köylüler yaptıkları yürüyüşlerle banka borçlarının ertelenmesini isteyerek tefeciliği ve sömürüyü protesto ettiler.

– Fatsa’da 24 köy muhtarı “Amerika’ya İhtar” Samsunda ise 15 köy halkı “Amerika Seni İstemiyoruz” başlıklı bildiriler yayınladılar.

– Perşembe’de Fındık Satış Kooperatifi’nde çalışan kadın işçiler fındık kırma atölyelerini işgal ettiler.

– Fatsa köylüleri “Fındık fiyatları ve demokratik haklar” için mitingler düzenledi.

– 1970 yılı yazında Giresun, Ordu, Fatsa, Bulancak, Tirebolu, Espiye ve Vakfıkebir’de Fındık üreticileri tefeci Tüccar sömürüsüne karşı mitingler düzenlediler.

– Doğu Karadeniz’de çay üreticileri, çay fabrikalarını ve Tekel İdaresi’ni işgal ederek siyasi parti binalarını tahrip ettiler. Hopa’da çay üreticileri fabrikayı basıp işgal etti.

Bu sırada 1963’te birçok bölümüyle Karadeniz Teknik Üniversitesi’nin kurulması gerek akademik hocaların gerekse öğrencilerin bölgedeki politik havayı arttırması bu sürece daha olumlu hava katar ve buradan öğrenciler tatillerinde Karadeniz’den kendi memleketlerine dönerken politik çalışmalar KTÜ üzerinden gelen devrimci öğrencilerle yerellerde daha da artar.

12 Mart’ın TİP’i kapatması ve Dev-Genç, THKP-C kökenli öğrencilerin (bizzat Mahir Çayan’ın) Karadeniz’de örgütlenme çalışmalarında bulunarak 70’lerdeki ikinci bir atılganlık ile ilişkiler tekrar toplanmıştır. 30 Mart 1972’de, Kızıldere’de Deniz Gezmişlerin idamına karşı, devrimci dayanışma içinde öldürülen Mahir Çayan’ın da içinde bulunduğu THKP-C’li devrimci önderlerin devlet tarafından katledilmesi yeni bir süreci ve kitleselleşmeyi sağlamış, oluşan bu öyküyle Dev-Yol, Kurtuluş, TKP-İKD, Halkın Kurtuluşu gibi örgütler Karadeniz bölgesinde tekrar sesini duyurmuştur. Tabi dönemin klasik açmazı olarak anti-faşist mücadele, faşistlerle kısasa kısas silahlı mücadeleye indirgendiği için özellikle Trabzon gibi kritik yerlerde devlet destekli faşist çeteler askeri yönden devrimcilere üstünlük kurmuş ve devrimci hareket tıkanıklığa sürüklenmiştir.

1978’e gelindiğinde KTÜ’de Rektör Erdem Aksoy ve birçok akademisyen muhalif pozisyondadır. Bir yandan KTÜ’de görev yapıp bir yandan da TİP çalışmalarını sürdüren, Trabzon’da gençlerle birlikte TİP’in ilk bürosunun açılmasını sağlayan akademisyen Necdet Bulut aracında suikast sonucu öldürülür. Necdet Bulut’un ismi, anısına ODTÜ’de bir amfiye ismi verilmiştir. Şimdilerde faşist provokasyonların öznesi durumundaki KTÜ Öğrenci Derneği 1986 yılına kadar demokrat öğrencilerin elindeydi. İslami-milliyetçi rektörler tarafından kapatılan dernek, sonrasından Rektörün kendi seçtiği öğrenciyi başkan yapıp üyelik onayını rektörlüğe bağlamasıyla tekrardan açılmıştır. Dönemin rektörü Kemal Gürüz yaptığı bir açıklamada,“Anarşi ve sapık ideolojilerin odağı olan Öğrenci Derneği’ni sapık ideolojilerine alet etmeye teşebbüs edenler çıktığı takdirde gereken tedbirler hiç tereddüt edilmeksizin alınacaktır” demiş ve başarılı öğrencilere Alparslan Türkeş’in “Dokuz Işık ve Türkiye” kitabını hediye etmekten geri durmamıştır (6).

Sol yükseldikçe faşist saldırıların üniversitelerde de sertliği arttırmakta, 25 Mayıs 1980’de KTÜ Mimarlık Fakültesi’ne Ekrem Çamaş isimli bir ülkücü bomba yerleştirirken düzeneğin patlaması sonucu ölmektedir (7).

(1) Heath W. Lowry, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi 1461-1583, s.19

(2) Karardı Karadeniz, İletişim Yayınları, s.103

(3) Karardı Karadeniz, İletişim yayınları, s.32.

(4) Karardı Karadeniz, İletişim yayınları, s.24.

(5) Ayşe Hür, Taraf, 23 Ocak 2011.

(6) Trabzon’u anlamak, İletişim yayınları,  s.260

(7) Karadeniz, 25 Mayıs 1980

ETİKETLER