Emekçinin Payı Açlık, Emekçinin Payı Katliam! – Fadıl Güçlü (İş Güvenliği Uzmanı)
Her defasında asgari ücrete yapılan trajikomik zamlara karşılık doğal gaz, elektrik, su, toplu taşıma, yakıt ve gıda gibi temel ihtiyaçlara yapılan zamlar sebebi ile emekçinin yüzü hiç gülmez oldu. Sabahtan akşama kadar fiziki yorgunluğun yanına birde ay sonunu getirmenin hesabı ile zihinsel yorgunluk ekleniyor. Ekonomik yetersizlikler içinde çırpınan emekçiler ikinci bir iş yapmak veya her gün daha fazla bankalara borçlanmak zorunda kalıyor.
Avrupa’da haftalık en uzun çalışma süresine sahip olan Türkiye’de emekçiler yaptığı ek işlerle birlikte günde ortalama 13 saat çalışmak durumunda kalıyor. Bu yüksek çalışma saatlerinden dolayı yeteri kadar dinlenemeyen ve ekonomik yetersizliklerle boğuşan emekçilerde dalgınlık, dikkat dağınıklığı gibi sorunlar sıkça baş gösteriyor.
Diğer tarafta sermaye sınıfının yoğun istek ve talepleri üzerine; özelleştirme, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma gibi, esnek ve güvencesiz istihdam biçimleri ile emekçiyi sömürme yöntemlerinin yaygınlaştırılması yine güvensiz bir çalışma ortamına davetiye çıkarıyor. Neredeyse iş güvencesi kalmamış durumdaki emekçilerin çalışma sistemi içerisinde iş kazası geçirmemesi neredeyse başarı sayılacak. Yine sermaye sahiplerinin böyle bir akıl tutulması yaşadığı sistemde, iş kazalarının % 50 sinin insan kaynaklı olmasına şaşırmamak gerekir.
TÜİK’in 2007 yılında açıkladığı verilere göre yıllık ortalama 80.602 olan iş kazasının 745’i ölümle sonuçlandı. Ölümlü iş kazalarının devamlı artması üzerine 2012 yılında 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunun çıkarılması da iş kazalarına bir çözüm olmadı. Takip ettiği önceki yıla oranla 2017 yılında % 25 oranında artış gösteren iş kazası sayısının 359.766’lara dayandığı ve 1633’sının ölümle sonuçlandığı göze çarpıyor. Sadece bu veriler bile kanun çıkarmanın yetersiz olduğunu teoride çıkarılan kanunların sahada denetim mekanizması ile desteklenmesi gerektiğini gösteriyor. Oysa bu alanda yapılan birçok düzenlemenin sadece şirin görünmek için olduğu apaçık ortada. Nitekim Soma maden katliamında 301 madencinin yaşamını yitirmesinin üzerinden altı yıl geçmiş olsa da hala zihnimizdeki yerini korumaya devam ediyor. Çünkü sanıklara verilen 3 yıl maden işletmeme cezasının kaldırılarak katliamın sorumluları iktidar tarafından resmen ödüllendirildi. Yapılan düzenlemelerin tam tersine iş kazalarının giderek artığı gerçeği ise gözler önünde. Henüz 2020 yılının ilk 5 ayında 374 ölümlü iş kazasının meydana gelmiş olması bunu kanıtlar nitelikte.
Covid-19 pandemisinin dünyanın dört bir yanını sarması ile emekçiler bir de ekstra işsizlikle karşı karşıya. Zaten çalışıp emeğinin karşılığını alamayan emekçi bir de işsizlikle mücadele etmek durumunda kalacak. İşsizlik kaynaklı intiharların zirve yaptığı bu dönemde işsizler ordusuna 1 milyonluk kişi daha eklendi; her ne kadar hükümet yanlısı kurumların açıklamış olduğu rakamlar işsizlik oranının % 0,9 gerilediğini söylese de sokaklarda durum tam tersine ve oranın daha yüksek olduğu gizlenemiyor.
Bütün bunların yetmediği düşünülüyor olmalı ki; bir lütuf gibi sunulan kısa çalışma ödeneği ile işverenin ekmeğine yağ sürüldü. TÜİK verilerine göre bir çalışanın aylık yaşam maliyetinin 2.961 TL olduğu bir ülkede emekçiye açlıktan başka bir ihtimal sunulmuyor. Emekçiler günlük 39,2 TL (aylık brüt 1.177 TL) gibi komik bir ücret ile resmen ölümle baş başa bırakılıyor.
Türkiye’nin bir kurtuluş yolu olarak baktığı ve uğruna üniversite çağındaki öğrencilerin sağlığını yok saydığı turizm sektörünün de bu sene beklenenin altında kalacağı aşikâr. Diğer taraftan iktidar yandaş sermaye patronlarını teşvik paketleri ile desteklerken; açlık, yoksulluk ve işsizlik emekçinin üstüne gelmeye devam edecek gibi görünüyor.
Bu verilere dayanarak Türkiye’nin iş kazası alanında ILO’nun gözetimi altında olan tek ülke olması ve bu alanda Avrupa’da ilk sırada yer aldığı gerçeğini de göz önüne aldığımız zaman ekonomik yetersizlikten dolayı işçi sınıfına sadece sosyal hayatta değil, iş hayatında da büyük ve acı bir pay düştüğünü söyleyebiliriz. Bu kadar yoğun sömürüye, baskıya ve iş kazalarına maruz kalan emekçiler her gün ölmektense bir gün ölmeyi tercih ediyor. Nitekim daha senenin başında enerji şirketinin kesmiş olduğu faturayı ödeyemeyecek durumda olan 4 kardeşin siyanür ile hayatlarına son vermesinin ardından, siyanür ile intihar olayları baş göstermeye başladı ve ardı arkası kesilemedi. Tamda aynı günlere denk düşen Elâzığ Depremi’ne en iyi ve temiz haliyle Konya’dan kendi kamyonu ile ücretsiz yardım götüren bir kamyon şoförünün de borçlarımı ödeyemiyorum diyerek kendini kamyonun önüne asarak intihar etmesi bu yaşananların bir örneği. Nitekim AKP hükümetinin iktidara geldiği yıllarda ortalama intihar vakaları iki binken ve temel intihar sebepleri aile içi geçimsizlik, bireyler arası anlaşamamazlık iken; 2020 yılına geldiğimizde bu rakam 3.150’lere dayanmış durumda ve intiharların en büyük sebebi ekonomi, geçinememe olarak göze çarpıyor. Hükümetin bu intiharları önlemek ve sebebini araştırmak için hiçbir çaba sarf etmediği ise apaçık ortada.