Bir Referandum Analizi – V.U. Arslan
Hem Sopalı Hem Hileli
16 Nisan “sopalı referandum” olarak bir yüz karasıydı, sonunda “hileli referandum” olarak da tarihe geçti. Hem sopalı, hem şaibeli. TC tarihinin ilk çok partili seçimi (sene 1946) ile 12 Eylül darbesinin 1982 Anayasası referandumundan sonraki en berbat oylaması, hiç tartışmasız 16 Nisan referandumudur.
Ülkede OHAL tüm acımasızlığı ile hüküm sürüyor; devlet kaynakları sınırsızca EVET için kullanılıyor; medya hemen hemen tek ses, tüm olanaklarla RTE ve AKP cephesi tek yanlı biçimde psikolojik harp yürütüyor; anayasa değişikliğinin içeriğinin tartışılması engelleniyor; HAYIR’cılar vatan haini ve terörist suçlamasına maruz kalıyor; sıradan halk, sanatçı, gazeteci, anketçi, korkutuluyor; HAYIR diyen sendikalar saldırıya uğruyor, binaları defalarca basılıyor; “EVET farzdır” diye fetva veriliyor, insanlar cehennemle korkutuluyor; vergilerin kaldırılmasından KDV’nin kaldırılacağına yönelik sözlere varıncaya kadar pek çok rüşvet sayılacak işe girişiliyor; HAYIR kampanyası fiilen engelleniyor, afişler, pankartlar sökülüyor, küçük etiketler bile sistematik olarak toplanıyor, HAYIR çalışması yapanlar gözaltına alınıyor, daha da olmadı iktidar yanlısı çetelerce saldırıya uğruyor, linç ediliyor… İrili ufaklı bütün şehirler, yollar, köprüler dev EVET pankartları ile süslenirken HAYIR’ı anlatan küçük bir afişe bile tahammül edilmiyor. Referandumun belki de en kritik 2 kişisinden biri (Demirtaş) hapiste, diğeri (Akşener) sürekli baskı ve tehdit altında, çalışması yapması engelleniyor. Yoğun HAYIR oyları gelecek olan bir takım Kürt şehirleri yıkılmış, halk göç etmiş ve HDP aktivistlerinden binlercesi tutuklu, dahası 16 Nisan’a yaklaşırken son ana kadar HDP’ye yönelik tutuklamalar sürüyor… Özetle ringde iki dövüşçü var, birinin elleri bağlı, diğeri sürekli saldırıyor… Böyle bir oylamaydı 16 Nisan. Ama bu da yetmedi. YSK, her ne hikmetse, oylama gününün sonunda oylama kriterini skandal bir kararla yasalara aykırı şekilde değiştirdi. Oy verme işlemi başlamadan evvel sandık başkanları tarafından mühürlenmesi gereken zarfların mühürsüz şekilde kullanıldığı ortaya çıkıyor ve geçmişte “mühürsüz zarf ile muhtar heyeti bile seçtirmem” diyen YSK işi kılıfına uyduruyor. Düşünün milyonlarca mühürsüz zarf ile kullanılan oydan bahsediliyor, usulsüz şekilde EVET’e basılan oyların izlendiği videolar internete düşüyor, özellikle kırsal alanda blok halinde EVET oyları kullanılıyor, kalaşnikofla oy kullanan korucular rabia işareti yaparak fotoğraf çektiriyor… Normal şartlar altında seçimi çoktan iptal ettirecek bu büyük şaibe ile 16 Nisan sonsuza dek lekeleniyor. RTE’nin cevabı da “atı alan Üsküdar’ı geçti!” oluyor. Böyle hassas bir konuda tam da bir dikta rejiminin vereceği türden gevşek bir ifade..
Deyimler çoğu kez önemli bir olayın ardından dile yerleşir ve yüzyıllar boyunca kullanılır, tıpkı “atı alan Üsküdar’ı geçti” deyimi gibi. 16 Nisan’dan sonra bu deyim yüzyıllardan sonra biraz değişecektir: “atı çalan Üsküdar’ı geçti”
RTE’nin Destek Tabanı ve Söylemi?
Bütün bu eşitsizliklere ve hile hurdaya rağmen EVET oyları %51’e ancak ulaşıyor. Bu yüzden muktedirlerin zafer konuşmaları sönük, moralsiz… Yüzleri asık ve düşünceliler… Nasıl olmasın? 3 büyük şehri kaybetmişler. “MHP’den oy gelmedi, bu oyu kendi başımıza aldık” lafları her zamanki çamur AKP siyaseti. Bunu da sindirmek Bahçeli’ye düşüyor. Ama işin gerçeği AKP tabanı da fena halde fire vermiştir. İstanbul’da kaleleri düşmüş, ya da fark attığı ilçeler belirli bir dengeye gelmiş… Buradan da anlaşılıyor ki sadece MHP değil, AKP de hezimet yaşamıştır.
En büyük 5 şehirden 4’ünü kaybeden (Bursa da bile tablo dengeye yaklaştı) AKP/RTE sadece iç bölgelere ve Karadeniz’e sıkışmış. Laik Türkiye’yi gömmek isteyen İslamcıların ana gövdesi ile AKP iktidarından doğrudan ciddi menfaat sağlayan azımsanmayacak büyüklükteki bir kütle, AKP’nin kemik kitlesini oluşturuyor. Diğer taraftan AKP kendi ana oy deposundan bile ileri düzeyde oy kaybı yaşadı. Belli ki toplumun en az dinamik kesimi olan, HAYIR’ı anlatan seslere erişimi hemen hemen hiç olmayan iç ve kuzey kesimlerdeki yaşlılar, ev hanımları, köylüler ve herhangi bir kalifiyeliği olmayan yoksul katmanlar, AKP’nin hayatını kurtaran kesim oldu. AKP’nin kirli referandum kampanyası dışında sosyal medyaya ya da muhalif seslere erişimi olmayan bu kesimler, en kolay tesir altına alınacak kesimdi. Kılıçdaroğlu üzerinden geliştirdikleri Alevi düşmanlığı, vatan hainliği suçlamaları, sözde Batı’ya efelenen uyduruk güç gösterileri, dandik bir milliyetçilik, dini duyguların sonuna kadar sömürülmesi, eski defterlerden çıkarılan mağduriyet öyküleri, abuk sabuk komplolar, Osmanlı’yı diriltme hayalleri, güçlü Türkiye masalları, FETO umacası.. Bütün bunlar AKP/RTE’nin koku alma yetisini yitirmemiş kişilere bozulmuş et gibi kokan temel kampanya malzemeleri idi. Ama bu kokuşmuş söylem, bahsettiğimiz toplumsal grubu etkilemeyi başarıyor.
Madalyonun diğer yüzünde ise HAYIR kampanyasının bu kesimlere ulaşmaktaki yetersizliği var. Farklı sesleri işitmeye ihtiyacı olan bu kesimlere ulaşmak için bu bölgelere HAYIR çalışmasını götürmek gerekiyordu. Bunun için de iyi bir kampanya örmek, ilk defa kampanyacı olacak insanlara kanallar açmak ve kullanacakları araçlar üretmek gerekiyordu. Bu şekilde kocaman bir HAYIR ordusu yaratılabilirdi. Bu sayede HAYIR’ın giremediği köşe bucak kalmayacak, EVET’in ablukası kırılacak, en azından belirli bir kesim için anayasa değişikliği tartışılmaya başlanacaktı. Yani Hollanda’ydı, Merkel’di, Kılıçdaroğlu idi derken RTE’nin konuyu velveleye getirmesi engellenmiş olacaktı. Gelgelelim ülkede bu derinlikte bir çalışmayı örgütleyecek bir teşkilat olmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Diğer taraftan bizler elden geldiğince ulaşılamayan kesimlere ulaşmaya çalıştık. Bu anlamda Hayır Gönüllüleri‘nin Kırıkkale, Sincan gibi yerlerde çalışmasını yaptığı; Tosya, Konya ve daha bir çok zor bölgeye göndermiş olduğu “bu kadar yetkiyi babama vermem” sticker’ları bile ablukanın kırılması anlamında önemli adımlardı. Ne var ki ülkenin önemli bir kısmında HAYIR çalışması neredeyse tamamen görünmezdi. Bu zor bölgelerde ablukanın kırılması referandumun sonucunu değiştirebilecekti. Bu kesime ulaşmanın diğer bir yolu da TV reklamlarıydı. Ne de olsa dünyanın en çok TV izleyen ülkesinde TV’de yayınlanacak reklamların rolü büyük olacaktır. Bahsettiğimiz sosyolojik gruba ulaşmanın bir hayli zor olduğu düşünüldüğünde TV’de yayınlanacak açıklayıcı, sempatik ve sade HAYIR reklamları kayda değer bir etki yaratabilirdi. Bu konuda gözler CHP’ye çevrilmişti, ama CHP bu işe çok geç ve yetersizce girdi.
CHP’nin Kampanyası
CHP’nin TV reklamlarında çok geç ve yetersiz kaldığından bahsettik. Bunun dışında CHP, HAYIR kampanyasını parti ismi üzerinden örgütlemeyerek doğru bir karar aldı. Parti ismi olmadan düzenlenecek kampanya bütün Türkiye’de ilçe ilçe her kesimden insanı kendisine çekebilirdi, ama CHP bu dinamizmi beklenildiği gibi gösteremedi. Parti ismi öne çıkarılmadan yüksek profilli, katılımcı bir kampanya muazzam etkili olabilirdi, ama CHP tabandaki talebe rağmen çok düşük profilli bir kampanya yürüttü. CHP’nin kampanya mottosu olan küçük kız çocuğu ve “gelecek için hayır” sloganı, bu düşük profilin bir yansımasıydı. AKP kanadı “gelecek için evet” diye karşı atağa kalktığında CHP’nin sloganı boşa düşüverdi. Şili’deki süreci anlatan NO filminden çok etkilendi CHP’si, Haziran’ı; öyle anlaşılıyordu. Güler yüzlü olalım kaygısı her fırsatta dillendirildi, ama insanları ikna etmek için bir şey anlatmak zorunda olan taraf bizdik, bu unutuldu. Yani işin içine içerik ve ikna yeteneğinin girmesi gerekiyordu. Zaten Şili’de de işler filmde anlatıldığı gibi olmamıştı. Uzun lafın kısası CHP çalışmalara geç başladı ve etkisiz bir kampanya yürüttü; akıl hocaları da bir kez daha isabetli akıllar vermedi.
Referandum sürecinin daha başında halkın kendi kendine hazırladığı amatör video ve paylaşımlarla RTE kanadı savunmaya geçmek zorunda kaldı. Gezi ruhunun farklı bir biçimde yeniden canlanışına tanıklık ettik. Yaratıcılık, mizah, sahicilik, haklılığın getirdiği cesaret ve hatta hissedilen gurur…
Kendiliğinden yükselen bu enerjinin ilerletilmesi yönünde CHP’nin katkısı çok az oldu. EVET kampanyası her yeri kaplarken CHP’li belediyelerin varolduğu bölgelerde bile HAYIR çok ama çok az görünürdü. Bu sorumluluk CHP’nindir. Ve son olarak CHP, 16 Nisan günü yapılan hile hurdalara karşı verilen tepkilerde çok eksik kalmıştır. YSK 16 Nisan günü mühürsüz zarflardaki oyların da geçerli olacağını duyurduğunda CHP o an ortalığı ayağa kaldırabilirdi. Sonrasında derhal referandumun yenilenmesini isteyebilir, hilelere karşı sokağa inebilirdi. Ne var ki 2014’te Ankara’daki belediye seçimlerinde olduğu gibi 2017’de de mırın kırın dışında CHP boyun eğen bir tavır benimsedi. Bu arada Meral Akşener ve Saadet Partisi’nin de sonuçları kabullenerek halka sükunet çağrısında bulunduğunu belirtelim.
Sonuçları Kürt Oyları Belirledi
AKP/RTE cephesinin 16 Nisan’da son anda paçayı kurtarmasını sağlayan Kürt illerinden gelen düşük HAYIR oyları oldu. Bu anlamıyla referandumda HAYIR için asılan, kolu kanadı kırık HDP için bir çeşit hayal kırıklığından söz edebiliriz, zira yüksek gelen EVET oylarını sadece devlet baskısıyla açıklayamayız. Alevi ve sol damarı güçlü olan Dersim ve Varto’nun Kürdistan’ın genelinden ayrışmış olması meselenin aslında siyasi bir yanının da olduğunu gösteriyor. Devlet baskısı dışında EVET’e destek olan Barzani’nin, Hüda Par’ın, korucu aşiretleri ve RTE’nin “çekimine” kapılan dini dokunun el birliği şeklinde sonuca etki ettikleri anlaşılıyor. Aynı zamanda hendek savaşları ve ardından gelen yıkımdan ötürü PKK’yi sorumlu tutan bölgedeki bir kesim halkın siyaseten bir tercih yapmış olduklarını da varsayabiliriz. Bunun dışında Urfa, Muş, Bingöl gibi bölgelerde korucuların, devletin ve AKP teşkilatlarının halka ciddi şekilde baskı yaptığı ve seçim usulsüzlüklerinin bu bölgelerde yoğunlaştığı ortadadır. Neticede bölgede Kürt ulusal hareketinin bariz bir etkinlik kaybı yaşadığı anlaşılıyor. Sonuçlar HDP açısından burukluk getirse de bu özel baskı koşullarında bile HDP’nin bölgedeki üstünlüğü gözükmüştür. HDP’nin canını sıkacak esas gelişme bölgedeki AKP, Barzani ve Hüda Par gibi rakiplerinin moral kazanmış olmasıdır. Hüda Par sonuçlardan sonra zaferini ilan etmiş, AKP’lilerin tetikçiliğine soyunan Orhan Miroğlu AKP-Kürt ortaklığından dem vurmuştur. Benzer açıklamalarda bulunan ve RTE’yi Kürtlerin kurtardığını dillendiren Altan Tan‘ın bizzat bu çıkışı, HDP ile EVET arasındaki kısmi geçişkenliğin ifadesi olmuştur.
Meral Akşener, Saadet ve Sosyalistler
RTE açısından 16 Nisan’ı çok zorlu bir süreç haline getiren faktörlerin başında siyasal rakiplerinin herbirinin kendi gelecekleri için sürece asılmak durumunda olmalarıdır. HDP kendi gücünü göstermek zorundaydı. Bu yüzden tüm baskılara rağmen elinden geleni yaptı. Saadet Partisi de muhafazakar kesimdeki etkinliği ile AKP tabanından HAYIR’a kayışta etkili oldu. Nitekim Saadet Partisi derhal kendi başarısını ilan etti. Gerçekten de örneğin İstanbul’un muhafazakar varoşlarında AKP’nin büyük ivme kaybetmesinde SP’nin ciddi etkisi olmuştur. Neticede SP 16 Nisan’dan oldukça moralli ve zinde çıkmasını bilmiştir. Şayet SP liderliği AKP’den gelen yoğun baskılara boyun eğip referandumda EVET demiş olsaydı büyük bir mana kaybına uğrayarak iç krize sürüklenecekti. Köklü Milli Görüş geleneğinin ifadesi olan SP bu tuzağa düşmedi. Kapalı kapılar ardında RTE ile anlaşan BBP lideri Destici ise kendi itibarını bitirdiği gibi, partisini de belki de hiç toparlanamayacağı bir krize sürükledi.
16 Nisan sürecinin öne çıkan isimlerinin başında şüphesiz Meral Akşener ve diğer muhalif MHP’liler geliyordu. Onların siyasal kariyerleri de bu referanduma sıkı sıkıya bağlıydı ve onlar da bir sürü tehdit ve engellemeye rağmen çok çalıştı. MHP tabanının çok büyük bir kısmının HAYIR oyu vermesine rağmen tıpkı “ülküsüne” çok bağlı Destici gibi menfaatini her şeyin üstünde tutan RTE destekli Devlet Bahçeli’nin koltuğu bırakacağı pek yok. Bu yüzden Akşener’in bundan sonraki en muhtemel adımının MHP’den kopanlarla yeni bir parti kurmak olacağını söyleyebiliriz. Akşener’in MHP dışında CHP’den de ciddi miktarda oy koparma potansiyelinin olduğunu, yine belirli ölçülerde AKP’den de kayma yaratma potansiyeli olduğunu tahmin edebiliriz. Olur da Türkiye 2019 ya da öncesinde bir seçim görebilirse ve yine Akşener derli toplu bir parti oluşumunu başarabilirse egemen sınıfın AKP’den hoşnut olmayan kanatlarınca da desteklenecektir.
Bundan Sonrası
RTE, 1-0 olsun bizim olsun mantığında olduğunu açıkça ifade ederek %70 ile referandumu kazanmış gibi hareket edeceğinin, ülkenin diğer yarısını yok sayacağının işaretlerini verdi. Zaten farklı bir durum beklenemezdi.
Ülkenin giderek bir muz cumhuriyetine dönüşmesinin adımlarını ilerleyen haftalardan itibaren görmeye devam edeceğiz. RTE’nin nihayet istediğini aldığı için huzura ereceğini fazla beklemeyelim. Ülkenin en canlı en dinamik kesimlerinin hayatını zindan etmek için elinden geleni yapacak, işçilerin haklarının tarumar edildiği bir icraat içerisinde olacaktır. Emekçileri referandum sonrası acı reçetenin beklediği ortada. Semirenin semirmeye devam ettiği, her şeyin satılık olduğu bir toplumsal çürümenin hızlandığı bir süreçle karşı karşıya olacağız. Laiklik ve kadın hakları da saldırı altında olacaktır. Diğer taraftan ülkede darbe iklimi de ortadan kalkmamıştır.
Toplumsal muhalefet ise 16 Nisan’da “Allah’ın bir lütfu”nu elde edemese de demoralize olmamıştır. Referandum hilelerinin ardından başlayan protestoların yaygınlığı ve gücü AKP cephesini oldukça tedirgin etmiştir. Ne var ki ilerleyen süreçte bu durumun devam etmesi için örgütlü karşı koyuşun güçlenmesi şarttır. 16 Nisan referandumu sosyalistlerin çabasını ama bir yandan da örgütsel yetersizliği ortaya koymuştur. Yoksul halka gidildikçe HAYIR oranının düşmesi, sol ve sosyalist siyasetin genel zayıflığını ortaya koymuştur.
Çok başarılı bir çalışma yürüten ve boyundan büyük işler başaran Hayır Gönüllüleri‘nin deneyimi bizlere iyi örgütlenmiş, çalışkan ve yaratıcı bir devrimci gücün emekçi halkla ve gençlikle önemli bir sinerji yaratabileceğini göstermiştir. Diğer taraftan böyle bir gücün yüzlerden binlere ulaşan bir kadro ağı kurması zorunludur. Türkiye’nin geleceği böyle bir gücün bir araya getirilip getirilemeyeceğine bağlıdır.
Önümüzdeki süreçte OHAL şartları, yeni KHK’ler, tutuklu gazeteciler, kıdem tazminatının tarumar edilmesi ve kadın hakları konuları mücadelenin ana gündemleri olacaktır. Bu noktalarda net bir direncin örgütlenmesi zaruridir. Bu noktalarda fren koyamazsak AKP diktasının saldırıları derinleşecektir. Bu konularda verilen mücadeleler sırasında mutlaka ve mutlaka yeni canlı unsurlarla kaynaşabilmek, yeni Marksist kadrolar yetiştirip sosyalist inşayı gerçekleştirmek ve geniş emekçi yığınlarla etkileşimi arttırmak gerekmektedir.
Gezi benzeri bir protesto dalgasını beklemek gerçekçi değildir. Toplumsal muhalefetin liderliğini kendisinde billurlaştıran siyasi odaklar netleşmeden, RTE’nin %50’lik halk desteğinde kırılmalar olmadan insanlar önlerini göremeyeceklerdir. Enerjinin akacağı ve evrileceği siyasi kanallara ihtiyacı vardır. Patlama modeli Gezi’de denenmiştir ne var ki bunun sınırları da net bir şekilde görünmüştür. Yani bütün her şey, ülkenin ve hepimizin kaderi, sol-sosyalist cenahta ne yaptığını bilen yeni bir gücün şekillenmesine bağlıdır.