Aynur Akman ile Çözüm Süreci Üzerine Bir Röportaj
(Bu röportaj Marksist Bakış dergisi tarafından gerçekleştirilmiş ve derginin bir önceki sayısı olan 29. sayısında Haziran Günleri’nden önceki bir zamanda yayınlanmıştır)
Marksist Bakış: Öcalan ile devlet arasında yürütülen müzakereler neticesinde PKK gerillaları TC sınırları dışarısına çekilmeye başladılar. Bu anlamıyla son Kürt isyanında kritik bir dönemeçten geçildiğini söyleyebiliriz. Diğer taraftan emek cephesinde sağdan ya da soldan gelen reflekslerle bu sürece karşı ciddi şüpheler olduğu gözlemleniyor. Sizce emekçiler ve devrimcilerin bu sürece yaklaşımı nasıl olmalıdır?
Aynur Akman: Devrimcilerin ulusal sorundaki ilkesel yaklaşımı, ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkının (UKKTH) savunulmasıdır. Bunun dışında Kürt sorununda devrimciler çok kanlı geçen on yıllar boyunca askeri çözüme karşı çıkarak müzakere masasını işaret etmişlerdir. Dolayısıyla Öcalan ile devlet arasında yürütülen pazarlıkları bu genel çerçevede ele almamız gerekir. “Kürt ulusal hareketi daha fazlasını istemeliydi” türünden beğenmeme tutumu, ikameci bir tavırla, Kürtler adına, onların talepleri ve istekleri adına konuşmak anlamına gelir ki bu bizim işimiz değildir. Neticede, bu kavgayı veren onlardır, büyük bedeller ödeyen onlardır. Kazanımları yeterli görmeyerek ulusal ayrılıkları kızıştırmak Marksistlerin işi olamaz.
Peki, Kürt ulusal hareketinin bu süreçte daha fazla sağa kaydığı ve AKP ile bir çeşit kazan kazan ilişkisine girdiği eleştirileri var. Bu sürece ilişkin eleştirel tutum nerede başlar nerede biter?
Bu tarz eleştirilerin bir haklılık payı var. Gerçekten de Kürt ulusal hareketinde özellikle son süreçte bariz bir sağa kayış olduğu söylenebilir. Bu noktalar da eleştirilmeli zaten. Yani müzakere sürecini ezilen Kürt halkının iradesi şeklinde değerlendirirken eleştiriden kaçmak şeklinde bir tutum söz konusu olamaz. Örneğin AKP ile sizin de değindiğiniz olası bir kazan kazan ittifakı oluşursa devrimciler bunu onaylamayacaklardır. AKP’nin iktidarını sağlamlaştırması, toplumdaki bütün ezilen kesimler için büyük bir tehdittir. Otoriterleşme eğiliminin Kürtlere uzanmayacağını düşünenler büyük yanılgı içerindedirler. Yeni anayasa konusunda yürütülen pazarlıklarda emekçi sınıfların aleyhine gerçekleşebilecek konularda da devrimciler eleştirel bir tutum takınmalıdırlar.
Bu noktada bir eleştirel destekten söz edilebilir sanırım. Peki kendi içerisinde gerilimli bir çizgi olmayacak mı bu? Özellikle reel politikadaki hassas dengeler gözetildiğinde, yeni anayasa tartışması gibi.
Haklısınız, ama bu, yeni bir şey değil. Eleştirel destek meselesindeki gerilim, ulusal sorunun doğasından kaynaklanıyor. Bir tarafta ezilen bir halkın haklı isyanı var, diğer tarafta ise bu hareket ulusal bir hareket ve Marksist ilkesellik temelinde davranmayacaktır. Bir kere, ulusal hareket, doğası gereği ulus içerisindeki farklı sınıflara hitap etmek durumundadır. Bir yandan da konjonktüre göre hareket edecektir. 1970’lerdeki ulusal hareketlerle 1990’lar ve sonrasındaki hareket, politik çizgi olarak epey farklı yerlerdedir. Bugün bahsi geçen sağa kayma da Türkiye ve Ortadoğu’daki dönemin getirisiyle, güçler dengesiyle alakalıdır. BDP’liler ODTÜ ya da SBF’ye geldiklerinde, dikkat edecek olursanız, çok sol bir tonda konuşuyorlar. Neden? Tüm Türkiye’de sosyalistler aynı etkiyi gösterebilse Kürt ulusal hareketi de sağa değil sola kayacaktır. Bu noktada ulusal hareketin doğasını anlamayarak onu kızıla boyayanlar, ya da siyasi bağımsızlığını Kürt ulusal hareketi lehine kaybetmiş olanlar zor durumda kalıyorlar. Ama neticede Kürt ulusal hareketi kızıl bir hareket değildir. Kızıl bir hareket olmasını da boşuna beklememek ve yanılsama yaratmamak lazım. Diğer taraftan ulusal hareket ezilen Kürt halkının haklı davasını ifade etmektedir. İşte, burası gerilimli bir noktadır ve eleştirel destek tavrının karşılığı da burada başlamaktadır.
Kemalist refleksler de bu süreçte bir hayli ön plana çıktı…
Evet. Kemalizm şemsiyesi aslında bir hayli geniş. Ulusalcı kanat, AK-PKK gibi söylemlere sarılmış durumda örneğin. Bu kesim AKP’ye karşı biriken, sokaklara taşmakta olan enerjiyi gerici fikirleriyle zehirlemekle meşgul. Kemalizmin etkisindeki daha soldaki örnekler ise, ki bu cenah kendisine komünist ya da devrimci diyenlere kadar uzanabiliyor, UKKTH’nı tanımamalarını haklı göstermek için bu süreçten gerekli bahaneleri elde etmiş oluyorlar. Yani ulusların kendi kaderini tayin hakkını hiçbir zaman benimsememiş olan bazı kesimler, bahsini ettiğimiz sağa kayma sürecinden sol bir duruş elde etmek için fırsatçı bir tavır içine girmiş oluyorlar.
Peki biraz sürece odaklanırsak; PKK’nin sınır dışına çıkması gibi son derece önemli bir adım karşılığında AKP iktidarının, en azından şimdilik, pek de ileriye doğru bir adım atmadığını görüyoruz. En azından, KCK tutuklularının hafif hafif tahliye edilmesi dışında, henüz somutlaşan bir şey yok. Bunu nasıl yorumlayacağız?
Kürt ulusal hareketi adına inisiyatif Öcalan’dan geliyor. Böyle olunca da hareket Öcalan’ın talimatlarına mutlak şekilde uyacaktır. Müzakerelerde neyin üzerinde anlaşıldığına dair çok az ip ucu var. Yeni anayasa -ki bunun içerisinde Kürtçe eğitim ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi önem kazanıyor- ile Öcalan’ın kaderinin bir hayli belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Ama Öcalan’ın son müzakere sürecindeki manevrasında uluslararası süreçlerin etkisinin belirleyici olduğu anlaşılıyor. Son döneme kadar PKK, TC ile savaşta iken İran ve Suriye ile çatışmasızlık politikası izliyordu. Ama bu süreçle beraber bu durum tersine dönmekte. Yani Ortadoğu’da tarafların saflarını netleştirdiği, dişe diş bir çatışma içerisinde olduğu bir süreçte PKK kavga ettiği hasımlarını değiştiriyor. Yani TC ile barış süreci oluşturulurken Suriye ve İran’la çatışmalı bir döneme giriliyor. Öcalan, Ortadoğu’da her şeyin değişmeye namzet olduğu bir atmosferde kaybeden tarafta olmak istemedi. Üstelik Suriye’de kendi kuzey Irak’ını yaratma potansiyeli var. O bölgede daha güçlü bir mevcudiyet içerisinde olmak isteyecektir. Unutmamak gerekir ki PKK uluslararası bir oyuncu ve Öcalan’ın en büyük başarılarından birisi Ortadoğu dengelerini iyi okumasında yatıyor. Kısacası Öcalan’ın kimileri için şaşırtıcı derecede çıtayı aşağı çekmesinde uluslararası süreçlerin etkisi epey büyüktür. Burada ulusal hareketlerin doğalarında bulunan pragmatizmle karşılaşıyoruz.
Peki, Kürt hareketi sizin deyişinizle çıtayı bu kadar aşağı çekiyorken AKP’ye ne kadar güvenilebilir? Son süreçte AKP kurmaylarının “cehenneme gitsinler” türünden çok pevasız söylemlere başvurduğu görülüyor.
AKP, Kürt ulusal hareketi için güvenilecek bir aktör değil, hiç olmadı da. Biliyorsunuz 2014’ten itibaren seçim sürecine giriliyor. AKP, zaten her seçim dönemine çatışmasızlık ortamı içerisinde girmeye özen gösterdi. Bu anlamıyla bu kritik dönemeci atlatmak için yeni bir oyalama ile mi karşı karşıyayız korkusu haklı bir korkudur. Nitekim, bir yandan da Kürt illerine bir sürü yeni karakol inşa ediliyor. Bu haklı korku, madolyonun bir yüzü. Madolyonun diğer yüzündeyse TC için Kürt sorununda silahlı çözüm konusunda denizin bittiği gerçeği var. Kürt ulusal hareketine tabiri caizse kazık atacaksınız, sonrasındaysa yeniden silahlar konuşacak. 2012’nin büyük olaylarını bir hatırlayacak olursak… Bir tarafta Şemdinli’de vur-kaç’tan vur-kal’a dönen bir strateji izlenmişti ki Şemdinli şehir merkezine girilmesi durumunda Suriye benzeri görüntüler ortaya çıkacaktı. Diğer taraftan açlık grevleri ile büyük kentler sarsılmaya başlamıştı. Çeşitli mahallelerde etnik çatışmalar hızlanıyordu. KCK tutukluları 10 binleri bulsa da istenen sonuç alınamıyordu… Kısacası TC açısından silahlı çözümün gideceği bir mecra kalmamıştı. Yani, müzakere süreci bir AKP projesi olmanın dışında bir devlet siyasetidir. Ayrıyeten AKP’nin keyfi davranmasını engelleyen uluslararası koşullar da çok güçlü bir etkendir. Emperyalist kapitalist sistemin büyük krizi, savaşlar ve iç savaşların şekillendirdiği tarihi koşullarda AKP, Kürt ulusal hareketi ile bu arada Barzani ile ittifak kurarak savunma durumundan saldırı durumuna geçmek istiyor. Kısacası meselenin büyüklüğü, AKP’nin keyfiyet ve küçük hesaplarının sınırlarını zorlamakta.
Suriye konusunda PYD’nin çatışmalara daha aktif katıldığını görüyoruz.
Suriye sahası, farklı emperyal blokların saflarını netleştirdikleri ve adeta güçlerini test ettikleri bir arenaya dönüştü. Burada koşullar PKK’yi de tarafını seçmesi için zorlamaktaydı. PYD’nin Suriye’deki iç savaşta tarafsız kalması esas olarak Esad’ın işine geliyordu. Ama gördüğümüz gibi Kürt ulusal hareketi pozisyonunu yeniden şekillendiriyor. Gelgelelim bu hesaplar Ortadoğu’nun bütün halkları için yaklaşan tehlikeye cevap veremez. ABD önderliğindeki blok Ortadoğu’da bir mezhep savaşı örgütlemekle meşgul. Suriye’de etnik ve mezhepsel temizlik, soykırım boyutlarına bile ulaşabilir. Nitekim çatışmalardan Kürt siviller de artık muazzam şekilde etkileniyorlar. İsrail’den Suriye’ye gelecek şiddetli saldırılar bölgesel bir savaşı tetikleyebilir. Zira Suriye kendisini cevap vermek zorunda hissederse İsrail’in topyekün yüklenmesi söz konusu olabilir. Sürece İran da dahil olabilir vs. Yani, emperyalist kapitalist projeler, bütün halklara etnik temizlik, kan ve göz yaşından başka bir şey vaad etmiyor. Kan ve göz yaşıyla yıkanan Ortadoğu’nun emekçi halkları için tek çözümse sosyalist Ortadoğu hedefidir. Bu da en başta din ve etnik köken ayrımına dayanmayan enternasyonalist bir örgütlenmenin Ortadoğu çapında yaratılmasını gerekli kılmaktadır. İşçi ve emekçilerin devrimci Marksist alternatifi tarih sahnesine çıkmadığı sürece genel tablo değişmeyecektir. O da maalesef halkların birbirlerini gırtlaklamasıdır.