Diyanet’in Çıkışları Ne Anlama Geliyor? – Emre Güntekin
Geçtiğimiz yıl Ayasofya’nın ibadete açılışından bu yana Diyanet İşleri Başkanlığı, siyaset sahnesinin en ön saflarında yer alıyor. Özellikle son dönemde iktidarın sıkışmışlığı aşmanın bir yolu olarak dini söylemleri ve bunun taşıyıcı-uygulayıcı unsuru haline gelen Diyanet’i daha fazla sahaya sürmesiyle muhafazakarlaşma yolunda yeni adımlar da kendisini gösteriyor.
Yargıtay binası açılışının Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın dualarıyla gerçekleştirilmesi; Erbaş’ın “Önderler olarak boş alan bırakmamamız lazım. Adaletsiz İslam olur mu? ‘İnanç, sokakta olmasın insanın içinde olsun, insanla Allah arasında olsun, evine, ticaretine, siyasetine, adaletine, yargısına yansımasın.’ Görüyorsunuz ortalığı ayağa kaldırıyorlar. İnançtan ayıklansın istiyorlar oraları adeta” sözleriyle laikliği hedefe koyan açıklamaları ve iktidar ortağı Bahçeli’nin Erbaş’ın söylemlerine sahip çıkması; Diyanet’in üniversite kampüsleri, cezaevleri, yurt ve hastanelere kuran kursu açacağını duyurması; 4-6 yaş arası çocuklara verilen Kuran kursunun zorunlu eğitimden sayılması talebi doğrultusunda MEB’le görüşeceğini belirtmesi atılan somut adımlardan bazı örnekler… İktidar seçim süreci yaklaştıkça yine geçmişten çok iyi bildiğimiz muhafazakar-laik toplumsal katmanlar arasındaki fay hattını kaşıyacağının işaretlerini veriyor.
Türkiye’de merkezi bütçeden 7 bakanlığı sollayacak kadar devasa bir bütçe alan Diyanet kamuoyunda özellikle bu mesele üzerinden sıkça tartışılıyor. İktidarın Diyanet’e bu kadar büyük bir yatırım yapması anlaşılabilir; nedenleri yukarıdaki saydığımız adımlar izlendiğinde bulunabilir. Diyanet’in görünürlüğü ve bir koçbaşı olarak kullanılması, rejim için ideolojik ve politik bir gereklilik olmayı sürdürdüğü müddetçe bu değişmeyecektir.
Dini Kutuplaşma Eskisi Kadar İşlevli mi?
Laiklik ve muhafazakarlaşma arasındaki gerilim özellikle AKP iktidarı boyunca toplumsal ayrışmanın temel eksenini oluşturdu. Sol hareketin belli bir kısmının muhalefet stratejisini de bu gerilim üzerinden şekillendirdiğini söyleyebiliriz.
Geriye dönüp AKP’li 19 yılın bir bilançosunu çıkardığımızda şu açık bir şekilde söylenebilir: Muhafazakarlaşmaya karşı verilen mücadele de, başat koşul olarak sınıf mücadelesi öne çıkarılmadığı ölçüde başarısızlık kaçınılmaz oldu. Örneğin bir dönem yüz binleri alanlara çeken Cumhuriyet mitingleri, neredeyse aynı dönem cereyan eden ve muhafazakar-milliyetçi işçi katmanlarını da içine çeken Tekel direnişi kadar bile etki yaratamamıştır. Birinde öne çıkan tema sınıfın kimlik fark etmeksizin tüm unsurlarının, sınıf mücadelesinin dönüştürücü gücü ile kapsanmasıyken; bir diğerinde temel belirleyici kapsayıcılıktan ziyade bir toplumsal kimliğin endişeleri etrafında mevcut konumunu koruma refleksiydi.
Cumhuriyet mitingleri, türban karşıtı eylemler gibi reaktif tepkilerin kutuplaşmaya çözüm olmadığı çok geçmeden anlaşıldı ve burjuva muhalefet özellikle Baykal’ın son döneminde ve Kılıçdaroğlu’yla birlikte daha net bir şekilde gözlemlenebildiği üzere muhafazakarlaşmayla dalaşmak yerine ona uyum sağlayan ve mümkün olduğunca bu konuda tepkileri geri plana atan bir pozisyona geçti. Geçmişte oldukça radikal gelebilecek adımlar, iktidarın kazandığı özgüvenle birlikte bir rutin halini almaya başladı ve kanıksandı.
Peki iktidarın bu konudaki planları saat gibi tıkır tıkır işliyor mu?
Geçmişte kent yoksullarının yoğun olarak yaşadığı alanlarda yaratılan “güçlü ekonomi” illüzyonunun yerini bugün yoğun işsizlik ve geçim sıkıntısı almış durumda. Ekonomik olarak yarına dair bir gelecek göremeyen kitleler üzerinde din üzerinden bir kutuplaşma yaratabilmek mümkün olmuyor. Bu politikanın alıcısı iktidarın kendisini mecbur hissettiği tarikatlere, cemaatlere, Oğuzhan Asiltürklere kadar daralırken; Ayasofya’nın ibadete açılmasından, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye kadar atılan adımlarla bu grupların gönlü hoş tutulmaya gayret ediliyor. Mevcut işsizlik ve geleceksizlik “dindar ve kindar nesil” projesinin nesnesi gençlikle iktidar arasındaki mesafeyi her geçen gün daha da açıyor. Kısacası dini söylemler ne kadar köpürtülürse köpürtülsün halkın gerçek dertlerinin konuşulmasının önüne geçemiyor.
Buna rağmen iktidar zayıfladığı ölçüde eli yükseltmeye, milliyetçiliği ve İslami adımları sıklaştırmaya ve mevziyi genişletmeye devam ediyor ve edecek. Elbette artık bir önceki on yılın Türkiyesinde değiliz. İktidarın bu kez o kadar şanslı olmayacağı açık. Saadet-Deva-Gelecek Partisi gibi İslamcı-liberal muhafazakar unsurlar iktidar karşısında yer aldığı ölçüde iktidarın kutuplaşmayı derinleştirme yeteneği daralıyor. AKP’nin radikal İslamcı tabanı, cemaatleri ve tarikatları memnun etmek adına attığı kimi adımlar; İslamcı hareketin giderek artan nobranlığı, yağmacılığı bugüne kadar iktidara omuz vermiş kimi liberal-muhafazakar unsurları bile rahatsız ediyor. İhsan Dağı gibi bugüne kadar iktidarın yamacında yer almış “endişeli muhafazakarlar” için bu tünelden ancak burjuva normalleşmeye önayak olabilecek ya da daha açık bir ifadeyle 2002-2007 arası AKP’yi tekrar diriltebilecek Babacan tarzı figürlerle bir çıkış mümkün. Daha geniş açıdan bakıldığında CHP-İYİP koalisyonunun da bundan çok farklı bir proje önermediği ortadadır.
İktidarın Diyaneti koçbaşı gibi kullanarak başlattığı İslami taarruzun zemini oldukça kaygan, fakat bu projenin geleceğinin yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerine bağlı olacağı akıldan çıkarılmamalıdır. İktidarın elde edeceği seçim zaferi, Diyanet eliyle atılan adımların bir kutuplaştırma aracı olmaktan çıkarak, toplumsal dönüşümün kaldıracı haline gelmesine yol açabilir. Dünya görüşü olarak kendisini Taliban’la aynı kefede gören iktidar bu konuda ipleri daha da gerecektir.
İslamcı-laik çatışması üzerine kurulu mevcut siyasete bir alternatif örgütlenmesi gerekecekse burada karşımıza yegane seçenek olarak sınıf eksenli bir devrimci siyaset çıkıyor. Sosyalistler; laik, sosyal demokrat, muhafazakar kısacası tüm kimliklerden yoksul emekçileri tek bir bayrak altında toplayacak tek seçenek olan sınıf mücadelesi seçeneğini her zamankinden daha fazla öne çıkarmalıdır. İşçi sınıfını kamplara bölen egemen fikirlere karşı, onu birleştiren söylemler ön planda tutulmalıdır.