Greta Thunberg ve İklim Grevi: Marksistler Nasıl Bir Tavır Almalı? – Emre Güntekin
Geçtiğimiz yıl Eylül ayında, İsveç’in son 262 yıldaki en sıcak yazının ardından iklim krizine dikkat çekmek için Cuma günleri okula gitmeyi reddedip parlamentonun önünde oturma eylemine başlayan 15 yaşındaki Greta Thunberg, bir yıl içerisinde bu kadar büyük bir popülarite yakalamayı ve iklim krizi konusunda dünya kamuoyunun gündemine oturmayı muhtemelen beklemiyordu.
Oturma eylemine başlarken verdiği mesajlar çok basitti: “Bunu yapıyorum çünkü siz büyükler geleceğimin içine ediyorsunuz… Bunu yapıyorum çünkü başka kimse birşey yapmıyor. Yapabileceğimi yapmak, benim ahlakî sorumluluğum. Politikacıların iklim sorununa öncelik vermesini, iklime odaklanmasını ve onu bir kriz olarak ele almasını istiyorum.”
Bir yıl kadar önce yalnız başladığı eylemin ardından bugün Birleşmiş Milletler’de kürsüye çıkıyor, Alternatif Nobel Ödülü’ne aday oluyor, politikacılarla yüzyüze geliyor, başlattığı hareket tüm dünyada milyonlarca insanı iklim grevi çerçevesinde tepki göstermeye sürüklüyor.
Greta yarattığı popüler etki kadar kimilerinin eleştirisine maruz kalırken, yer yer hastalığı ve konuşması üzerinden yürütülen seviyesiz ithamlarla da karşılaşıyor. Özellikle arkadaşlarıyla birlikte aralarında Türkiye’nin de bulunduğu beş ülkeyi (diğerleri Almanya, Fransa, Brezilya, Arjantin) iklim krizine karşı yeterli önlem almayarak Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettikleri gerekçesiyle BM’ye şikayet etmesiyle birlikte sosyal medyada bir anda tepkilerin odağı haline geldi. Greta’ya gösterilen ilginin Aylan bebeğe, Filistinli çocuklara, Mısırlı Esma’ya gösterilmediği özellikle milliyetçi-İslamcı kitlenin ortak söylemine dönüştü. Hatta onun Erdoğan’ın nükleer santral projesine karşı başlatılan bir proje olduğunu ve bu nedenle Türkiye’yi BM’ye şikayet ettiğini iddia edecek kadar saçmalayanlar bile çıktı.
Ancak bırakalım ak-trolleri, milliyetçi-İslamcı kitleleri; kendine sol, sosyalist, Marksist diyen kimileri de sözde “sol” bir jargonla Greta Thunberg’e karşı yürütülen linç korosuna katılmaktan gram çekince duymuyorlar. Üstelik ülkede Kaz Dağları gibi bir gündemle çevre meselesi kitlelere mal olmuşken ve bu konu kapitalizme karşı mücadelede önemli saç ayaklarından birisi haline dönüşmüşken…
Evet, Greta Thunberg ve arkadaşlarının listesinde dünyayı bugün en fazla kirleten ve ekolojiyi yıkıma uğratan ABD, Çin ve Hindistan gibi ülkeler yer almıyor. Aynı zamanda iklim krizinin doğrudan sorumlusu olan kapitalizme karşı mücadele yürütmek yerine, meseleyi umursamaz ve sorumsuz politikacılara havale ediyor, onları ikna etme üzerine kurulu bir yol izliyor. Kapitalist egemenler de yarattığı popülariteyi soğurmak adına Greta’nın BM kürsüsünden kendilerine fırça kaymasına müsaade ediyor. Greta öncülüğünde yürütülen mücadelenin taleplerinin geneli fosil yakıt tüketiminin ve karbon emisyonunun azaltılması, sürdürülebilir bir ekonomik işleyişin inşa edilmesi, çevresel yıkımın durdurulması, sıfır atık projelerinin zorunlu tutulması etrafında yoğunlaşıyor. Greta Thunberg ve iklim grevine öncülük eden Friday for Future (Gelecek İçin Cuma) hareketine daha birçok eleştiri sıralanabilir. Hatta dedektifliğe soyunup onun Soros’la, emperyalist kurumlarla ilişkisini de masaya yatırabilirsiniz. Fakat doğru veya yanlış hangi saiklerle olursa olsun, Greta Thunberg sistemin yarattığı en derin çelişkilerden birini hem tüm dünyada milyonların gündemine sokmayı başarmış hem de burjuva politikacıları bu tepkinin soğurulması adına kendisini dikkate almaya zorlamıştır.
Ancak ortada oldukça geniş kitlelere mal olan, bir yandan da sınırlılıklar ve çelişkiler içeren bir hareketle karşı karşıyayız. Ekolojik krizin doğanın amansızca sömürüsüne ve yıkımına dayanan kapitalist üretim ilişkileri tasfiye edilmeden durdurulması mümkün değildir. Ancak her ne kadar böyle bir programı bulunmasa bile kapitalizme karşı mücadele dinamiklerini harekete geçirecek bir zemin varsa Marksistler oraya kendi kızıl renklerini taşımakla yükümlüdürler. Hareketin aktörlerinin çelişkilerine odaklanan topyekün reddiyeci yaklaşımların tarihte devrimci Marksist önderler tarafından nasıl mahkum edildiğini anlatmaya gerek yok. Dahası böyle bir yaklaşım bizleri ekolojik krize karşı farkındalığı bulunan, buna karşı mücadele yürütmeye istekli kitlelerden yalıtmaktan başka bir işe yaramaz.
Bugün ekolojik krize dur demek için sokağa dökülen kitleler sorumsuz burjuva politikacıların ve onların finansörü olan gözünü kar hırsı bürümüş kapitalist tekellerin bu konuda kılını kıpırdatmayacağını elbet göreceklerdir. Dünyanın hemen her bölgesinde ekolojik yıkım hız kesmeden sürüyor. Kapitalist rekabette geride kalmak istemeyen sermayedarlar ve ülkeler için doğanın amansız yıkımı kesin bir gereklilik olarak görülüyor. Trumplar, Xiler, Bolsonarolar, Erdoğanlar bunu en agresif bir şekilde gerçekleştirirken, AB’nin kimi ülkelerinde “yeşil kapitalizm” söylemleriyle bu talan maskeleniyor.
Mücadele alanında ortaya atılan her talep kapitalizmin bu sorunu çözmekte ne denli yeteneksiz ve isteksiz olduğunu kitlelerin gözüne sokacaktır. Bu sayede ekolojik krize karşı verilen mücadele içinde yer alan kitleler kapitalizm tasfiye edilmeden bu krizin sonlanamayacağını deneyimleyeceklerdir. Ancak bu süreç çoğu zaman otomatik olarak işlemez. Devrimci bir partinin hareket içindeki varlığı ve harekete politik müdahalesi burada temel gerekliliklerden birisidir.
Sonuç olarak bizler ekolojik krizin çözümü için kapitalistlerin boş laflarını, bitmek bilmeyen müzakerelerini, kimsenin sallamadığı protokollerini bekleyecek değiliz. Greta Thunberg’den de bugüne kadar yaptıklarından daha fazlasını yerine getirmesini bekliyor değiliz. Yeşili korumak için kızıl bayrağı bugünden yükseltmek ve her alanda olduğu gibi burada da sosyalist seçeneği öne çıkarmak gibi tarihi bir görevle karşı karşıyayız. Türkiye’de SEP, dünyada Uluslararası Sosyalist Birlik (ISL) bu mücadelede ön saflarda yer almaya ve kapitalizmin yarattığı ekolojik krize karşı mücadeleyi yükseltmeye devam edecektir.
- ISL’nin bu konudaki programını okumak için tıklayın.