Emperyalist Savaşa Ve Kapitalist Felakete Karşı Duralım
Editör Notu:
Bilindiği üzere Ukrayna Savaşı’na karşı takınılacak tavır konusunda dünya sosyalist hareketinde önemli ayrışmalar yaşanmıştı. Şimdi de bu ayrışmalara uygun yeni ortak çabalar gelişiyor. Bu bağlamda dünya sınıf hareketi için önemli bir ülke olan Arjantin’in en önemli devrimci Marksist güçlerinden olan Partido Obrero’nun emperyalist savaş ve kapitalist krize karşı devrimci yanıtları ele alan kongre belgelerinden birini okuyucularımıza sunuyoruz.
Emperyalist kriz, savaşlar ve dünya çapında yükselen sınıf mücadelesi sürecinin getirdiği ihtiyaçları karşılamak için uluslararası devrimci hareketin ürettiği yanıtları ve devrimci Marksistlerin birlikte atacağı yeni adımları okuyucularımıza sunmaya devam edeceğiz.
Emperyalist Savaşa Ve Kapitalist Felakete Karşı Duralım
Partido Obrero’nun XXVIII Kongresinden uluslararası çağrı.
Yaşasın dünya işçilerinin birliği! Kahrolsun emperyalizm, kapitalist hükümetler ve restorasyonist rejimler!
Yaşasın işçi hükümetleri ve sosyalizm! İşçilerin devrimci enternasyonal için ileri!
Arjantin ve dünya işçi sınıfına:
Ukrayna’daki savaş, dünya krizinin gelişmesinde yeni bir dönüm noktası oldu.
Emperyalist savaş, yakın geçmişten farklı olarak bugün Avrupa’nın göbeğinde yaşanıyor. Rusya’nın, dünyanın gündemine nükleer çatışma dahil olmak üzere üçüncü bir dünya savaşı olasılığını koyan Ukrayna işgali, yalnızca kapitalist antagonizmalarının çözümsüz niteliğini yansıtmakla kalmıyor; aynı zamanda iktidardaki rejimin çürümüşlüğünü de kanıtlıyor.
Zelenski hükümetinin – emperyalizmin Rusya’yı askeri çevreleme girişiminin bir parçası olarak – Ukrayna’yı NATO’ya sokma çabası, bugün sürmekte olan savaşın tetikleyicisi oldu. Asıl motivasyon ise bu savaşın merkezinde yer alan emperyalist NATO güçlerinin tüm eski Sovyet bölgesini ekonomik ve finansal olarak sömürgeleştirmektir. Zaten ABD ve Avrupa Birliği’nin, 2014’te Rusya yanlısı gerici bir hükümeti yerinden edip yerine yalnızca gerici değil, aynı zamanda da IMF kuklası olan bir hükümeti getirerek Ukrayna’da başardığı şey de buydu.
Emperyalizmin bugünkü çatışmaların gelişmesindeki rolüne bakıldığında; Ukrayna’nın ulusal kurtuluşu için savaşmadığı, NATO’nun bir piyonu gibi hareket ettiği görülecektir. Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımları zorlamak, Ukrayna ordusuna milyarlarca dolarlık ağır silahlar sağlamak, her şeyden önce savaşın ve barış müzakerelerin genel seyrini koşullara bağlamak bu ilişkiyi yansıtmaktadır.
Siperin diğer tarafındaki Rusya, gerici Ukrayna işgaliyle yalnızca NATO’nun Doğu Avrupa’daki amansız ilerlemesini engellemeye çalışmıyor. Aynı zamanda Putin, Çar Büyük Petro’yu yücelterek ve ona öykünerek “kaybettiği zemini” yeniden kazanmaya çalışıyor.
Askeri bir güç olarak Rusya, sadece kendi halkına karşı değil, başta çevre ülkeler olmak üzere birçok halka ve ülkeye de karşı da baskıcı bir devlet olarak hareket etmektedir. Putin’in ve Rus ordusunun işbirliğiyle Rusya’nın bu yüzyılın başında Çeçenistan’daki savaşta ortaya koyduğu ve daha yakın zamanda, 2020 ve 2021’de Beyaz Rusya ve Kazakistan’daki halk ayaklanmalarını bastırmak üzere gösterdiği çaba bu şekilde okunmalıdır.
Savaşın gelişimi, başından beri aşikar olanı daha net hale getirdi: Ukrayna ve Rus halklarının asıl düşmanları kendi ülkelerindedir.
Ukrayna halkının asıl düşmanı, ABD ve Avrupa emperyalizmi gibi sömürgeci emelleri gerçekleştirmek için hareket eden Zelenski hükümetidir. Öte yandan, Rus halkının düşmanı, anti-emperyalist bir mücadeleye öncülük etmek şöyle dursun, Rus kapitalist oligarşisinin ve onun militarist yayılmacılığının çıkarlarının ortak temsilcisi olarak hareket eden Putin’dir.
Savaşla gerçek bir yüzleşme, savaşı sürdüren hükümetleri devirmek için mücadeleyi ilerletmek, işçi hükümetleri kurmak ve başta Ukrayna ve Rusya olmak üzere halkların kardeşleşmesini ilerletmek anlamına gelecektir.
Ukrayna’nın rakip güçler arasında parçalanmasına ve bölünmesine karşı, Rusya’nın da dahil olduğu bir Avrupa sosyalist cumhuriyetler federasyonu çerçevesinde, birleşik ve sosyalist bir Ukrayna’nın kurulması yoluyla halkların ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı talebini yükseltiyoruz.
Savaşa karşı savaş!
Emperyalist sömürgeleştirme saldırısı eski Sovyet bölgesiyle sınırlı değil. Aslında ana hedefi Çin. Çin’in son 20 yılda gösterdiği olağanüstü gelişme ve büyümeden endişe duyan ABD emperyalizmi, beş yılı aşkın bir süredir Asya devini hedef alıyor.
Öte yandan Ukrayna’daki savaş bize şunu gösteriyor: ne emperyalizmin eski işçi devletlerini (bu ülkelerdeki kapitalist oligarşilerin ve restorasyonist bürokrasilerin zararına olacak şekilde) sömürgeleştirme çabası ne de Çin’in dünyanın hegemonik gücü olarak ABD’ye kendini dayatma girişimi barışçıl yollarla olabilecektir.
Üçüncü dünya savaşı ihtimalini gündeme getiren işte bu temel çatışmadır. Bu nedenle, emperyalist ülkelerin ve güçlerin askeri bütçeleri, bu savaşla birlikte son dönemde daha da yoğunlaşarak artmıştır.
ABD emperyalizmi, Asya’da Avustralya ve İngiltere ile yeni bir askeri ittifak (AUKUS) yarattı. Güney Çin Denizi’ni çevrelemeyi hedefliyor. Geçenlerde Japonya turunda Biden, Pekin Tayvan’a “saldırırsa” askeri olarak müdahale etme sözü verdi. Savunma harcamalarını da artıran Çin ve Rusya, buna Japonya yakınlarında ortak bir nükleer bombardıman tatbikatı düzenleyerek karşılık verdi.
Biden, 2023 için ABD tarihindeki en yüksek askeri bütçeyi önerdi – İngiltere de aynı yolda ilerliyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana tarihi bir dönüş yaşayan Almanya, yeniden silahlanma konusunda mesafe kat ediyor ve Japonya’nın iktidar partisi de aynı yolu izlemeyi seçiyor. İtalya, Fransa ve İspanya NATO gereksinimlerini karşılamak için askeri bütçelerini artırıyorlar. İsveç ve Finlandiya, emperyalizmin askeri örgütüne katılmaya hazırlanıyor ve Avrasya’nın bir başka büyük askeri gücü olan Türkiye, bu üyelik sürecini Kürt halkına karşı imha politikasını güçlendirmek için kullanıyor.
Silahlanma yarışında tüm “çatlaklar” kapanıyor: Amerikan Cumhuriyetçileri ile Demokratlar arasında; İngiltere gibi Avrupa Birliği’nin muhalifleri ile onun destekçileri arasında; Macron gibi sağcılar ile Fransa’da PS (Sosyalist Parti) ve İspanya’da Podemos gibi “ilericiler” arasında. Sağdan “sol”a Kuzey Amerika ve Avrupa’daki tüm ana siyasi güçler, kendilerini emperyalist sermayenin sadık temsilcileri olarak gösteriyor.
Silahlanma yarışı, önümüzdeki zamanların habercisidir. Öte yandan, yeni bir dünya felaketinin ne zaman patlak vereceğini veya büyük güçlerin nasıl ittifaklar kuracağını tahmin etmeye çalışmak da oldukça zor. AB’nin Ukrayna ihtilafında ABD ile kurduğu mevcut ittifak nihai değil; örneğin aralarında Rusya’da gerçekleşebilecek bir rejim değişikliği neticesinde eski Sovyet bölgesinin sömürgeleştirilmesinden kimin çıkar sağlayacağı konusu bu güçler arasında sert bir mücadeleyi tetikleyebilir. Her ne olursa olsun, yakın gelecekte savaşan aktörler arasında ateşkesler yapılsa bile, bunların istikrarsız tavizler olacağı ve genel eğilimin askeri açıdan büyük bir çatışmaya işaret ettiği açıktır.
Başta emperyalist ülkelerde olmak üzere işçi sınıfını emperyalist savaşlara ve silahlanmaya karşı mücadeleye kazanma çabası birinci dereceden bir meseledir. İşçi sınıfının uluslararası birliği çerçevesinde, silahlanmaya ve emperyalizm yanlısı şovenizme karşı NATO’nun dağıtılması, ABD ve Avrupa emperyalizminin yıkılması, Rus birliklerinin Ukrayna’dan çekilmesi, kapitalist ve restorasyonist hükümetlerin devrilmesi ve işçi hükümetleri için mücadele etmek gerekiyor.
Kapitalist iflas
Emperyalizmin ticaret ve döviz savaşından askeri savaşa tırmanan sömürgeleştirme politikası, sermayenin içsel krizini aşmaya yönelik çabası olarak görülmelidir. Emperyalist sermaye, münhasır hakimiyeti ve intifa hakkı için yeni pazarları yağmalayarak, kâr oranındaki düşüşü atlatmaya çalışmaktadır.
Başat emperyalist güçlerin 2008’de ve daha büyük ölçekte 2020’de hız verdiği dizginsiz para basımının, üretken yatırımların düşüşünü neden tersine çevirmediğini açıklayan şey; kapitalist kâr oranındaki düşüş ile meta ve sermaye aşırı üretimidir. Bu süreçte sermaye, bırakalım üretime yönelmeyi, aksine, finansal spekülasyona sığınmayı seçmiştir.
Şimdi tüm bunların sonucu olarak, hayali sermayenin devasa likidasyonuna ve uluslararası düzeyde yüksek enflasyonist sürece tanık oluyoruz. Savaşın patlak vermesi yalnızca emtia fiyatlarını artırarak küresel enflasyonu körüklemekle kalmadı, aynı zamanda tüm ülkelere arzı kesme ve olağanüstü bir insani kriz yaratma tehdidi oluşturan devasa bir gıda ve enerji krizini de tetikledi.
Yatırımların kesildiği bu ortamda enflasyonist göstergeleri kontrol altına almak amacıyla ABD Merkez Bankası’nın ve Avrupa Birliği’nin faiz oranlarını artırması, halihazırda ekonomik büyümeyi yavaşlatıyor. Bu durum, işten çıkarmalar ve şirket kapanmaları dalgasıyla birlikte yeni bir durgunluğa yol açacaktır.
Çin, dünya ekonomisinin durgunluğunu önleyecek bir lokomotif işlevi görmek şöyle dursun, devasa bir emlak balonuyla kriz içinde. Çin Komünist Partisi’nin “Sıfır Covid” politikası ile baskıcı kısıtlamalarının yarattığı ekonomik yavaşlamadan Çin, güçlü bir şekilde etkileniyor.
Kapitalist iflas, geçiş programının güncelliğini ve geçerliliğini bir kez daha göstermektedir. Hayat pahalılığındaki sistematik artış, eşel mobil sistemi için mücadelenin zorunluluğunu ortaya koyuyor. Kitlesel işten çıkarmalar ve fabrikaların kapanması tehdidi, kapitalistlerin muhasebe defterlerinin açılması ve işçilerin işgal ettiği fabrikalarda üretime devam etmesi için mücadeleyi işaret ediyor. Artmakta olan işsizlik oranı, işsizlik sigortası ve çalışma saatlerinin ücret kesintisi olmaksızın azaltılması için bir mücadeleyi gerektiriyor. Ekonominin genel düzensizliği; bankaların, enerji ve tahıl tekellerinin kamulaştırılması ve genel işçi denetimi mücadelesini şart koşuyor.
Bu geçiş programı, emekçi kitlelerin sermayeye ve onun devletine karşı acil talepleri için verilen mücadeleyle işçi sınıfının özyönetimi için verilen mücadeleyle birleştirmektedir.
Çürüyen bir rejim
Kapitalist rejimin şiddetli çürüme süreci, yalnızca, insanlığın ilerlemesini amaçlayan üretici güçlerin yerine silah endüstrisinin yıkıcı güçlerini koyan savaşçı eğilimler tarafından hızlandırılmıyor. Gezegenimizin yok olma olasılığını gündeme getiren çevresel tahribat, aynı zamanda kapitalizmin çürümüş karakterinin de açık bir ifadesidir.
Sermaye, kârını maksimize etmek uğruna doğaya karşı en kirletici ve en vahşi yöntemleri kullanıyor. Seller, kuraklıklar, yangınlar veya Kuzey Kutbu ile Antarktika buzullarının erimesi, çevreyi kirleten gazların yayılımının neden olduğu küresel ısınmadaki ilerlemenin somut bir göstergesidir. Çevresel tahribatın yeni salgınlar yaratması ihtimali işten bile değil.
Çevreye dair düzenlemeler, kapitalistler tarafından sistematik olarak ihlal ediliyor. Krizin kendisi, bunların kesin olarak ortadan kaldırılması için kapitalist baskıları yoğunlaştırıyor.
Çevre mücadelesi zorunlu olarak kapitalist üretim sistemine son verme mücadelesini gerektirir. Yalnızca işçi sınıfının önderliğindeki ekonomik planlama, üretim sürecini doğanın ve gezegenin korunmasına dayalı olarak yeniden düzenleyebilir.
Kapitalist çürüme, pandemi sırasında bir başka yüzüyle daha gün yüzüne çıkmış oldu: ulus-devletlerin sağlık krizine koordineli bir şekilde yanıt veremediği ortaya çıktı ve aşı patentlerini tekelleştiren laboratuvarlar, kapitalist kârlarını milyonlarca insanın yaşamının karşısına koydu.
Salgının ilk iki yılında, dünyanın en zengin on adamı servetlerini ikiye katlayarak 700 milyar dolardan 1,5 trilyon doların üzerine çıkardı. İnsanlığın %99’unun ise gelirleri azaldı: 160 milyon insan aşırı yoksulluğa itildi.
Böylece, insan sağlığının ve yaşamının korunmasının da kapitalizmde mümkün olmadığı kanıtlanmıştır. İlaç laboratuvarlarının ve tekellerinin kamulaştırılması ve tüm nüfusun sağlığa erişimini garanti eden halk sağlığı sistemlerinin güçlendirilmesi, bugün hala son derece geçerli olan ve ancak işçi hükümetleri tarafından ileriye taşınabilecek taleplerdir.
Halkların mücadelesi
Toplumsal ve çevresel krizlerin, baskıcı şiddetin, kadınlara ve farklı cinsel kimliklere yönelik şiddetin yoğunlaşmasına neden olan şiddetli kapitalist çözülme süreci, halk isyanlarının yeşermesini mümkün kılan bir topraktır. Bu süreç aynı zamanda da işçi sınıfının savaşkan müdahalesinin ortaya çıkmaya başladığı alandır. Dünyanın dört bir yanında halk isyanları ve işçi mücadeleleri patlak veriyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde salgının ortasında ırkçılığa ve polis şiddetine karşı patlak veren ve dünyanın öncü proleterlerini de kapsayan halk isyanı, şu anda gelişmekte olan önemli grev ve sendikalaşma süreçlerinin ayak sesleriydi. Dünyanın en büyük emperyal gücünün içinde, kürtaj hakkını ortadan kaldırmaya yönelik gerici girişimlere karşı da çok önemli bir kadın hareketi gelişiyor.
Hayat pahalılığının artışı ile karşı karşıya kalan büyük Avrupa proletaryası, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya’daki grevlerle uyanmaya başladı. Belarus’taki halk ayaklanmasında işçi sınıfı da büyük bir rol oynadı. Asya’nın Sri Lanka’dasınki son halk isyanından önce Lübnan, Kazakistan ve Tayland halklarının isyanları patlak vermişti; sonrasında ise Endonezya ve Hindistan’daki büyük işçi grevleri geldi.
Gıda krizi, şimdiden Kuzey Afrika’da dolaşan Arap Baharı hayaletini uyandırıyor. Bu durum, Tunuslu işçilerin artan hayat pahalılığına ve hükümetin özelleştirme saldırısına karşı gerçekleştirdiği genel grevle belirginleşti.
Devlet borcu krizi, toplumsal çöküş ve mali-parasalcı düzenlemelerle sarsılan tüm Latin Amerika alt kıtası, son birkaç yılda halk isyanlarıyla bezendi: 2019’da Ekvador ve Şili’de; 2020’de Bolivya, Peru ve Guatemala’da; 2021’de Paraguay ve Kolombiya’da. Şu anda Ekvador, bir kez daha yerli halklardan köylülerin ve işçilerin militan eylemlerine sahne oluyor.
Çoğu Latin Amerika ülkesinde sağcı hükümetlerin iflasından sonra, merkez-sol veya kapitalist milliyetçi güçler siyasi iktidarı ele geçirdiler veya almaya hazırlanıyorlar. Birçok örnekte görüldüğü üzere, halk isyanlarını burjuva kurumlara kanalize etmeyi başardılar.
Şili’de Gabriel Boric, Peru’da Pedro Castillo, Bolivya’da Luis Arce, Kolombiya’da Gustavo Petro, Meksika’da AMLO (Andrés Manuel López Obrador), Arjantin’de Fernandezler ve Brezilya’da Lula Da Silva liderliğindeki bu güçler, emperyalizmle bağlarını koparmaktan ve halkın geniş taleplerini karşılamaktan acizler. Hatta bu yüzyılın başında Latin Amerika’da ortaya çıkan burjuva milliyetçiliğinin hayal kırıklığı yaratmış olan deneyiminin daha kötü bir versiyonunu temsil ediyorlar.
Bir kez daha kanıtlanmıştır ki: Latin Amerika ülkelerinin ulusal ve toplumsal kurtuluşunun, emperyalizmden kopup işçi hükümetlerinden müteşekkil bir Latin Amerika Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu’nu kurma görevi yalnızca işçi ve köylülerinin muvaffak olabileceği bir görevdir.
Yeni bir işçi enternasyonali
İnsanlığın içine girdiği emperyalist savaş, kapitalist çöküş ve halk isyanlarıyla karakterize olan bu sarsıcı dönem, devrimci sola kendisini güçlü bir alternatif olarak kanıtlaması için yeni fırsatlar sunmaktadır.
Ancak kriz, işçilerin ve devrimcilerin önüne zorluklar da koymaktadır. Gerçek şu ki, dünya solu bir özne olarak emperyalizm karşısında politik ve ideolojik yenilgi almış; geniş toplumsal kesimleri kaybetmesinin neticesinde pılı pırtıyı toplayarak kapitalist tarafa geçmiştir.
Ukrayna savaşı konusunda, her halkın asıl düşmanının kendi ülkesinde olduğunu söyleyen bağımsız siyasetin dünya solu yelpazesinde azınlık olarak kalması, bu durumun göstergelerinden biri olmuştur. Solun çok büyük bir bölümü, “Ukrayna direnişini” desteklemek adı altında nesnel olarak NATO kampında yer almıştır; diğer kesimi ise Putin hükümetinin kampına iltica etmiştir.
Solun çoğunluğunun yaşadığı bu siyasi teslimiyet, uzunca bir süredir, politik ve örgütsel oportünizm doğrultusunda yaşanan bir rejime uyum süreciyle ortaya çıkmıştır. Solun, [Fransa’da] NPA veya [Brezilya’da] PSOL gibi “kitle” partilerine entegrasyonu; siyasi olarak tasfiye olmaları ve seçim iştahına teslim olmuş sınıf işbirlikçisi kliklere dönüşmeleri anlamına gelmiştir.
Ne var ki seçim aygıtları ya da propaganda grupları, içinde bulunduğumuz savaşlar, krizler ve isyanlar dönemi ile başa çıkamaz. Tam tersine, bu dönem, tüm ülkelerde işçi sınıfının mücadeleci partilerinin kurulmasını; ajitasyon, propaganda ve örgütlenme yoluyla işçi hükümetleri ve sosyalizm için mücadele edecek devrimci bir Enternasyonal kurulmasını gerekli kılıyor. Dördüncü Enternasyonal’in yeniden kuruluşu görevi her zamankinden daha acildir.
Çağrı
İşçi sınıfı hükümeti için mücadelenin hazırlık çalışması olarak proletaryanın bağımsız siyasi yapılanması için Arjantin’de yorulmadan çalışan Partido Obrero, söz konusu kitlelerin mücadelesini yükseltmek olduğunda, mevcut güçlerl pratik işbirliği yapmayı savunur. Arjantin’de piquetero, sendika, kadın ve gençlik hareketlerindeki rolümüz bunun teminatıdır.
Bu anlayıştan hareketle İşçi Partisi 28. Kongresi; dünya çapında işçi hareketinin örgütlerini, halk hareketlerini ve devrimci solu emperyalist savaşa, kapitalist barbarlığa ve onun hükümetlerine karşı uluslararası bir kampanya başlatmaya çağırıyor.
Bu uluslararası kampanyanın içeriği şu sloganlarla özetlenebilir:
Kahrolsun emperyalist silahlanma! NATO dağıtılsın! ABD-Avrupa emperyalizmi ve Rus birlikleri Ukrayna’dan defol! İşçilerin uluslararası birliği için kahrolsun savaş hükümetleri.
Krizin faturasını kapitalistlere ödetecek ortak mücadele için ileri! İşçi hükümetleri ve sosyalizm için ileri!
Böylesi bir kampanya, polemikler geliştirmek ve devrimci öncü içinde siyasi netleşme sağlamak için elverişli bir çerçeve olacaktır. Ancak böyle bir sürecin neticesinde işçilerin sosyalist ve devrimci Enternasyonali ortaya çıkabilir. Kapitalizmi tarihe gömmeye ancak böyle bir Enternasyonal nail olabilir.
Partido Obrero
19.06.2022
Kaynak: https://prensaobrera.com/english/lets-stand-against-imperialist-war-and-capitalist-catastrophe