Hindistan İşçi Sınıfına Açık Mektup – Lev Troçki (Temmuz 1939

Hindistan İşçi Sınıfına Açık Mektup – Lev Troçki (Temmuz 1939

Sevgili Dostlar;

Devasa ve korkunç olaylar yatıştırılamayan bir güçle yaklaşmakta. İnsanlık savaş beklentisi içinde yaşıyor ve bu da, tabii ki, sömürge ülkeleri kaderlerini belirlemede hayati bir önem taşıyan büyük bir girdaba sokacaktır. İngiliz hükümetinin temsilcileri meseleyi, “demokrasi” ilkelerini faşizminden korumak için bir savaş verilecekmiş gibi göstermektedir. Faşist saldırganları geri püskürtmek için tüm sınıflar ve halklar  “barışçı”,  “demokratik” hükümetleri desteklemelidir deniyor. Böylece “demokrasi” korunacak ve tekrar barış hüküm sürebilecek diye söyleniyor. Bu vaatler sadece etraflıca planlanmış bir yalandan ibaret. Madem İngiliz hükümeti demokrasinin gelişmesine böylesine önem veriyor, bunu göstermek için ellerinde halihazırda çok temel bir fırsat var: Bırakın hükümet Hindistan’a özgürlüğünü tamamen tanısın. Ulusal bağımsızlık hakkı en temel demokratik haklardan biridir. Ama aslında Londra hükümeti kolonilerinin onda biri karşılığında dünyadaki bütün demokrasileri teslim etmeye hazır.

Eğer Hindistan halkı sonsuza kadar köle olarak yaşamak istemiyorsa, o zaman halkların tek düşmanının faşizm olduğunu ileri süren bu tellalları teşhir etmeli ve reddetmelidir. Şüphesiz ki Hitler ve Mussolini işçi sınıfı ve ezilenlerin en keskin düşmanlarıdır. Onlar, işçi sınıfı ve ezilenlerin en şiddetli nefretini hak eden korkunç cellatlardan başka bir şey değillerdir. Her şeyin ötesinde sırtlarında oturdukları Almanya ve İtalya halklarının düşmanıdırlar. Marks, Engels, Lenin ve Liebknecht’in bize öğrettiği gibi, ezilen sınıflar ve halklar asıl düşmanlarını içerde bulmalı; ezenleri ile sömürücülerini yerlerinden etmelidir. Hindistan’da herş eyden önce düşman İngiliz burjuvazisidir. İngiliz emperyalizminin devrilmesi faşist diktatörler dahil, tüm ezenlere büyük bir darbe vuracaktır. Uzun vadede emperyalistler birbirlerinden biçimsel olarak ayrılır, özlerinde aynıdırlar. Sömürgelerden mahrum kalan Alman emperyalizmi keskin dişleriyle korkunç faşizm maskesini takmıştır. Tıka basa doymuş İngiliz emperyalizmi muazzam sayıda sömürgeye sahip olduğu için keskin dişlerini demokrasi maskesi ardına saklamaktadır. Ancak bu demokrasi sadece metropol merkezi – 45 milyon ruh- içindir, ya da daha doğru söylemek gerekirse metropol merkezinde yöneten burjuvazi içindir. Hindistan sadece demokrasiden değil en temel haklardan olan ulusal bağımsızlık hakkından da yoksun kalmıştır. Emperyalist demokrasi sömürgelerinin kanlarıyla beslenen köle sahiplerinin demokrasisidir. Ancak Hindistan, köle sahipleri için gübre görevi görmeyi değil, kendi demokrasisini aramaktadır.

Faşizmi, gericiliği ve her türlü baskıyı bitirmeyi arzulayanlar emperyalizmi yıkmalıdır. Bunun başka yolu yoktur. Ancak bu görev barışçıl yollarla, pazarlıklar ve sözlerle başarılamaz. Köle sahiplerinin kölelerini gönüllü olarak özgürleştirdiği tarihte görülmemiştir. Hindistan’ı, sadece Hindistan halkının, ekonomik ve ulusal bağımsızlığı için vereceği cesur ve kararlı mücadele özgürleştirebilir.

Hint burjuvazisi devrimci bir mücadele verebilecek durumda değildir. İngiliz kapitalizmine göbekten bağlıdır ve ona bağımlıdır. Kendi mülkiyetleri üzerine titrerler. Kitlelerlerden korkarlar. Bedeli ne olursa olsun İngiliz emperyalizmiyle arayı bulmaya çalışırlar ve Hindistan halkını yukarıdan gelecek reform umutlarıyla uyuştururlar. Bu burjuvazinin lideri ve peygamberi Gandhi’dir. Sahte bir lider ve peygamber! Gandhi ve arkadaşları Hindistan’ın pozisyonunu sürekli olarak iyileştirecek, özgürlüklerini sürekli olarak genişletecek ve Hindistan’ı barışçıl reformlara giden yolda lider yapacak bir teori geliştirdiler. Sonrasında belki de tam bağımsızlık bile sağlanabilir. Bu perspektif temelden yanlıştır. Emperyalist sınıflar, sömürge halklarına ve kendi işçi sınıflarına kapitalizmin iyi dönemleri devam ettikçe, sömürücüler daha fazla kar edebileceklerini düşündükleri sürece ödünler vermiştir. Günümüzde bunun lafı bile geçmez. Dünya emperyalizmi düşüştedir. Emperyalist ulusların koşulları gün be gün daha kötüye giderken aralarındaki çelişkiler artmaktadır. Devasa büyüklükteki silahlı güçler ulusal gelirlerin daha da büyük kısmını yalayıp yutmaktadır. Emperyalistler artık ne sömürgelerine ne de kendi işçi kitlelerine daha fazla hak tanıyabilir. Öte yandan, çok daha vahşi bir sömürüye başvurmak durumunda kalmışlardır. Kapitalizmin ölümcül can çekişmesi kendini burada göstermektedir. Sömürgelerini, pazarlarını ve ayrıcalıklarını ellerinde tutmak için İngiliz hükümeti; Almanya’dan İtalya ve Japonya’ya milyonlarca insanı katletmeye hazırdır. Bu açgözlü ve vahşi finansal oligarşinin gönüllü bir şekilde Hindistan’ı özgürleştireceğine bel bağlamak mümkün müdür?

Sözde İşçi Partisi’nin hükümeti Tory hükümetini yerinden edebilir. Ancak bu hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Tüm geçmişinden ve şu anki programından da görülebileceği üzere İşçi Partisi sömürgeler konusunda Tory’lerden farklı değildir. Gerçekte, İşçi Partisi işçi sınıfının çıkarlarını değil, İngiliz işçi bürokrasisi ve işçi aristokrasisinin çıkarlarını temsil etmektedir; Hindistan’ın bağımsızlığını aklına getirmeye dair en ufak bir isteğe sahip değildir. İşte bu katman sayesinde burjuvazi, başta Hindistan olmak üzere tüm kolonilerini acımasızca sömürebildiği için lezzetli lokmalar dağıtabilmektedir. İşçi Partisi ve sendikalar içindeki İngiliz işçi bürokrasisi kolonilerin sömürülmesiyle yakından ilgilenmektedir. Tüm bu beyefendiler, Major Atlee, Sir Walter Citrine & Co., her an Hitler ve Mussolini’ye yardım etmek ve halkları daha fazla baskılamak için askeri önlemler almak adına Hint halkının devrimci mücadelesini “ihanet” olarak damgalayabilirler.

Günümüz Komünist Enternasyonal’in de politikaları bundan daha iyi değil. Elbette bundan yirmi yıl önce Üçüncü -ya da Komünist- Enternasyonal gerçek bir devrimci organizasyon olarak kurulmuştu. En önemli görevlerinden biri sömürge halklarının kurtuluşuydu. Ancak bugün sadece bu programın hatıraları kaldı. Komünist Enternasyonal’in liderleri, Sovyet işçi kitlelerini bastırmış ve yeni bir aristokrasiye dönüşmüş olan Moskova bürokrasisinin piyonları haline geldi. Hindistan dahil çeşitli ülkeler de komünist parti saflarında birçok dürüst işçi, öğrenci vs. olduğuna şüphe yok ancak Komintern’in politikalarını düzeltemiyorlar. Son söz yine ezilenlerin çıkarları tarafından değil, SSCB’nin yeni aristokrasisinin çıkarları tarafından yönlendirilen Kremlin’den çıkıyor.

Stalin ve şürekası, emperyalist devletlerle ittifak yapmak uğruna sömürgelerin kurtuluşu için devrimci programı tamamen terk etti. Bu Stalin’in partisinin Moskova’da Mart’ta düzenlediği kongrede açıkça beyan edilmiştir. Aynı yıl Komintern liderlerinden Manuilski şöyle demiştir: “Komünistler, faşist hükümetler tarafından köleleştirilmiş ulusların kendi kaderini tayin hakkının tanınması için mücadelede en ön safta ilerler. Avusturya…Südet bölgeleri…Kore, Formoza, Habeşistan…” Hindistan, Vietnam, Fas ve İngiltere ile Fransa’nın diğer sömürgeleri ne olacak? Komintern temsilcisi bu soruyu şöyle cevaplıyor: “Komünistler, sözde demokratik olan burjuva devletlerin emperyalist hükümetlerinden sömürgelerdeki işçi sınıfının yaşam standartlarının etkili bir şekilde acilen yükseltilmesini ve sömürgelere geniş haklar ve özgürlüklerin tanınmasını talep eder” (Pravda, sayı 70, 12 Mart 1939). Başka bir deyişle, Komintern, İngiltere ve Fransa’nın kolonileri konusunda Gandhi’nin ve sömürgelerdeki uzlaşmacı burjuvazinin genel pozisyonuna geçmiştir. Komintern Hindistan’ın bağımsızlığı için devrimci mücadeleden tamamen vazgeçmiştir; dizleri üstüne çökerek İngiliz emperyalizminden Hindistan’a “demokratik özgürlüklerin” “bağışlanmasını” “talep etmektedir”. “Sömürgelerdeki kitlelerin yaşam standartlarının etkili bir şekilde acilen yükseltilmesi” sözlerinin düzmece ve aldatıcı bir tınısı vardır. Düşüşte olan, kangrenleşmiş, parçalanmış modern kapitalizm metropol merkezlerindeki işçi sınıfının pozisyonunu bile daha kötüye götürmeye zorlanmaktadır. Hal böyleyken, dengesini korumak için sömürgelerindeki halkların kanını emen emperyalist devletler nasıl sömürgelerin durumunu iyileştirebilir ki? Sömürgelerdeki kitlelerin durumu ancak emperyalizmin yıkılmasıyla iyileşebilir.

Ancak Komünist Enternasyonalin ihanetleri burada da bitmiyor. Manuilski’ye göre komünistler, “ayrılma hakkının gerçekleşmesini faşizmin yenilgisine… bağlar”. Başka bir deyişle, Fransa ve İngiltere arasında sömürgeler için yaşanacak bir savaşta Hindistan halkı o anki köle sahiplerini, yani İngiliz emperyalistlerini desteklemelidir. Yani kanlarını kendi kurtuluşları için değil Hindistan’ın emperyalistlerce yönetilmesi için akıtmalıdırlar. Ve bu utanmaz hainler Marks ve Lenin’den alıntılar yapmaya cüret edebiliyorlar! Gerçekten de onların öğretmeni ve lideri; işçileri ve köylüleri boğazlayan, Bolşevik Parti’nin katili, yeni bürokratik aristokrasinin başı Stalin’den başkası değildir.

*  *   *

Stalinistler İngiliz, Fransız ve ABD emperyalizmin hizmet etme politikalarını “Halk Cephesi” formülasyonuyla örtmektedir. İnsanlarla nasıl da alay ediyorlar! “Halk Cephesi” eski politikanın yeni ismidir, özünde sınıf işbirliği, proletarya ile burjuvazinin koalisyonu yatmaktadır. Böyle koalisyonlarda liderlik her zaman sağ kanatta, yani mülkiyet sahibi sınıfta olur. Hint burjuvazisi, daha önce de belirtildiği üzere, barışçıl bir şekilde tüccarlık yapmayı istemektedir, mücadele vermeyi değil. Burjuvaziyle işbirliği, proletaryanın emperyalizme karşı mücadelesinden feragat etmesine sebep olur. İşbirliği politikası, yerinde saymaya ve oyalanmaya işaret eder, yanlış umutlar verir, sahte manevra ve entrikalarla uğraştırır. Bu politikanın sonucu olarak hayal kırıklığı işçi kitlelerini saracak ve köylüler kayıtsızlaşarak proletaryaya sırtını dönecektir. Alman devrimi, Avusturya devrimi, Çin devrimi ve İspanya devrimi bu işbirliği politikası sonucunda can vermiştir [1]. Aynı tehlike, Stalinistlerin “Halk Cephesi” kisvesi altında proletaryayı burjuvaziye tabi kılma politikasını uygulamaya çalıştıkları Hint devriminde de kendini göstermektedir. Bu, bize, eylemde, devrimci toprak programının, işçilerin silahlandırılmasının, iktidar mücadelesinin, devrimin reddedildiğini göstermektedir.

Hint burjuvazisinin, despotik İngiliz yönetimine karşı mücadelede atacağı en küçük adımı proletarya doğal olarak destekleyecektir. Ama bu desteği kendi yöntemiyle verecektir; kitlesel eylemler, cesur sloganlar, grevler, gösteriler ile güçler dengesi ve koşulların durumuna göre yapılacak olan daha belirleyici kavgalar yoluyla. Proletaryanın bunu yapabilmesi için ellerinin bağlı olmaması gerekir. Hint toplumunun büyük çoğunluğunu oluşturan köylüleri etkileyebilmek için proletaryanın burjuvaziden tamamen bağımsız olması zaruridir. Milyonlarla köylüyü sokaklara dökecek, yerli ezenler ve İngiliz emperyalizmine karşı verilecek bir mücadele evriltecek, cesur devrimci bir toprak programını geliştirebilecek tek sınıf proletaryadır. Hint devriminin zaferinin teminatı olan tek dürüst ve güvenilir işbirliği işçi ve yoksul köylülerin ittifakıdır.

*  *  *

Barış döneminin bütün meseleleri, savaş zamanında da geçerliliklerini sürdürürler, hem de çok daha keskin bir şekilde. Öncelikle, kolonilerin sömürülmesi çok daha yoğunlaşacaktır. Metropol merkezleri sömürgelerden gıda ve hammadde almakla kalmayacak, aynı zamanda efendileri için ölsünler diye kölelerini kitlesel olarak cepheye süreceklerdir. Bu sırada sömürgeci burjuvazi burunlarını harp nizamı yalağının derinliklerine sokacak; doğal olarak vatanseverlik ve kar adına muhalif olmaktan vazgeçecektir. Gandhi şimdiden buna zemin hazırlamaya çalışıyor. Bu beyefendiler hiç susmuyorlar: “Savaş bitene kadar sabırla beklemeliyiz ve sonra Londra, yardımlarımızı ödüllendirecektir.”

Emperyalistler hem kendi ülkelerinde özellikle de sömürgelerinde sömürülerini ikiye, üçe katlayarak savaş sonrasında yıkılan ülkelerini eski haline getirmeye çalışacaklar. Bu şartlar altında sömürgelere özgürlükler tanınması ya da metropol merkezlerinde sosyal reform yapılması söz konusu bile olamaz. Kölelik zincirleri ikiye katlanacak; eğer Hindistan’daki kitleler Gandhi’nin, Stalinistlerin ve onun dostlarının politikalarını izlerse savaşın kaçınılmaz sonucu bu olacak.

Ancak savaş Hindistan ve diğer sömürgelere katmerlenmiş kölelik koşulları değil tamamen özgürlük de getirebilir: bunun şartı doğru devrimci politikalardır. Hint halkı, öncelikle, kaderini İngiliz emperyalizminden ayırmalıdır. Ezilenler ve ezenler siperlerin karşı taraflarında dururlar. Köle sahiplerine hiçbir yardım yok! Aksine, savaşın beraberinde getireceği zorluklar egemen sınıflara ölümcül bir darbe vurmak için kullanılmalıdır. Tüm ülkelerdeki ezilen sınıflar ve halklar, emperyalist bayların demokrasi ya da faşizm maskesini takmasına aldırmaksızın, böyle hareket etmelidir.

Böyle bir politikayı hayata geçirmek için kendisini proletaryanın öncüsü olacak konumlandıran devrimci bir parti gereklidir. Hindistan’da henüz böyle bir parti bulunmuyor. Dördüncü Enternasyonal bu partiye programını, deneyimini ve desteğini sunacaktır. Böyle bir parti için temel şart; emperyalist demokrasiden, İkinci ve Üçüncü Enternasyonal’den ve ulusal Hint burjuvazisinden tam bağımsızlıktır.

Sömürge ve yarı sömürge ülkelerin birkaçında Dördüncü Enternasyonal’in seksiyonları zaten bulunuyor ve başarılı ilerlemeler elde ediyorlar. En başta gelen ise Fransız Vietnam’ında bulunan, Fransız emperyalizmine ve “Halk Cephesi” aldatmasına karşı mücadele veren seksiyondur. Saygon işçileri gazetesinde (The Struggle-La Lutte-Kavga) 7 Nisan 1939’da şöyle yazmaktadır: “Stalinist liderler ihanet yolunda bir adım daha atmıştır. Devrimci maskelerini atıp emperyalizmin savunucu haline gelerek ezilmiş sömürge halklarının kurtuluşuna karşı olduklarını açıkça söylemektedirler.”

Dördüncü Enternasyonal üyesi Saygon proletaryası, cesur devrimci politikaları sayesinde bu yılın Nisan ayında yapılan sömürge meclisi seçimlerinde iktidar partisi blokuna ve Stalinistlere karşı parlak bir zafer kazanmışlardır.

İngiliz Hindistanı’nın ileri işçileri de aynı politikayı izlemelidir. Yanlış umutlara kapılmamalı ve düzmece dostları defetmeliyiz. Sadece kendimize ve devrimci güçlere umut bağlamalıyız. Ulusal bağımsızlık, bağımsız bir Hint cumhuriyeti için verilecek mücadele toprak devrimiyle, bankaların ve tröstlerin devletleştirilmesiyle, ülkenin yaşam standartlarını yükseltecek bir dizi ekonomik uygulama ve ezilen halkların kendi kaderlerinin sahibi olmasıyla yakından ilgilidir. Sadece köylülerle ittifak halindeki bir proletarya bu görevleri yerine getirebilir.

İlk başta devrimci parti şüphesiz ki azınlıkta kalacaktır. Ancak diğer partilerden farklı olarak durumun cesurca muhasebesini yapacak ve korkusuzca büyük amacını gerçekleştirmek için yürüyecektir. Bütün endüstriyel merkezler ve şehirlerde, Dördüncü Enternasyonal bayrağı altında işçi grupları oluşturulması kaçınılmaz bir gerekliliktir. Sadece tamamen proletaryanın tarafında olacak entelektüeller bu gruplara alınmalıdır. Sekter pratiklere uzak olan devrimci işçi-Marksistler aktif bir şekilde sendikalarda, eğitim topluluklarında, Kongre Sosyalist Partisi* ve genel olarak kitle örgütlerinde yer almalıdır. Her yerde radikal sol kanat olarak kalmalı, her yerde pratikte cesaretin örneği olmalı, her yerde sabırlı ve dostça bir tutumla işçilere, köylülere ve devrimci entellektüellere programlarını açıklamalıdırlar. Yaklaşan olaylar Hint Bolşevik-Leninistlerin yardımına koşacak; kitlelere onların yolunun doğruluğunu gösterecektir. Parti hızlıca büyüyecek ve ateşin içerisinde parlayacaktır. Hindistan’ın kurtuluşu için verilecek devrimci bir mücadelenin Dördüncü Enternasyonal’in bayrağı altında gelişeceğine dair umutlarımı müsaadenizle ifade edeyim.

En sıcak yoldaşça selamlarımla,

Lev Troçki

Coyocan, Meksika

25 Temmuz, 1939.

Çeviri: Anıl Ersoy

Dipnot:

[1] 1925-1927 yılları arasındaki Çin Devrimi deneyimi, Hindistan için çok önemlidir. Hint devrimcilerine Harold Isaacs’in harika kitabı “Çin Devrimi’nin Trajedisi”ni öneririm.

* Hindistan’da 1934 yılında Hindistan Ulusal Kongresi’nin parçası olarak kurulan, Marksizmden etkilenmiş örgüt. 1935’de Hindistan Ulusal Kongre üyelerinin üçte biri Gandhi’nin fikirlerini reddeden bu gruptandı.

bolsevik.org

Marksist Bakış

KATEGORİLER
ETİKETLER