Dünyaya Umut Taşıyan Ekim Devrimi 94 Yaşında!
1917 Ekim Devrimi 94. yaşını kutluyor. Daha önceki yazılarda Ekim Devrimi’nin siyasi incelemesi ayrıntılı olarak yapılmıştı. Bu yazıda asıl olarak devrimin getirdiği barış fikri, Osmanlı ve Anadolu hareketi içindeki yansımaları ve devrim fikrinin 21.yy da güncelliğine değineceğiz. Ekim Devriminin gerçek hikâyesi resmi kaynaklarda yazmaz. Türk tarih kitaplarında ismi Rusya’da Bolşeviklerin yaptığı bir darbe olarak mecburen geçer; çünkü Kurtuluş Savaşı’na maddi-manevi destek veren tek güç Rusya’daki işçi iktidarıdır. Bugün bu kadar karalanan devrim, 94 yıl öncesinde nasıl karşılanmıştı? Bunları anlatmaya çalışacağız; ama bir an, birkaç milyon insanın hem kendi ülkelerinin hem de dünyanın kaderini değiştirdiğini hayal etmeye çalışın. İşte tam olarak böyle bir zamandan bahsediyoruz. Bir Savaş, Bir Devrim 1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı tüm dünyayı kana bulamıştı. Emperyalist güçler iki kutba bölünerek kendi çıkarları uğruna halkı cepheye, ölüme yolluyorlardı. O yıllarda emperyalistlerin paylaşım savaşına karşı her ülkenin devrimcilerinin kendi burjuvazilerine savaş ilan etmeleri alınabilecek en tutarlı devrimci tavırdı. Lenin’in daha savaş yeni patlak verdiğinde ortaya koyduğu ‘Devrimci Yenilgicilik’ fikri, Lenin’i ve Bolşevikleri hedef tahtasına oturtmaya yetmişti. Gerek Rusya içinde gerekse diğer ülkelerdeki Sosyal Demokratlar (o zamanlar sosyalistler ve sosyal demokrat politik tavır olarak ayrışmamıştı) emperyalist savaşa tam destek verirken, sadece Bolşevikler savaşı burjuvalara karşı bir iç savaşa çevirmeyi savunuyorlardı. Savaşın başında milliyetçilik zehriyle cepheye coşkuyla giden emekçiler, savaşın getirdikleri ve kendi hayatlarındaki yansımalarını gördükçe savaş fikrinden uzaklaşmaya başladı. Ülkeyi ‘kurtarmak’ uğruna girilen savaşlar; sefalet, açlık, hastalık ve ölüm dışında bir şey getirmiyordu. Savaşın sırtından zenginleşenler yine sermayedarlar ve onların devletleriydi. 1916’dan sonra dünyada savaş fikri ve yurtseverlik eskisi gibi prim yapamıyordu. Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya vb. birçok ülkede savaşa karşı ayaklanmalar ve cepheye gitmeyi reddedenlerin ordu içindeki isyanları başladı. Zaten bu nedenledir ki, resmi tarihte bile bu ülkelerde hükümet değişiklikleri görülür. Ama sosyalist karakterli bir devrimin sonuca ulaştığı tek yer Rusya’dır. Rusya’da yıllardır örgütlü bir kuşak oluşturmuş ‘Bolşevik’ler, işçi, köylü ve asker sovyetleriyle tarihin akışına bilinçli bir müdahalede bulunmuştur. Ama bu müdahale burjuva tarihçilerin saptırdıkları gibi bir darbe değil, toplumun geniş kesimlerinin kendi yönetim organlarıyla örgütledikleri bir devrimdir. Sovyet Devrimi, Osmanlı ve Barış Özlemi 1916 yılında genel olarak tüm ülkelerde savaşa karşı huzursuzluk artıyor ve ordu birliklerinde bozulmalar gözleniyordu. Rusya içinde hem ekonomik hem de siyasi grevler ülkeyi sarmaya başlamıştı. Asıl büyük kalkışma, ikili iktidarın yolunu açan süreç 1917 Şubat’ında gerçekleşti. 23 Şubat (Miladi takvime göre 8 Mart) kutlamalarında işçi şehirlerinde kalabalıklar yüz binlere ulaşmaya ve “Ekmek istiyoruz!” sloganı dışında bir sloganı da dillendirmeye başladı: ‘Kahrolsun otokrasi ve savaş!’. Eylemler büyüdükçe ve yaygınlaştıkça, eylemcileri bastırmak için gönderilen birliklerdeki tavrı da değişmeye başladı. Kitlelerin üstüne ateş etmeyi reddeden askerlerin sayısı artıyor; kışlalarını silahları da yanına alarak boşaltan askeri birlikler, işçilerin arasına karışıyordu. Sadece 5-6 günlük bir süre içinde Çarlığa bağlı tüm askeri birlikler teslim olmuştu. Devrimci ayaklanmaların silahla, topla, tüfekle bastırılacağını iddia edenler; kararlı kitlelerin karşısında hiçbir gücün duramayacağını bilemezler. Çünkü tarih kitapları feyiz almayalım diye kitlelerin hikâyesini anlatmaz. Bu süreçten sonra ülkede ikili bir iktidar ortaya çıktı. Bir yanda işçi, köylü, asker sovyetleri; bir yanda liberal burjuva partilerin de bulunduğu parlamenter bir Geçici Hükümet. İkili iktidar dönemine Rusya içindeki yaklaşımlarda devrimci çizgiden sapmalar açıkça ortaya dökülüyordu. Bolşevikler iktidarın tabandan yönetim organları olan ‘Sovyetler’e teslim edilmesini savunurken, Menşevik ve Sosyalist Devrimciler iktidarın kapitalist gelişim adına burjuvaziye teslim edilmesini savunuyordu. Şubat’tan Ekim’e giden süreci hazırlayan; Lenin ve Troçki’nin hem Bolşevik Parti’yi hem de işçi sınıfını iktidarı almak konusunda yaptığı tartışmalara kazanmaları oldu. 25 Ekim’de (miladi takvime göre 7 Kasım) başarılı bir ayaklanma sonucunda Çarlığın tüm kalıntıları ele geçirildi ve Geçici Hükümet feshedildi. Böylece Sovyetlerin gerçek iktidarı kurulmuş oluyordu. Sosyalist Ülkenin Barış Fikri Dünyayı Etkiliyor! Devrimden sonra en hızlı uygulamaya sokulan karar ateşkes ilanıydı. Sovyetlerin ilan ettiği barış, farklı ülkedeki işçilerin birbirine kırdırılmasına son vermek amaçlıydı. Bolşeviklerin temel sloganı “İşçilere barış, burjuvaziye savaş!” idi. Barış fikrini saf bir ‘pasifizm’e kapılmadan, savaşan tarafların sınıfsal konumlarına ve çıkarlarına bakarak savunuyordu. “Eğer savaş yalnızca zengin ve güçlü uluslardan hangisinin güçsüzlere hükmedeceğini kararlaştırmak için yapılıyorsa hükümetimiz böyle bir şeyi insanlığa karşı işlenmiş en büyük cinayet sayar… Hükümetimiz, istisnasız bütün uluslarla ve milliyetlerle (azınlıklarla) aynı âdil şartlar altında hemen barış yapmaya karar verdiğini kesin olarak ilân eder.” (Lenin’in Sovyetler Kongresinin 26 Ekim tarihinde kabul edilen Barış Kararnamesi) Dünyaya ilan edilen bu kararname, yani koşulsuz barış tam bir bomba etkisi yarattı. Bolşevikleri karalamak için hangi argümana saldıracağını bilemeyen emperyalistler, Sovyet rejiminin meşru olmadığını yaymak istedi ama başarılı olamadı. Sovyet Devleti, Çarlık rejiminden kazanılan ya da ödenecek hiçbir borçtan sorumlu olmadığını, savaş sırasında Çarlık yönetimi tarafından yapılan ilhakların ise geçersiz sayıldığını bildirdi. Rusya savaşta kazanan tarafta olmasına rağmen, Çarlık yönetiminin temsil ettiği her şeyle arasına mesafe koyuyor ve emperyalist barbarlığa karşı toptan savaş ilan ediyordu. Troçki, Sovyetler Merkez Yürütme Komitesinde gizli antlaşmaların hemen ertesi gün açıklanmasını teklif ederken şunları söylüyordu: “Avrupa halkları bu gerçeği öğrenmek hakkına kavuşabilmek için sayısız fedakârlıklarda bulunmuş ve genel bir yoksulluğa düşmüştür. Gizli diplomasinin ortadan kalkması namuslu, halkçı, gerçek demokratik dış politikanın ilk şartıdır.” Sovyet rejiminin gizli anlaşmaları açıklaması, savaşı kaybeden ülkeler kadar İtilaf Devletlerinin kendi içinde de fırtına kopardı. Paylaşımda payına daha az düştüğünü fark eden ülkeler, İngiltere’ye yüklenmeye başladı. Fikirsel hegemonyanın ilk galibi Bolşeviklerdi. “29 Kasım 1917 tarihli İkdam gazetesi “Aferin Bolşevikler” başlığını atıyordu.” Bolşeviklerin ezilen haklara umut ışığı yakan bu cesur tavrı hemen etkisini göstermeye başlamıştı. Devrim, I. Dünya Savaşı’nı fiili olarak bitirirken, emperyalistleri teşhir ediyor ve diğer ülkelerde hükümetlere karşı ayaklanan emekçilerin sempatisini kazanıyordu. “Sabah’ın 30 Kasım 1917 tarihli ve “Sulh-ü Umumi Ne Vakit?” adlı, İsmail Müştak imzalı başyazısında: Yazar, Rus İhtilalı’nın “ilhaksız ve tazminatsız sulh” formülünü öyle gelişi güzel ortaya atıvermiş olmadığını vurguladıktan sonra, ”Bu formül istikbali kucaklayan bir zihniyetin mahsulüdür” diyordu.” Osmanlı gazetelerinin bu tavrı, sosyalist bir devrimin kendi ülkelerine sıçrama tehlikesi anlaşılınca bir anda değişti. Bundan sonra gazeteler yukarıdan birileri tarafından uyarıldıklarını bariz belli eden devrimi karalayıcı yayınlar yapmaya başladı. Devrimin yayılması korkusu İtilaf ve İttifak güçlerini birleştirmişti. Tüm dünyanın gözü bu yeni yönetimdeydi. Emekçilerin kendi yönettikleri bir ülkede eşit yaşayabileceği fikri tüm dünyanın gözü önünde açık bir savaşla yok edilemezdi. Bu yüzden emperyalistler Çarlıktan kalan ayrıcalıklı kesimin ve eski ordu kalıntılarının kurduğu ‘Beyaz Ordu’ya her türlü desteği vererek onları palazlandırdı. 1921 yılına kadar işçiler ve emekçiler devrimini savunmak için, Beyaz Ordu’ya karşı amansız bir mücadeleye girişti. Yeni Sovyet rejimi bir yandan devrimi korumaya çalışırken, bir yandan da fikirsel olarak diğer ülkelerdeki emekçileri etkilemeye çalışıyordu. İç savaşa rağmen Rusya, ‘Doğu halklarının kendi kaderini tayin hakkını’ destekleme kararı aldığını ilan etti. Bu karar çerçevesinde Anadolu’da emperyalist işgale karşı başlayan ‘Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’ para-silah yardımı, anlaşmalar ve siyasi temsil olarak desteklendi. Tüm dünyanın görmezden geldiği Anadolu’daki direniş sosyalizm yayılır mı tehlikesiyle birden emperyalistlerin gündemine oturmuştu. “1920’de Bakü Kongresi sırasında Zinovyev, kendisine “liberal” diyen bir Türk politikacısına, isim vermeksizin, Türk köylüsünün Bolşevik kelimesinden ne anladığını sorduğunda şu cevabı aldığını zikreder: “Biz genellikle bu kelimeyi İngiltere’ye karşı mücadele etmek ve bize de yardım etmek isteyen kişiler için kullanırız.” Üstteki alıntıda da açıkça görüldüğü gibi, Sovyetlerin ulusal kurtuluş hareketlerine karşı tavrı meyvelerini veriyordu. Sovyet Devleti, desteklediği ülkelere Komünist Partilere izin vermesini şart koşarak, sosyalist fikirlerin örgütleneceği bir alan açmaya da çalışıyordu. Bu çaba burjuva demokrasisinin ikiyüzlülüğü ve dünyadaki devrimci dalganın gelişim dinamikleri tarafından sekteye uğratıldı. Bu konuyu, eski Marksist Bakış sayılarındaki ‘Türkiye Devrimci Geleneği’ yazı dizisinde incelemek mümkündür. Bu süreçten sonra devrimin gelişimi ve dünya devriminin sekteye uğratan nedenler başka bir yazı içinde incelenmelidir. Yazının bu noktasına kadar anlatmak istediğimiz, tüm dünyanın kana bulandığı bir savaşı sonlandırarak; umut, barış ve eşitlik fikrini yeşertebilen bir devrimin hikâyesidir. Devrimcileri gerçekçi olmamakla suçlayanlara, hangisinin daha gerçek göründüğünü soralım. Arkasında 8,5 milyon ölü ve 21 milyon yaralı bırakan emperyalist bir paylaşım savaşı mı; barışa, özgürlüğe ve eşitliğe kapı aralayan bir devrim mi daha gerçek? Bugün yeniden petrol zengini coğrafyaların emperyalist güçler tarafından barbarca paylaşıldığını dehşetle izliyoruz. Dün Afganistan ve Irak’ta olanların, bugün başka bir yöntem seçilerek Libya’da ve yakın bir zamanda Suriye’de yaşanacağı ortada. Yaklaşık 100 yıl önce gerçekleşen ve dünyayı içine sürükleyen emperyalist paylaşım savaşını bir devrim durdurmuştu. Bugün için de aynı formül geçerliliğini koruyor. Devrim Fikri Ütopya Mı? 21.yy. da kapitalizmin fikirsel hegemonyası bize ‘sosyalist devrim’leri hayal olarak göstermeye çalışıyor. Oysa biz Fransa, İspanya, İtalya ve Yunanistan’da, hatta dünyanın süper gücü sayılan ABD’nin orta yerinde “Wall Street’i İşgal Et!” hareketinde; bundan 94 yıl önce Rusya sokaklarını dolaşan cüreti görüyoruz. Bizim size ihtiyacımız yok, biz eşit ve özgür bir şekilde yönetebiliriz diyen o cesareti. Hayati nokta ise, bugün yaşanan kalkışmaların 1917 gibi bir devrime dönüşmesi için Bolşevik Parti benzeri bir parti kurmanın kaçınılmazlığıdır. Yoksa her ayaklanma yarım kalacak, umutsuzluğun zehrini besleyecektir. Wall Street’teki eylemlerin temel sloganı “Biz %99, onlar sadece %1”. Dünyanın yüzde 99’u kapitalizme karşı yeni bir dünya inşa edebilecek güce sahiptir. Gelecek er ya da geç bunu da tarih sayfalarına not düşecektir. Kaynaklar: Tony Cliff, Lenin Cilt 2- Bütün İktidar Sovyetlere, Z Yayınları, İstanbul(1994) Isaac Deutscher, Troçki (Cilt: 1-2-3), Ağaoğlu Yayınevi -İstanbul (1974) Uygur Kocabaşoğlu ve Metin Berge, Bolşevik İhtilali ve Osmanlılar, Ankara: Kebikeç Yay. (1994) Recep Koçyiğit, Yüksek Lisans Tez Çalışması, 1917 Bolşevik Devriminin Osmanlı Mebuslar Meclisi ve Türkiye Büyük Millet Meclisindeki Yankıları, Ankara Üniversitesi (2006)