Geçinemiyoruz Mitingi ve Sendikaların Sefaleti – Emre Güntekin
Pazar günü Ankara’da DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla “Geçinemiyoruz: Emekten ve Halktan Yana Bir Bütçe İçin Omuz Omuza!” başlığıyla bir “miting” gerçekleştirildi. Başlığı böylesine iddialı şekilde konulan mitingin gerçekten amacına hizmet edip etmediğini tartışmak gerekmektedir.
Kaba bir gözlemle meydana bakanlar TMMOB ve TTB’den küçük bir grubun, DİSK’ten çoğunluğu Emekli-Sen üyesi bir avuç emekçinin, KESK içinden de neredeyse tamamını şube ve sendikaların yönetim kurullarının oluşturduğu dar bir kadro grubunun eylemdeki emekçi toplamını oluşturduğunu görecektir. Yani aslında Ankara çapında bu sendikaların ve meslek örgütlerinin üye sayıları düşünüldüğünde mevcut tabloyu fiyasko olarak tanımlamaktan başka çare yok.
Fakat görünen köy kılavuz istemiyor. Sendikal bürokrasinin alelacele eylem kararı alması, eylemin duyurusu için whatsapp, sms grupları ve sosyal medya dışında tek bir el ilanı, afiş gibi doğrudan insana dokunan araçların geliştirilmemiş ve işyerlerinde üyelere ulaşabilecek bir çalışmanın örgütlenmemiş olması ortaya böyle bir fiyaskonun çıkacağını gösteriyordu. Üstelik milyonlarca insanın geçim sıkıntısı ve işsizlikten kırıldığı, sınıfsal öfkenin büyümeye yüz tuttuğu bir dönemde böylesine beceriksizce bir iş gerçekleştirmenin kendisi büyük beceri!
Mesele salt çalışma yapılmamış olması da değil. Gerçekten aktif bir çalışma yapılıp, enerji harcansaydı çok şey değişir miydi? Elbette emekçi sınıfların gündeminde geniş bir yer kaplayan işsizlik, yoksulluk, zamlar gibi konularda ulusal çapta örgütlenmiş ve sokaklara, işyerlerine yaslanan bir kampanya örgütlenmiş olsaydı ciddi bir gündem yaratılabilirdi. Fakat, geçmişten günümüze gelen ezberler bu tarz bir ihtiyaç karşısında daha kolay gelmektedir.
Sonuç olarak ortaya ciddi bir anlam kaybı çıkmaktadır. Sendikaların yaşadığı anlam ve nitelik kaybı bugünün veya yakın geçmişin bir konusu değil. DİSK, KESK veya diğer örgütler ilk kez “göstermelik” bir eylem örgütlemiyorlar. Her iki konfederasyon için de bu tarz, zevahiri kurtarmanın ve bir şeyler yapıyor görünmenin yöntemi olarak kökleşmiştir. KESK ve DİSK yönetimleri genel geçer politik söylemler etrafında basın açıklamalarıyla meseleleri geçiştirmeyi adet edinmişlerdir.
Bu tarzın sonucu olarak sendikaların, köklü bir değişim yaşamadıkları müddetçe tabanı harekete geçirebilmeleri zor görünmektedir. Mevcut durum, sendikaların üyesi olan ve normal şartlarda salt üye kimliğiyle var olan emekçiler için motive edici olmaktan oldukça uzaktır. Aksine böyle bir eyleme tanık olan ve irade koyup alana gelen bir emekçi için de eylemin kendisi ilerletici olmaktan öte moral bozucu ve umutsuzluğu derinleştirici olacaktır.
Korunaklı alanlarda, genel doğruların ve belirli politik taleplerin tekrarlandığı eylemlerin cılız olmasının sebebini burada aramak gerekmektedir.
Fakat bu aynı zamanda sendika bürokrasileri için sıcak koltukları korumanın bir yöntemidir. DİSK ve KESK gibi konfederasyonların köşe başlarını tutan politik unsurların dar grupçuluğun ve sendikaların küçülmesinin getirdiği kontrol kolaylığının tadından vaz geçmelerini bekleyemeyiz. Nitekim bu unsurların taban diye bir dertlerinin olmadığı açıktır. Sendikaların kitleselleştiği bir ortamda tabandan gelen dinamizm sendikal bürokrasinin hantallığını bir eleştiri konusu haline getirecektir. Dolayısıyla dar bir kadro toplamına sıkışmak bir sorun değil, bürokrasi için bir şansa dönüşmektedir.
Emek ve meslek örgütlerinin tepelerine baktığımızda dönüp dolaşıp aynı siyasal anlayışlarla karşılaşmamız da tesadüf değildir. Başta emek örgütleri içerisinde bile sınıf mücadelesine dair reddiyeyi bir propaganda olarak öne çıkaran Kürt ulusal hareketi ve onun etrafında kümelenen sol unsurlar olmak üzere; CHP, Sol Parti, Halkevleri, EMEP gibi siyasal yapıların sendikal bürokrasinin tepe noktalarını tuttuğu düşünülürse sendikaların mevcut krizini aynı zamanda sosyalist solun bir krizi olarak okumak yanlış olmayacaktır. Bugün DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik ve Şükran Kablan Yeşil gibi isimler bizzat yukarıda belirttiğimiz geleneklerin içerisinden gelmektedir. Sonuç ise ortada. Her zaman olduğu üzere en ufak bir sorgulama yapmadan bu isimler veya yarın yerlerine gelecek bir başkaları bu koltukları kaplamaya devam edecektir.
Bağlamak gerekirse… Mevcut durumda sendikaların emek mücadelesinin taşıyıcıları olmak bir yana bir bariyer haline geldiği ortadadır. Krizi aşmanın yolu bir yandan bu sendikaların içerisinde var olarak tabanında yer alan enerjik unsurlara ulaşmaktan diğer yandan emek mücadelesini ileriye taşıyacak alternatifleri inşa etmekten geçmektedir. Özellikle genç emekçi kesimlerde ciddi arayışların bulunduğu kendisini gösteriyor. Miting alanında göze çarpan ve eğitim sektöründeki sömürüye karşı genç emekçilerin örgütlemeye giriştiği Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası örneği, Sultangazi’de yakın zamanda kazanımla sonuçlanan Tay Tekstil direnişine öncülük eden İşçilerin Güçbirliği Derneği gibi örnekler sınıfın içerisinde bir enerjinin mevcut olduğunu gösteriyor. Sendikaların mevcut dağınıklığına ve mecalsizliğine karşı bu enerjiyi harekete geçirmenin tam zamanıdır.