Gerçekten T A M A M mı? –Derya Koca
Erdoğan’ın, konuşmasında sarf ettiği “Şayet bir gün milletimiz tamam derse ancak o zaman biz kenara çekiliriz” cümlesinden sonra T A M A M fırtınası koptu. Muhalif tüm kesimlerin altını kendince doldurabileceği bir nevi HAYIR havası sosyal medyada aldı yürüdü. Erdoğan’ın bu gollük pası, toplumsal muhalefetin; özellikle de yoğun biçimde sosyal medya kullanan, ağırlıklı olarak genç insanların yaratıcı tepkileri ile iç içe geçti. Dalga öyle büyüdü ki twitter’da dünya sıralamasına bir anda T A M A M ile Türkiye oturdu. Dünya basınının haber bültenlerine düştü. Sabah saatlerinde de GÜNAYDIN TAMAM ile sosyal medya rüzgarı devam etti. Karşı atağa geçen AK troller çetesi ise sahte hesaplardan DEVAM deseler de komik duruma düşmekten kendilerini kurtaramadılar. Muhalefet bir akşamda sosyal medya üzerinden hızlı bir gündem yaratmış oldu. Baskın seçim atmosferinin “ne oluyoruz?” dedirten panik havası bir nebze dağıldı. Demirtaş ve İnce’nin adaylığının kesinleşmiş olmasının ve seçim atmosferinin ısınmasının da bunda payı büyük elbette, üzerinden atlamayalım.
Sadece bir “TAMAM” yaratıcılığı üzerinden ülkede sosyal medya kampanyası hızlı bir toparlanma yaşattı. Fakat şu soruyu kendimizi dürüstçe soralım: Gerçekten tamam mı? Sosyal medyada açığa çıkan bu büyük enerji, Erdoğan’ın Putinizmin Türkiye muadilini neden inşa etmek zorunda olduğunun kanıtı. Ülkenin direnç odakları çok kuvvetli. Eyvallah etmeyen milyonlar var. Bu konu tamam ama milyonların en ufak bir söylem üretildiğinde dahi kendisini en canlı biçimde gösteren bu dinamiği bir siyasal dönüşüme, kazanıma, ilerlemeye evriltebilecek bir liderliği var mı? Soruyu bir de kitleler açısından soralım: kitlelerin “artık yeter” isyanı olan TAMAM söylemi, sıradan bir hükümetle değil sert bir tek adam rejimine karşı mücadele edecek yeni bir siyasi bilince dönüşüyor mu? Tweet atanların kaçına gerçekten mücadelede “gel kardeşim bu işin ucundan da sen tut” diyen aktif bir alternatif üretiliyor? İşte tamam mı devam mı sorusuna verilecek gerçekçi cevabı bu noktadan aramamız gerekli. İradenin iyimserliğini yaşam arzumuza ve mücadele motivasyonumuza katık ederken de kötücül senaryolara, en kaba gerçekliklere hazırlıklı olmamız gerekmez mi? Muhalefetin biri olmadan diğeri işe yaramayan iki yan budur! Değişim irademiz ve yüreğimiz TAMAM diyor da aklımız salt sosyal medyada aktivizme devam diyorsa kısa vadede ülkede büyük değişiklikler beklemeyerek kendimizi kandırmayalım. Neden mi?
- Hayatın akışı somut anlamda ne yaptığınıza bağlıdır. Eğer seçim için bile milyonlar seferber edilemiyorsa çok iyimser olmanın bir manası yok. Erdoğan, seçimleri kazanmak için “her yolu” deneyecektir. 16 Nisan 2017, hileli ve sopalı referandum olarak tarihe geçmişti, bu seçim de farklı olmayacak. Örnekleri gözükmeye başladı bile. Medyada sansürü OHAL uygulamaları ve devlet bütçesinin hunharca harcanması ile Erdoğan, olağanüstü eşitsiz koşullarla seçime gidiyor.
- Ekonominin kötüye gitmesi “artık bittiler, mahvoldular” otomatikliğini doğurmaz. Zaten AKP de ekonomik krizin sonuçları tam hissedilmeden aceleyle seçimi aradan çıkarmaya çalışıyor ki zamanlama sayesinde bunda belirli oranda başarılı olacaklar. Ekonomi kötüye gitmeye gidiyor, dolar sürekli rekorlar tazeliyor, hayat pahalılığı kademeli olarak artıyor ama Erdoğan kamu kaynaklarıyla seçim rüşvetlerini saçmaya devam edecek.
- AKP en kırılgan seçimlerinden birine gidiyor. Öyle ki artık yıpranmış, yönetme konusunda merkez sağ vatandaşta bile sempati uyandırmayan pek çok başarısızlığa imza attılar. Aşırı yoksullaşma, enflasyon ve işsizlik çok geniş kesimden vatandaşı müthiş bunaltıyor. Ancak alternatifin güçlü olduğu bir toplumda bu yakıcı sınıfsal sorunlar iktidarı alaşağı edebilir. Peki, sınıfsal merkezli bir alternatif var mı elimizde? Demokratik haklar merkezli Demirtaş dışında kayda değer bir aday yok. Sınıfsal dinamikleri devreye sokup toplumdaki kimlikler temelinde gelişen oy dağılımını değiştirebilecek yeni bir alternatif ortada maalesef yok. Sosyalistler topa Fatih Maçoğlu gibi sınıfsal yanı ve duruşu güçlü bir adayla girmiş olsa işte o zaman halka başka bir siyasetin mümkün olduğu gösterilmiş olacaktı.
- AKP ranta, vurguna, iş cinayetlerine, kadın cinayetlerine, yoksulluğa boğulmuş bir ülke yarattı. 24 Haziran’da Erdoğan’ın devrilip devrilmeyeceği elbette yakın geleceğimizi belirleyecek. En azından rejimin sertliğini, baskının dozunu ve keyfiyetini belirleyecek. Erdoğan’ın gitmesi ülkenin bir nebze soluklanması ve mücadele kanallarının genişlemesi anlamına gelecek. Yine de bütün dertlerimiz bitecekmiş gibi bir hava yaratmak sosyalistlerin işi olamaz. Halkın yığınla sorunu var. Sosyalistlerin güçlü olduğu toplumda mücadele dinamikleri gelişir; somut kampanya odaklı bir pratik toplumda gerçek siyasetin sokakta olabileceğine dair birikim yaratacaktır. TAMAM denecekse sokakta denir. Gayrısı, sessiz muhalif milyonların, elden kaçan fırsatlarla karamsarlığa boğulması anlamına gelir.
- AKP, 16 Nisan’dan referandumundan beri “mağdur edebiyatı” yapamıyor. Saldırgan, kendisi dışında kalan herkesi terörist ilan eden, tahammülsüz ve fazlasıyla zorba olan bir portre çiziyor. Ekonomiyi kendileri mahvetmemiş gibi düzeltme sözü verirken partisindeki gençlere “Sevgili gençler, size emretmeyeceğiz, sizi kalıplara sokmaya çalışmayacağız, sizinle çalışacağız” demek zorunda kalıyor. Tek adamlık sıfatının oy kaybettirdiğini görerek “millet tamam derse gideriz” Hatta, kendi seçmenlerine “bana oy verip AKP’ye oy vermeyen münafıktır” diyerek tabanındaki göreli erimenin endişesini yaşadığını belli ediyor. Dün de doların 4.40’a ulaşmasından sonra yapılan olağanüstü ekonomi zirvesi ciddi bir endişenin Saray’a hakim olduğunu gösteriyor. AKP zorda. Buna hiç şüphe yok. Erken seçimin nedeni de tepetaklak gidişat. Ama AKP’nin direnç odaklarının güçlü olduğunu Gezi’de gördük. Örgütlü bir toplum yaratılmadan Erdoğan’ın gidişatını garantilemek kolay değil.
Sonuç
AKP’nin baskın seçim atmosferi, TAMAM kampanyası ile muhalefetin moral üstünlüğüne dönüşmüş görünüyor. Ne moral üstünlük ne tarihsel haklılık ne de motivasyon üstünlüğü tek başına başarı getirir. Referandum ve Gezi deneyimlerinin belki de en önemli deneyimleri bunlar.
Kavgası verilecek çok sorunumuz var. 24 Haziran, AKP’nin zorlanacağı bir seçim olabilir ancak ülkenin dengelerini alt üst edecek bir sosyalist alternatif yok. Sosyalistlerin içinde olmadığı hiçbir denklem de emekçilerin parlak geleceğini müjdeleyemez. Erdoğan karşıtı enerjinin kazanacağı her başarı, HDP’nin barajı geçmesi ve Kürt halkının siyasi varlığını koruması, geniş kesimlerin önümüzdeki aylar boyunca moral kazanması önemli. Sosyalistlere seçim döneminde düşen ise kazanımların sınırlarını genişletecek hamlelerle topa girmek. Ortak aday fiyaskosu gerçeği ile yüz yüzeyiz ama ortak mücadele dinamiklerini geliştirmek için hala güçlü kanallar var ve biraz enerjisi olanlar için bu gerçek bağıra bağıra kendisini gösteriyor. Bu tarihsel görevi omuzlamaktan geri durmayalım.
Son söz olarak, bir TAMAM da bizden!
Emekçilere, gençliğe, kadına hayatı zindan edenlere,
Parababalarına TAMAM!