Bataklık Ortasında Milliyetçi Hamaset: İçte ve Dışta Sıkışırken, Bedeli Kim Ödeyecek?
Babacan ve Davutoğlu’nun parti çalışmalarının somutlaşması ve iktidar cephesinde yaşanan kopuşlar…
Ekonomik krizin artık firma iflasları, işten çıkarmalar, emekçi sınıfları iyiden iyiye saran yoksulluk ve işsizlik şeklinde dışa vurması…
İktidarın artık bir avuç çıkar grubunun, aile eşrafının, yandaş sermayedarın elinde bir aparata dönüşmesi ve bunun yarattığı kamuoyundan gizlenemeyecek boyuta varan yolsuzluklar, yağma ve talan politikaları…
Erdoğan rejiminin neresinden tutarsanız elinizde kalıyor.
Öte yandan Erdoğan’ı bir de ABD’den gelebilecek ve özellikle kendisinin ve ailesinin malvarlığını ortaya serebilecek yaptırım kararları sıkıştırıyor.
Geçmiş yıllarda dış politikada uyguladığı savaş politikaları, bunun üzerinden yaratılan milliyetçi-şoven rüzgâr, toplumu kutuplaştıran politik hava ve toplumsal muhalefete uygulanan yoğun baskı iktidarın bir nebze nefes alabilmesine yaradı. Bir yandan tarihsel olarak düşman görülen Kürt ulusal hareketinin Suriye’de kendi geleceğini belirlemesinin önü tıkandı. Diğer taraftan iç politikada bu durum kullanışlı bir araç yarattı. Ancak gelinen noktada iktidarın Suriye’de bir çıkışsızlık içinde olduğunu görmek zor değil. ABD ile sorunlar zar zor frenlenmişken şimdi de Putin’den İdlib ve Kürtler konusunda can sıkıcı hamleler geliyor.
İçeride işler kötü giderken iç politik sıkıntıları gündemden düşüren Suriye sahasından da RTE’ye pek malzeme çıkmayacak. İşte bu noktada Doğu Akdeniz ve Libya konuları RTE’nin can simidi olabilir mi sorusu akıllara geliyor.
Bugüne kadar Ortadoğu ve Arap coğrafyasında iç siyasi ve askeri çatışmaların tarafı olmak için elinden geleni yapan Erdoğan bugüne kadar aynı çizgiyi Libya’da da devam ettirdi. Radikal İslamcı çeteler silahlandırıldı, Suriye’den özel olarak taşındı ve tüm dünyada bunlar medyada boy boy yer aldı.
Doğu Akdeniz için Libya’da Trablus’ta konuşlanan İhvancı ve radikal İslam destekli Milli Mutabakat Hükümeti’nin sonsuza kadar ayakta kalabileceğine güvenerek anlaşmalar imzalandı. Şimdi aynı hükümeti ayakta tutabilmek ve iflasa mahkûm dış politika çizgisine can verebilmek için imzalanan anlaşmalar uyarınca asker gönderilmesi dillendiriliyor. Yani Erdoğan’ı radikal İslam’ı desteklemek kesmiyor, bizzat asker göndermek gibi sonu belirsiz bir maceranın önünü açıyor.
Son olarak, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füzelerini alması nedeniyle yaptırım uygulaması halinde Erdoğan gerekirse İncirlik’i ve Malatya-Kürecik’teki askeri üssü kapatabileceklerini dile getirdi. Durum böyle olunca akıllara Libya’da Haftar ve Libya Ulusal Ordusu’na açık destek vererek Türkiye ile tam zıt tarafta yer alan Putin’e değerli gözükme çabası mı var sorusu geliyor.
Yakın geçmişi bilenler bu tarz çıkışlara alışık olacaklardır. Erdoğan, tıpkı Rahip Brunson ve Deniz Yücel örneğinde olduğu gibi emperyalist ortaklarıyla ilişkilerinde şantaj üzerine kurulu bir taktik izledi. Ancak işler kötüye gittiğinde sessizce geri adım atmaktan çekinmedi. Bu süreçte elbette bol bol anti-Amerikancı nutuklar atıldı, milliyetçilik pompalandı.
Erdoğan bu yolla kendi iktidarının vadesini uzatmış olabilir; ama ucuz ve ikiyüzlü anti-Amerikancılığın, maceracı emperyalist politikaların bedelini emekçi halklar ödüyor. EYTlilere, memura, işçiye, asgari ücretliye, öğrenci gençliğe çok görülen bütçe silah harcamalarına akıyor. Libya’da yakın zamanda ortaya çıktığı üzere kazanan Erdoğan’ın SİHA üreten damadı ve silah şirketleri oluyor.
Ortadoğu’da Libya’da Doğu Akdeniz’de gerilimi artıran, radikal İslamcı çetelere kol kanat geren, milyonlarca emekçinin geleceğini ipotek altına alan savaş politikalarına karşı ses yükseltmek bir zorunluluktur. Dahası Ortadoğu coğrafyasında emekçiler için kan deryasından çıkışın yolu kendi ülkelerinin egemenlerinin saldırganlığına ortak olmaktan değil, karşı çıkmaktan geçmektedir