- İnsan Neden Çok Parası Olsun İster? – Davud Caner B. - Ekim 28, 2025
- Röportaj: Kıbrıslı Devrimciler Son Seçimlere ve Adanın Durumuna Dair Ne Düşünüyor? - Ekim 27, 2025
- Minguzzi Davasının Ardından: Kestirme Çözüm Yok! - Ekim 23, 2025
Yazının başlığı sizde karavanda yaşayan bir YouTube gezginin tüketim toplumu eleştirisini okuyacağınız düşüncesini uyandırdıysa, üzgünüm yanlış bir tahminde bulundunuz. Kapitalizmi bir tüketim bağımlılığına ve bunun etrafında gelişen ilişkilere indirgemek, hem onu küçümsemek hem de onu masumlaştırmaktır.
Ancak bu yazıda ne köklü bir kapitalizm analizi yapacak, ne de teorinin sonsuz denizlerine yelken açacağız. Kapitalizmin nexus rerum’una – yani şeyler arasındaki bağın merkezine- dokunacağız: paraya. Çünkü para, bu düzenin yalnızca ölçü birimi değil; onun ilişkilerini kuran, yöneten ve nefes almasını sağlayan ciğeridir.
2025’in dünyasında, işlek bir noktada insanlara en büyük hayalinin ne olduğunu sorsak, alacağımız en popüler cevabın “çok param olsun isterim” olacağı aşikâr. Ancak “niçin çok para isterdin?” diye sorduğumuzda, cevaplar birbirinden farklı ama aynı ölçüde muğlak olacaktır. İnsanlık, en büyük hayali konusunda mutabık olsa da, o hayalin neden ve ne için istendiği sorusuna yanıt vermekte aciz kalmış durumda.
Paranın istenme nedeni kimi zaman sosyal medyada ya da televizyonda görülen bir zenginin hayatını taklit etme arzusu, kimi zaman da benzer sıkıntılar yaşayan milyonların derdine derman olma isteği olur. Fakat her iki durumda da, bunun nasıl yapılabileceği sorusu belirsizlik içinde kalır.
Paranın toplumsal zenginliğin üretim ilişkilerini nasıl örttüğünü sosyalistgundem.com’daki “Temel Notlar 3: Marksist Literatürde Para-Meta, Finans ve Mali Sermaye” yazısında işlemiştik. Burada ise son 300 yılda hızla serpilen para merkezli ilişkilerin, dolayısıyla kapitalizmin, insanın hayal kurma kapasitesini nasıl daralttığını ve zenginlik hırsının neden bireysel değil toplumsal bir olgu olduğunu derinlemesine inceleyeceğiz.
Devletin bir “toplumsal sözleşme”nin ürünü olduğu yönündeki soyut safsatalar, para için de sıkça tekrarlanır. Yani, sanki insanlar tarihin bir anında bir araya gelip “devlet” kurmaya karar verdikleri gibi, takastan paraya geçmeye de ortaklaşa karar vermişlerdir. Oysa ne devlet ne de para bir irade ürünü değildir; her ikisi de belirli toplumsal ilişkilerin gelişiminin ürünüdür ve o ilişkilerin içinden doğmuştur. Bu ilişkiler var oldukça onlar da var olacak, sönümlendiklerinde ise kendileri de sönümlenecektir.
Para mübadeleden doğar; mübadelenin içinden gelir ve onun bir ürünüdür. Metaların mübadele değerinin bir yansıması olan paranın varlık koşulu, ancak mübadele değerinin gelişmiş olduğu bir ilişki biçimidir. Eğer iki şey birbirinden yalnızca nicelik bakımından farklıysa, bu onların nitelik açısından aynı zeminde buluştuğunu gösterir.
Metalaşma sürecinin gelişmesiyle birlikte, metaların mübadelesi de dönüşür: küçük bir cemaatin ya da köyün içinde kullanım değerinin belirleyici olduğu takas ilişkileri, yerini metalar arasında değerce bir denklik ve oran ilişkisinin kurulduğu bir yapıya bırakır. Bu sürecin bir yansıması olan para, binlerce yıl boyunca bu ilişkiyi geniş ölçekte kurabilen devletler ve tüccarlar için kayda değer bir araç olarak varlığını sürdürür.
Kapitalizmin yerel, ardından ulusal ve nihayet uluslararası pazarları kendi ilişkilerine dahil etmesiyle birlikte, paranın toplumsal alandaki konumu da yükselir. Cemaat ekonomisi çözülür; üretim ilişkileri yeniden kurulur.
Nasıl ki kapitalizm, kullanım değerine dayanan “satın almak için satmak” yaklaşımını yıkıp, “satmak için satın almak” mantığını doğurmuş ve üretimi ihtiyaçların değil, mübadele (değişim) değerinin hizmetine sokmuşsa; aynı şekilde para da artık mübadelenin aracı değil, onun amacı haline gelmiştir. Artık üretimin amacı ihtiyaçları karşılamak değil, o ihtiyaçlara erişilebilen yegane araç olan parayı elde etmektir. Araç artık amacın ta kendisi olmuştur.
Nasıl ki bir kapitalist, toplumsal ihtiyacın ne olduğuna aldırmaksızın yalnızca sermayesini büyütmeye yarayacak metaların üretimine odaklanıyor; sermaye ve üretim araçlarını da bu doğrultuda yönlendiriyorsa, bir proletere düşen şey de meta mübadelesine erişimin tek kapısı olan paraya ulaşmak için emek gücünü satmaktır.
Bu, ister bir tekstil tezgâhında gömlek dikmek, ister moto kuryelik yapmak, ister bir bankada veznedarlık yapmak olsun geriye kalan tek yol, mübadele sürecine katılmanın yegâne aracı haline gelen parayı elde etmektir. Böylece insan, onu mağaralardan bugüne taşıyan en temel değer olan emeğe yabancılaşır; emeğini ne için, kim için ve ne uğruna harcadığına dair fikrini yitirir.
Artık her şeyin değerini belirleyen yegâne şey para olur. Sadece üretilen metaların değil, yaşamın bütün alanlarının parayla özdeşleştiği bir yabancılaşma çağı aralanır. Arzulanan şey iyi beslenmek, sağlık, barınma ya da bir malikane, lüks otomobil, başkalarının ilgisi ve arzusu değildir artık; bunların tümüne erişimi temsil eden ve sınırsız büyüme ihtimaliyle kuşatılan şey, paranın ta kendisidir.
Paranın toplumsal ilişkilerdeki ağırlığı arttıkça, güç, saygı ve hatta ahlak bile parayla ölçülür hale gelir. İnsanları ayıran şey artık üretim ilişkilerine katıldıkları yer değil, sahip oldukları paradır. Kapitalisti, küçük burjuvayı, küçük üreticiyi ve proleteri (hatta proleterleri birbirinden) ayıran fark, elde edilen para miktarıdır. Arka plandaki üretimsel ilişkiler silikleşir; görünür olan yalnızca paranın kendisidir.
Paranın toplumsal konumu o kadar belirleyici hale gelir ki insan toplumsal varlığını paranın ona sunduğu konumla tanımlar. Yani toplumsal özne olarak insan parayla var olur; işte bu yabancılaşmanın tamamlandığı andır. Bu noktada insanın hayal kurma kapasitesi bile paranın sınırlarına takılır. Emeğinin yaratıcı gücüne yabancılaşan ve bu yeteneğini kaybeden insan hayal edebilme yetisinin de paranın varlığıyla kısıtlandığı bir kafese mahkum kalır.
Binlerce malikane, binlerce tekne ve binlerce otomobil hayal edilmesi manasız olan bir şeyken para sonsuzca hayal edilebilir gayedir. Zenginlik soyutlaştıkça sınırsızlaşır, sınırsızlaştıkça peşinden koşulabilir bir hayale dönüşür.
“O halde para zenginlik hırsının sadece hedefi değil, aynı zamanda yaratıcısı, kaynağıdır. Mal hırsı para olmadan da mümkündür, ama başlı başına zenginlik hırsı belirli bir toplumsal gelişimin ürünüdür; doğal değil toplumsal bir olgudur”. (K.Marx, Grundrisse, s.220, 1979, Birikim Yayınları)













