Dikta Rejiminin Harcını Karanlar: Davutoğlu, Gül, Babacan… – Emre Güntekin
23 Haziran seçimleri ile birlikte AKP’deki içsel fay hatları yeniden harekete geçti. Bir yandan Ahmet Davutoğlu, diğer yandan Abdullah Gül ve Ali Babacan cephesi Erdoğan rejiminin zayıflama eğilimine girmesinin seçim sonuçlarıyla da tescil edilmesiyle birlikte yeni parti kurma yolundaki çalışmalarını hızlandırdılar.
Bugünlerde burjuva medyada sıkça tartışılan bir konu: AKP’nin fabrika ayarlarına dönüş yapması… Fabrika ayarlarından kasıt ise AB’ye üyelik hayallerinin yükseldiği, neoliberal ekonomik programın harfiyen uygulandığı, 90’lı yıllar üzerinden bolca eski Türkiye’nin ve askeri vesayetin eleştirildiği, kişisel hak ve özgürlük söylemlerinin boca edildiği ve liberallerin Poliyannacı bir iyimserlikle AKP güzellemeleri yaptığı bir dönem. Oysaki bunların Erdoğan için toplum üzerinde hegemonya kurmanın birer aracı olduğu ve kendisini güçlü hissettiğinde birer birer ayaklar altına aldığını artık herkes biliyor. AKP’den kopacak birilerinin tekrar ısıtıp önümüze süreceği bu masallara hala inanan varsa buyursun.
Hem Ahmet Davutoğlu hem de Babacan cephesi özellikle iktidarı eleştirirlerken, özünde kendilerinin koltuk sahibi oldukları döneme dönüşten öte bir şey vaad ediyorlar mı? Veya emekçilerin acil yanıt bekleyen yaşamsal problemlerine bugünkü iktidardan farklı verebilecekleri ne var? Ülkenin en önemli sorunlarından bazıları olan adaletsizliklere, eşitsizliklere, burjuva siyasetindeki ahlaki çöküşe, antidemokratik uygulamalara, basın ve düşünce özgürlüğüne çözüm bulabilirler mi? Sorular çoğaltılabilir. Fakat kısaca şunu vurgulamak gerekir: Bugünkü çürümenin mimarlarının süslü vaadlerine emekçilerin de toplumsal muhalefetin de karnı tok!
Misal Ali Babacan’ı ele alalım. Bugün Erdoğan rejiminin toplumun karşıt ses yükselten hemen her kesimine karşı kullandığı hoyrat siyasi dil karşısında yumuşama, güleryüz, normalleşme bekleyen herkes için Babacan yüzeysel olarak daha tercih edilebilir bir karakter olarak görülebilir. Ancak hemen her siyasi kavram, sembol, özne özünde bir sınıfa dayanır. Ve bu kategorilerin yüzeysel görüntülerini kazıdığınızda o sınıfa ait izler bulursunuz. Ali Babacan güleryüzlü, sempatik, genç vs vs… Eeeee peki bunca sene kapitalist sömürücülere hizmet yolunda sınır tanımayan, bu ülkenin neredeyse yüz yılda inşa ettiği kamusal olan ne varsa talana açan, IMF reçetelerini uygulamada Kemal Derviş’in bile takdirini kazanan, emeklilik hakkı gibi sosyal ve ekonomik haklarımızın budanmasının sorumlusu olan biri emekçilere “güleryüzlü” bir Erdoğan rejiminden başka ne vaad edebilir? Şu an içinde debelendiğimiz ve giderek yaşantımızı kötürümleştiren ekonomik kriz bizzat Babacan’ın ekonominin başında olduğu dönemde yürüttüğü politikaların bir sonucu değil midir? Emin olalım ki eline fırsat geçmiş olsa Babacan da içinde bulunduğumuz krizin çözümü konusunda Erdoğan’dan farklı bir yol izlemeyecektir. Her ikisinin de programı nettir: Uluslararası kapitalizmle dargınlıkları gidermek ve emekçi sınıfların gırtlağına çökmek…
Hakeza Ahmet Davutoğlu… Başbakanlık yaptığı 2014-2016 yılları arası bu ülkenin en karanlık dönemlerinden birisi oldu. Elbette bu günahlar kendisine sorulduğunda Erdoğan’ı suçlayacaktır. Ancak kendisi o dönemdeki rolünü unutmuş olsa da tarih unutmaz: Kürt kentlerini yakıp yıkan, seçim mitinglerinde Kürt halkını 90’lı yılların kirli sembollerinden beyaz toroslarla tehdit eden, sokağa çıkan toplumsal muhalefeti “kamu düzeni”ni bozdukları gerekçesiyle her seferinde polis terörüne maruz bırakan Ahmet Davutoğlu’yu biz unutmayacağız.
Emekçi sınıfların AKP rejimi ile artık arasının dikiş tutmayacağı bariz ortadadır. Bugüne kadar her türlü haksızlık, adaletsizlik, baskı ve sömürü karşısında susanlardan, böylesine çarpık bir düzenin harcını karanlardan, altındaki koltuğu verdiği gibi çekip alan “reyis”leri ilk tökezlediğinde piyasaya çıkarak ikbal avcılığına girişenlerden emekçi sınıflara ve ezilenlere hayır gelmez.
Evet bir tarafta Erdoğan’ın tek adam sultasına dayalı rejimi karşısında nasıl bir özne çıkarsa çıksın toplumun büyük çoğunluğuna ehveni şer görünecektir. Ancak bizler sterilize edilmiş bir AKP rejimi değil; sömürünün, adaletsizliğin, eşitsizliğin, baskı ve zulmün olmadığı bir dünya hayal etmediğimiz müddetçe bu döngü kırılamayacaktır. Emekçi sınıflar herşeyden önce kendi gücüne güvenmelidir. Tarih onu başka hiçbir toplumsal katmanın, sınıfın sahip olmadığı bir güçle donatmıştır: Hayatı her gün yeniden ve yeniden üretebilme gücü… Birkaç kokuşmuş burjuva politikacısından medet ummaktansa bu gücü harekete geçirmeliyiz.