Erdoğan’ın Dış Politikası: Fırdöndü Stratejisi – Gökçe Şentürk
Giderek desteği zayıflayan AKP’nin iktidarda kalma politikası önümüzdeki dönemin temel belirleyicisi olacak. Ekonomi, iç ve dış siyasetteki bütün gelişmelerin bağlandığı nokta gelecek seçimler. Bir süre önce Erdoğan içerde azalan desteğine karşılık, dış politikada kendisine yeni alanlar açmaya çalıştığını görmüştük.
RTE’nin Trump dönemi alt-emperyalist, neo-osmanlıcı dış siyaseti Biden’ın iktidara gelmesiyle birden çark etmişti. Zaten Libya, Suriye, Karabağ gibi çatışma noktalarında Türkiye’nin yayılmacı politikası emperyal büyük güçlerin oyun kurucu olarak devreye girmediği ya da izin verdiği ölçüde yürütülebiliyordu. Ülkede belirli bir sıcak para akışıyla ekonominin döndürebildiği yoksulların yaşama bir şekilde tutunabileceği/geçinebileceği yerde dış siyaset, toplumu kutuplaştırmanın bir aracı olarak iç siyaseti besleme aracıydı. Bir yandan da ABD gibi dünyanın tepesindeki haydutun başındaki bir manyakla kurulan ‘özel dostluk’ göreli bir alan da sağlıyordu.
Biden sonrası dünyaya meydan okuyan “mazlumların lideri” gitti yerine bir görüşmecik olsun koparabilmek için gayet uyumlu açıklamalar yapan Trump dönemi ‘yaramazlıklarını’ telafi görüntüsü veren bir devlet başkanı geliverdi. Ne de olsa stratejik müttefiklik AKP döneminden çok öncesine dayanıyordu. Dolayısıyla S-400 meselesi ortak bir çözüm arayışıyla halledilecekti. Kırım ve Donbas meselesi, Polonya ve Ukrayna gibi Putin karşıtı ülkelerle kurulan ilişkiler ve İHA satışlarıyla Rusya karşısında yeniden NATO çizgisine girildi ve ABD’ye gelecek dönem için daha uyumu bir partner olma sözünün tutulacağı gösterilmiş oldu. Ah Taliban bu kadar hızlı ilerlemeyecekti ki Kabil havaalanı da ABD’nin ardından Türkiye’nin kontrolüne bırakılacak ve bir ileri karakol vazifesi daha layıkıyla yerine getirilecekti. Böylelikle ekonomik buhranın etkilerinin emekçiler üzerinden daha yakıcı şekilde görünmesini en azından seçime kadar erteleyebilecek sıcak para girişleri de garanti altına alınabilirdi. Ama…
Ama RTE’nin ABD ziyaretinde Biden’la görüşme isteği reddedilince gelecek dönemde de belli ki çokça göreceğimiz fırdöndü stratejisi gereği yüz yüze görüşme öncesi Putin övgüsü başladı. Putin’in Biden’a kıyasla “hep sözünde durduğu” vurgusu dikkat çekti. Oysa, 2015’te Rusya’nın Suriye Savaşı’na müdahil olduktan sonraki harcamalarını 2,5 milyar dolara S-400 satarak Türkiye’ye ödeten Putin, söze güvenmekten daha garanti yöntemlerle siyaset yürütüyor.
İçerde ekonomi temelli manevra kabiliyeti daralan iktidarın dış siyasetteki çarkları da daha beceriksizce ve çaresizlik görüntüsü sergiliyor. ABD’nin F-35 programına yeniden dahil olabilmek için türlü çözüm arayışları yerini Putin görüşmesi sonrası yeni bir S-400 alma söylemine bıraktı. Hatta Putin’e Türkiye’ye iki yeni nükleer santral daha kurulması konusunda sözler verildi. Böylece Erdoğan tam da Putin’in istediği kıvama gelmiş oldu.
Hem ABD hem de Rusya hem de Erdoğan’la muhattap olan emperyalist-kapitalist güçler şu aşamada Erdoğan rejiminin ayakta kalabilmek adına kendilerine fazlasıyla muhtaç olduğunu görüyor. Erdoğan kah ABD’yle kah Rusya’yla flörtleşerek gemiyi yüzdürmeye çalışsa da bu politikanın artık işlemediği ve dış politikayı tutarsızlıklara sürüklediği ortada. Örneğin dış politikanın en önemli gündem maddelerinden birisi olan Suriye konusunda Erdoğan’ın en büyük şansı Putin yönetiminin onunla ipleri tamamen koparacak şekilde hareket etmekten kaçınmasıdır. Her ne kadar Rusya Suriye topraklarından yabancı askerlerin çekilmesi konusunda Esad’la aynı düzlemde hareket etse de Erdoğan’a henüz buraya kadar denmiş değil. Fakat bu konuda da suyun yavaş yavaş ısıtıldığının da altını çizmek gerek. Zira on yıldır Esad rejimine karşı savaşın adeta bir tarafı haline gelen Sünni Körfez rejimleri bile yavaş yavaş Şam’la ilişkileri yeniden inşa ederken; hala Esad’ın devrilmesi hayalinde yaşayan Erdoğan rejimi bu tatlı rüyadan uyandırılacaktır. Burada da İdlib önemli bir rol oynayacaktır. İdlib meselesi Rusya’nın sürekli saldırılarla AKP’yi sıkıştırarak ikili ilişkide kontrolün kendi lehine güçlenmesi için kullanılacak önemli bir koz. İdlib’te Türkiye’nin yaptığı yatırım, yandaş şirketlere verilen payeler, TL üzerinden yapılan ticaret vs alt-emperyalist hayallerle birleştiğinde kolay kolay vazgeçilebilir gibi görünmüyor. Dolayısıyla günü geldiğinde İdlib meselesi daha çok su kaldıracak gibi görünüyor.
Erdoğan şimdilik Biden’a karşı Rus kartına güveniyor. Ekim ayı sonunda gerçekleşecek Biden görüşmesi muhtemelen Erdoğan’ın yeni rotasını belirleyecektir. F-35 yoksa F-16 da olur denilerek şimdiden ufak mesajlar iletiliyor. Ancak iktidar için asıl belirleyici nokta Suriye’de Kürt ulusal hareketine verilen destekten vazgeçilmesi olacaktır. Son günlerde Suriye’de YPG’ye karşı yeni bir harekata girişilebileceğine dair verilen işaretlerin zamanlaması boşuna değildir.
Kah öyle kah böyle… Erdoğan rejimi şimdilik iki süper güç arasındaki yarıklar üzerinden yol almaya çalışıyor. Bu şekilde yürütülen dış politika ise iktidarı dün ak dediğine bugün kara demek zorunda bırakıyor. Neo-Osmanlıcılıktan gelinen son nokta bu. İktidarı kaybetme olasılıkları Erdoğan’ı bulabildiği her dala tutunmaya zorladıkça bu tutarsızlıkları daha fazla göreceğiz.