Filistin Sorununa Nasıl Yaklaşılmamalı: Kılıçdaroğlu Örneği – Emre Güntekin
Geçtiğimiz Pazar günü İstanbul, Diyarbakır ve Sakarya’da Trump’ın “Yüzyılın Anlaşması” olarak tanımladığı Filistin Planı’nı protesto etmek için Saadet Partisi öncülüğünde CHP, Gelecek Partisi, Hüda Par, Demokrat Parti ve İyi Parti’nin de katılımıyla bir miting gerçekleştirildi. Mitinge Kemal Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu ve Ahmet Davutoğlu da katıldı.
Mitingde en çok dikkat çeken nokta CHP’nin yaptığı üst düzey katılımın da ötesinde, Kılıçdaroğlu’nun yaptığı konuşmayla birlikte Filistin davasını savunurken kullanılan retoriğin yıllardır İslamcıların söylediği tekerlemelerden oluşmasıdır.
CHP’nin Kılıçdaroğlu öncülüğündeki bu yönelimi elbette yeni değil. Kılıçdaroğlu öteden beri AKP’yi ve Erdoğan’ı geriletmenin çaresini, ondan gerektiğinde daha da sağcı ve muhafazakâr olduğunu kanıtlamaya çalışmakta arıyor. Ekrem İmamoğlu’nun çıkışı ile birlikte bu yönelimin fayda sağladığını da düşünmüş olacak ki, mitingde milliyetçi-İslamcı söylemlerle coştukça coşmuş. Hatta birçok dinin çıkış kaynağı olan Kudüs’ün “ezelden ebede bir İslam beldesi” olduğunu iddia edecek kadar uçmuş!
Bu yönelimin ne Türkiyeli emekçilere ne de mitingin konusu olan Filistinli emekçilere bir faydası olmadığını yıllar fazlasıyla gösterdi. Kılıçdaroğlu’nun sağ-muhafazakar kesimlere hitap etme kaygısı kendi partisinden önce AKP gibi buradan ekmek yiyen unsurların dayandığı zemini güçlendiriyor.
Siyasal İslam için Filistin konusu uzun yıllar önemli bir motivasyon kaynağı oldu. Bir zamanlar tüm dünyada sol hareketlere ilham kaynağı olan ve bunun da ötesinde Türkiye’deki 68 gençliğinin adeta dönemin ruhuyla somut olarak buluştuğu bir alan olan Filistin özgürlük mücadelesi için durum maalesef yıllardır böyle ve siyasal İslam’ın bayraktarlığında bırakın Filistin halkının özgürlüğe doğru adım atmasını, koşullar yıllar geçtikçe daha da kötüye gidiyor. Filistin davasının aktörlerinin bölgenin kirli rejimleriyle artan bağı Filistin halkının tarihsel mücadelesinin sistem içi pazarlıkların bir aracına dönüşmesine yol açıyor.
Böyle bir ortamda Filistin halkının özgürlük mücadelesiyle yan yana durması elzemdir. Ama Kılıçdaroğlu örneği daha çok bunun nasıl yapılamayacağını, nasıl yapılmaması gerektiğini gösteriyor.
AKP’den ve Erdoğan’dan daha fazla Osmanlıcı, daha milliyetçi, daha İslamcı kesilmenin politik düzlemde egemen olan milliyetçi-İslamcı havayı forse etmekten başka bir işe yaramayacağı açıktır. Kaldı ki zaten bu söylemlerle politikleşen ve coşkuya kapılan kesimlerin zaten yıllardır AKP hegemonyasında olduğu bir gerçek. Aslı varken de kimsenin taklide yönelmeyeceği de hayatın basit bir kuralı. Hal böyleyken iktidarı geriletmenin tek çaresi Fatih’e, Erdoğan’ın yeni bir baskı rejimi inşa ederken öykündüğü istibdatçı Abdülhamid’e ve Türkiye’de siyasal İslam denildiğinde akla gelen ilk örneklerden biri olan Necmettin Erbakan’a selam göndermek midir?
Ya da sahibinin üzerinde eğreti duran “Sırada ne var? Söyleyeyim: Vaadedilmiş topraklar var! Nil ile Fırat’ın arası var. Diyarbakır var, Mardin var, Urfa var, GAP var, Çukurova var. Türkiye var Türkiye! Açık söylüyorum: Eğer bugün, Kudüs’e sahip çıkamazsak, yarın İstanbul’u gündeme getirirler. Bugün Filistin’i koruyamazsak, Allah korusun, yarın Türkiye’nin bütünlüğünü savunmayla karşı karşıya bırakırlar bizi.” ifadeleriyle milliyetçi hamasete ve korkulara oynamak mıdır?
Ancak bu Kılıçdaroğlu’nun politik öngörüsüzlüğünden ziyade AKP’nin de başarısıdır. AKP yıllar içerisinde hem toplumsal kutuplaşmayı sonuna kadar zorlayarak hem de muhalefeti de bu kutuplaşmaların bir tarafı haline getirerek kendi söylem ve politikalarının arkasına yedeklemeyi başardı. Bugüne kadar CHP iktidar Suriye’nin kuzeyini cihatçı yuvası haline getirirken, içeride savaş politikalarının bir uzantısı olarak muhalefete yönelik baskıyı koyulaştırırken iktidarın politikalarına karşı durma cesaretini gösteremedi, gösterse de bunu son derece cılız bir sesle yaptı. Toplumsal kutuplaşmanın önüne geçmek için siyasal İslam’ın söylemlerinde buluşmak işe yarasaydı, zaten bugüne kadar Kılıçdaroğlu istediği sonucu pekâlâ alabilirdi.
Ancak sonuç olarak iktidarla bu konuda âşık atmanın bedelini de CHP’den bağımsız olarak yine toplumsal muhalefet ödüyor. İktidara karşı her konuşanın “terörist”, “vatan haini” addedildiği bir distopyanın yaratılması oldu.
Ezilen Filistin halkının sorunlarına bu derece duyarlı olan Kılıçdaroğlu bu distopya yaratılırken iktidarın çizdiği sınırların dışına çıkmamaya özen gösterdi. Ucu öncelikle HDP’li vekillere dokunacağı açık olan dokunulmazlık oylamasından, savaş politikalarına “devlet adamlığı”na yaraşır tavırlar takındı.
Ülkedeki emekçilerin yaşamsal sorunlarından önce “sermaye”nin sorunlarını dile getirmeye özen gösterdi.
Bunlardan hangisi için şimdiye kadar istisnaları bir kenara bırakırsak CHP’den ciddi bir çıkış görüldü: İşsizlik mi? Çocukları aç kalan bir babanın kendini yakarak öldürmesi mi? Yolsuzluklar mı? İnsanların doğal afetlerde göz göre göre ölüme terk edilmesi mi? Emekçilerin ağır vergiler ve zamlar altında ezilmesi mi? Eğitimdeki gericileşme mi?
Bunları dile getirmek elbette ne Filistin ve Kürt halkı gibi ezilen kimliklerin sorunlarına uzak durmayı ne de bu iki mevzuyu birbirinden bağımsız ele almayı gerektirir. Ezilen halkların da kaderi hiç olmadığı kadar birbirine bağımlı hale gelmiştir. Nitekim kapitalizm ancak bu çelişkileri besleyerek ayakta kalabilmektedir. Dolayısıyla düzenden köklü bir kopuş olmadan eşitlikçi, adil bir toplumsal yapının kurulamayacağı açıktır.