İran, Venezuela, Rusya: Yaptırımlar Kimi Vuruyor? – Emre Güntekin
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bütün yıkıcılığıyla sürüyor. Bir yanda emperyalist paylaşım kavgasının doğurduğu savaşın kurbanı olan milyonlarca Ukraynalı çareyi ülkeyi terk etmekte arıyor. Kalanlarsa acımasız bir savaşın ortasında hayatta kalma çabasında. Savaşın ne kadar sürebileceğine dair ise henüz tünelin ucunda ışık görülebilmiş değil.
Öte yandan Putin’i frenleyebilmek adına Batı’nın ekonomik yaptırımlara dayalı caydırma politikası bugünlerde yoğun bir şekilde hayata geçiriliyor. Rusya’nın Ukrayna’da giriştiği işgale karşı doğrudan müdahil olmayan ABD, İngiltere ve AB ülkeleri, silahların yerini ekonomik yaptırımlarla doldurmaya çalışıyor. Hatta yaptırımlar ekonominin de ötesine geçerek spordan kültür-sanata kadar pek çok alana yayılırken, bu politikanın savaşın önüne geçme açısından işlevselliğini de sorgulamak gerekiyor.
Rusya’ya Ukrayna işgaline giriştiği 22 Şubat öncesinde 2.754 yaptırım uygulanırken, bugün 5.532 yaptırımla dünyada bu alanda zirveye yükseldi. Rusya’yı İran, Suriye ve Kuzey Kore izliyor. Rusya bugüne kadar birçok yaptırıma maruz kalsa da elindeki enerji kozu ve buradan elde edilen devasa gelir sayesinde ekonomik anlamda bir çöküş yaşamaktan uzak kalmıştı.
Ancak ekonomik yaptırımların özellikle Venezuella ve İran gibi ülkelerdeki etkileri, bu ülkelerdeki rejimlerden ziyade özellikle bu ülkelerin emekçi halkları açısından, oldukça yıkıcı olmuştu.
Maduro rejimini devirme uğruna Venezuella’ya uygulanan katı yaptırımlar; ekonomiyi çökertmiş ve bilhassa toplumun yoksul emekçi katmanlarını açlık tehlikesiyle başbaşa bırakmıştı. Krizin etkisiyle 28 milyonluk nüfusun yaklaşık 6 milyonu çareyi ülkeden göç etmekte aramıştı. Bu sayı Suriye’den göç edenlerin sayısından bile fazla.
Uzun yıllardır yaptırımlarla boğuşan bir diğer ülke olan İran’da ise Molla rejimini ekonomik olarak çökerterek toplumsal bir basınçla karşı karşıya bırakma uğruna uygulanan yaptırımlar bırakın rejimi zayıflatmayı, aksine onun meşruiyetini besleyen bir araca dönüştü. Ülke içerisinde emekçi sınıfların ve uzun yıllardır kendisini destekleyen muhafazakar küçük burjuva katmanların gözünde meşruiyeti giderek aşınan rejim, bu sayede her türlü toplumsal muhalefet örneğini kriminalize etme yoluna rahatlıkla başvurabilmişti. Gelinen noktada Batılı ülkeler şimdilerde Rusya’yla enerji alanındaki bağımlılığı ikame edebilmek için Venezuela ve İran’a yaptırımları yumuşatmayı düşünüyor.
Peki topyekün bir ekonomik savaş bugün “Putin’i durdurmanın en iyi yolu olabilir” mi?
Guardian’da Orysia Lutsevych imzasıyla yayınlanan makale Batılı ülkelere şu çağrıyı yapıyor: “…Putin başarısız olmalı. Bununla birlikte, Batı bunun gerçekleşmesini sağlayacak cesareti kendinde bulmak zorunda. Şayet karada postallar ve havada uçuşa yasak bölge planları masadan kalkacaksa, Batı’nın demokrasi ve özgürlüğü savunmak adına bu savaşa vereceği yanıt ekonomik bir savaş olmalı.”
Böyle bir savaşın özellikle dünyanın yoksul halkları açısından ne anlama geldiğini ele almıştık. Savaş dolayısıyla dünyanın en önemli hububat tedarikçilerinden olan Rusya ve Ukrayna’nın devre dışı kalması özellikle bu iki ülkeye bağımlı Mısır, Lübnan, Yemen, Bangladeş gibi ülkelerde milyonlarca insanın açlık tehdidiyle yüz yüz kalması anlamına gelebilir. Savaşla birlikte enerji fiyatlarındaki çılgın artışın etkilerini de Türkiyeli emekçiler olarak yaşayarak görüyoruz.
Putin’in Ukrayna macerasının bedelini Rus emekçilere ve yıkıcı etkileri dalga dalga dünyadaki diğer yoksul emekçilere yayılacak şekilde ödetme pahasına uygulanacak yaptırımlar ise ayrıca tartışılmalıdır. Şimdiye kadar teknolojiden enerjiye, otomotivden gıdaya kadar pek çok sektörde büyük uluslararası tekeller Rusya’daki faaliyetlerini durdurmaya başladılar. Rusya’nın SWIFT sisteminden çıkarılmasıyla birlikte yaptırımlardan şimdiye kadar muaf tutulan sağlık gibi insan hayatı için kritik alanların da olumsuz etkilenmesi bekleniyor. Dahası firmalar Rusya’dan çekildiği ve endüstriyel üretimin ihtiyaçları uluslararası piyasalardan karşılanamadığı ölçüde Rus emekçilerin genişleyen bir işsizlik tehdidiyle karşı karşıya kalması kaçınılmaz olacaktır.
Yaptırımların etkisi Rusya’nın para birimi ruble üzerinde de kısa sürede etkisini gösterdi. Ruble dolar karşısında tarihinin en büyük değer kaybını yaşarken, Putin yönetimi halkın dolara yönelimini idari tedbirlerle durdurma seçeneğini devreye sokuyor. Geçtiğimiz günlerde getirilen düzenlemeyle döviz mevduatı sahiplerinin nakit çekme limiti 10 bin dolarla sınırlandırılırken, bankaların döviz cinsinden satış yapmalarına 6 aylığına yasak getirildi. Yurtdışına para çıkışı ise aylık 5 bin dolar ile sınırlandırıldı. Rusya Merkez Bankası da rubledeki değer kaybını frenleyebilmek adına politika faizini % 9,5’ten % 20’ye yükseltti. Bu gelişmeler elbette servetlerini denizaşırı vergi cennetlerinde stoklayan oligarkları ve Putin’in yolsuzluklarla zenginleşmiş yönetici elitlerini değil sıradan halkın yaşamında derin problemleri de beraberinde getirecek.
Beklentiler ise tıpkı İran ve Venezuela’da olduğu gibi toplumda Putin rejimine yönelik öfkenin büyümesini sağlayarak olası bir rejim değişikliğinin yollarını döşemek… Ancak yine Venezeula ve İran örnekleri bu matematiğin otomatik olarak devreye girmeyeceğini bize göstermişti.
ABD ve müttefikleri şimdilerde tüm dünyaya saldırgan bir otokratı durdurmak, insan hakları ve demokrasiyi korumak adına bunun gerekli olduğunu anlatacaklardır. Şimdi düşününce aynı gereklilik neden Yemen’de insanlık dışı bir savaşı halen sürdüren Körfez rejimleri veya Filistin halkına yapmadığını bırakmayan siyonist İsrail rejimi için hissedilmemektedir? Putin nasıl kendi halkını işgal etmedikleri takdirde Ukrayna’nın beş yıl içerisinde nükleer silah sahibi bir Nazi devletine dönüşeceği yalanıyla savaşa ikna etmeye çalışıyorsa; ABD ve ortakları da yürüttükleri savaşın özgürlükler ve insan hakları için olduğunu, Putin’in saldırganlığını durdurmayı amaçladıklarını anlatacaklardır. Bu yalanlar neredeyse yüz yıldır değişmeden tekerrür etmektedir. Tıpkı Troçki’nin ifade ettiği gibi: “Emperyalizm kendi özgül amaçlarını –sömürgeler, pazarlar, hammadde kaynakları, nüfuz alanları ele geçirmek– “saldırganlara karşı barışı korumak”, “vatan savunması”, “demokrasiyi savunmak” gibi fikirlerle gizler.”
Putin’in saldırganlığını, ABD liderliğindeki emperyalist kampın dünyayı ateşe atma pahasına devreye soktukları yayılmacılığını durdurmak; pasifist bir barış sloganından öte savaşlar ve krizler olmadan ayakta kalamayacak hale gelen kapitalizmi tarihin çöplüğüne atacak olan enternasyonalist devrimci bir seçeneğin inşasıyla mümkündür. Savaşın sorumluluğu ne Ukraynalı ne Rus ne de diğer ülkelerin bu sistem tarafından hemen her dakika sömürülen emekçilerindedir. Emperyalist kapitalizm savaş uğruna devasa bir zenginliği seferber ederken beraberinde dünya üzerindeki milyarlarca emekçinin bu savaşın yarattığı yıkımın faturasını üstlenmeye mahkum edildiği unutulmamalıdır. Dolayısıyla Putin’i de ABD ve NATO’yu da durdurabilecek tek seçenek kardeş emekçi halkları bir araya getirebilecek enternasyonalist bir sınıf mücadelesinin büyütülmesi olacaktır.